12 Eylül 1980 Askeri Darbesi

(ABD emperyalizmi ve Eylül darbeleri)

Prof. Dr. Mustafa Durmuş

Bir önceki yazımda sömürgecilik sonrası askeri darbelere, özellikle de 11 Eylül tarihi nedeniyle, 1973 yılında Şili’de yapılan askeri darbeye değinmiş, bu darbe ve bu dönemde yapılan diğer darbeleri ABD emperyalizmi ile doğrudan ilişkilendiren bir bakış açısına (1) yer vermiştim.

Bu yazımda ise, bugün Türkiye’deki 12 Eylül Askeri Darbesinin 40. Yılı olduğundan, ülkenin son 40 yılını da etkisi altında tutan ve belli ölçüde bunu hala sürdüren bir askeri darbeden söz edeceğim.

Ancak darbeler açısından zengin bir tarihe sahip olan bu ülkede, darbeler değerlendirilirken bugünkü rejimin de önünü açan 15 Temmuz 2016 Darbe Girişiminden ve ardından gelen 20 Temmuz OHAL rejiminden kısaca da olsa söz etmek gerekiyor.

Darbelerin ekonomik ve politik nedenleri

Öncelikle, dünkü yazıda yer verilen bakış açısına dönelim. Buna göre; sömürgecilik sonrası dönem olan 1960 sonrası yıllarda iktidara gelen bazı ulusal kalkınmacı yönetimler, emperyalist ülkelerin çıkarlarına ters düşen strateji ve politikalar izlemeye başladıkları için, başta ABD olmak üzere diğer emperyalist devletler tarafından düşman olarak ilan edildiler ve bu yüzden de CIA destekli askeri darbelerle devrildiler.

Bu noktada şu gerçeğin altını çizmek gerekiyor: 1960 sonrası özellikle Latin Amerika ve Türkiye’deki darbelerde ABD emperyalizminin ve NATO’nun payı çok büyük. Çünkü (ekonomik-parasal ilişkileri bir yana bırakın) darbeciler ve temsil ettiği ordular doğrudan Pentagon ve NATO ile ilişki içindeydiler. Ve bu yapı ile birlikte ülkedeki oligarşinin bir parçasını oluşturuyorlardı.

Buna rağmen tüm darbeleri sadece ülke yönetimlerinin emperyalizmle dönemsel olarak ters düşmesi ya da çatışması ile açıklamak doğru değil. Çünkü darbelere neden olan diğer bazı (daha ziyade içsel) ekonomik ve politik faktörler söz konusu. Bunların başında kuşkusuz ciddi ekonomik ve politik krizler geliyor.

Örnek vermek gerekirse, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinde bu iki faktörün ikisi de etkili olmuşken, 15 Temmuz Darbe Girişimi ve ardından 20 Temmuz OHAL ile gelen ve genelde sivil darbe olarak da nitelendirilen rejimde ekonomik faktörlerden ziyade politik kriz etkili oldu.

12 Eylül 1980 darbesine giden süreç: Ekonomik ve politik kriz

Hatırlayalım: 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrasındaki askeri yönetim döneminde resmi kayıtlara göre 650 bin kişi gözaltına alındı, 230 bin kişi askeri mahkemelerde yargılandı. Bu dönemde, 1 milyon 683 kişi fişlenirken, binlerce kamu görevlisi 1402 Sayılı Kanun gereğince kamu görevinden mahrum edildi. Tespit edilebilen, gözaltında ya da hapishanelerde, işkence vb. yöntemlerle ölen sayısı 229 oldu. 700 kişinin idamı istendi ve bunlardan 50’si (17’si siyasi hükümlü olmak üzere) idam edildi (2).

12 Eylül Askeri Darbesi öncesinde dünya kapitalizmi uzun süren bir iktisadi durgunluk, Türkiye ekonomisi ise derin bir iktisadi ve politik kriz içindeydi. Türkiye’nin krizi aslında 1962’den itibaren uygulamakta olan kapitalist ithal ikameci büyüme modelinin (en azından Türkiye’deki kısıtlı biçiminin), bir kriziydi ve kendisini döviz krizi biçiminde gösteriyordu.

Yani ağırlıklı olarak iç pazara, dolayısıyla belli düzeyde satın alma gücünü garantileyen göreli olarak yüksek işçi ve memur ücretlerine dayalı ithal ikameci birikim ve büyüme stratejisi 1970’lerin ortalarından itibaren hem içsel, hem de dışsal ekonomik nedenlerden dolayı krize girdi.

Dış pazara bağımlı büyüme modeli

Sermaye birikim rejimini bu krizden çıkartmak ancak yeni bir birikim rejimi ile mümkün olabilirdi. Bu artık, iç pazara değil, kapitalist küreselleşmeye paralel olarak, dış pazara dayanan bir model olmak durumundaydı. Bu modelin ekonomi-politik temelini ise rekabetçi işçi ücretleri (yani düşük ücretler), işçi sınıfının örgütlerinin dağıtılması ve genel olarak hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması oluşturuyordu.

Krizden çıkış için öncelikle, 24 Ocak 1980 Kararları adı altında IMF-Dünya Bankası kaynaklı istikrar tedbirleri ve Yapısal Uyum Programları uygulandı. Bu kararlar Türkiye’yi hızla küreselleşen kapitalizme -emperyalizme yeni ve daha sağlam bir biçimde eklemlemeyi hedefleyen kararlardı.

Askeri diktatörlük: 24 Ocak kararlarının arkasındaki güç odağı

Bu kararların hayata geçirilebilmesi için (aksak işlese de) mevcut parlamenter demokratik rejimin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Çünkü ülkede işçi sınıfı hareketi ve sendikalar güçlenmiş, başta üniversite gençliği olmak üzere, toplumsal muhalefet ayağa kalkmıştı. On binlerce işçi grevdeydi. Sermaye sınıfı açısından işçi ve emekçilerin haklarını, ekonomik ve politik örgütlerini ortadan kaldıracak bir açık diktatörlüğe ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı 12 Eylül Askeri Darbesi ile kurulan askeri diktatörlük karşıladı.

Bu süreçte, bu kararlara ve bu kararları uygulayan askeri ve sivil yönetimlere uluslararası sermaye, emperyalist devletler, IMF, Dünya Bankası ve OECD gibi uluslararası kuruluşlar da destek verdiler.

Kârlar artırıldı, ücretler düşürüldü, halk yoksullaştı

24 Ocak Kararları ve 12 Eylül Askeri Diktatörlüğünün sonucunda; Türkiye ekonomisinin makroekonomik performansı artırıldı; yerli ve uluslararası sermayenin kârlılığı restore edildi ve ekonomi yeniden dış borç geri ödemesi yapabilir hale getirildi. Bunun faturası ise (açık diktatörlük şartlarında) işçi ve emekçi sınıflara ödettirildi. İşçilerin reel ücretleri ve köylülerin gelirleri düştü,  gelir dağılımı daha da bozuldu. Düşük ücret, yüksek reel faiz, zamlar ve devalüasyonlar ile halk daha da yoksullaştırıldığı gibi, ekonomik ve demokratik haklarından mahrum bırakılarak askeri diktatörlük altında ağır bir zulme uğratıldı (3).

Darbeden bu yana geçen kırk yıl boyunca Türkiye neo-liberal politikalara teslim edilerek bir bütün olarak hızla dönüştürüldü, özelleştirmeler ve serbestleştirme politikalarıyla ekonomi küresel kapitalizme ve emperyalizme daha da bağımlı hale getirildi, kalkınma ve sanayileşme çabalarından vazgeçildi.

İktidar ortaklarının çatışması ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimi

12 Eylül darbesinden sonra da ülkede post modern darbeler gerçekleşti. Bunların en sonuncusu bir kalkışma, ‘15 Temmuz 2016 Başarısız Darbe Girişimi’ olarak tarihe geçti. Ancak, bazılarına göre ‘kontrollü bir darbe’ olan bu girişim, 12 Eylül 1980 darbesi öncesindeki gibi ekonomik kriz koşullarının yol açtığı bir darbe değildi.  

Çünkü darbe öncesi yıla göre, darbe yılının ilk 6 ayında borsa yüzde 15 yükselmiş, yabancı sermaye girişleri son yılların en yüksek seviyesine ulaşmış ve 10 yıllık devlet tahvillerinin faizleri de geçen yıllara göre düşmüştü.

Kısaca 15 Temmuz 2016 Darbe Girişiminin ardındaki faktör ekonomik krizden ziyade politik krizdi. Bu krizin bir ayağı 2013 yılından o yana iyice belirginleşen FETÖ-AKP çatışmasıydı. Diğer ayağı ise Orta Doğu’da Türkiye’nin de parçası haline geldiği savaşla birlikte iyice karmaşık bir hal alan Kürt Sorunuydu. Öyle ki 2015 yılında çatışmasızlık sürecine son verip savaş konseptine geri dönüşü sağlayan bir üst akıl darbe mekaniğini de harekete geçirdi.

OHAL rejimi ve KHK’lar

Darbe girişiminden sadece 5 gün sonra ilan edilen OHAL ve devreye sokulan KHK’ler neo-liberal, neo-popülist ve neo-otoriter bir rejimin kurulmasının ilk adımları oldu. Geçen 4 yıl boyunca parlamenter rejim ortadan kaldırılıp, güç ve iktidarın tek elde toplanmasına izin veren bir Türk Tipi Başkanlık Sistemi kuruldu.

OHAL döneminin yol açtığı çok ağır insani, sosyal, siyasal ve ekonomik maliyetleri görebilmek içinse çarpıcı bir yazıya bakmak (4) ve geniş çaplı bir araştırmaya dayalı olarak hazırlanan 993 sayfalık raporu incelemek yeterli olur (5).

Diğer yandan kurulan bu “yeni” rejim altında da politik kriz atlatılamadığı gibi, ekonomi derin bir krize sürüklendi. Öyle ki 2016 yılı ekonomik olarak “kayıp yıl” kabul edilirken, 2017 yılında, biraz yeni büyüme hesaplama yönteminin etkisi, biraz da Kredi Garanti Fonu’nun devasa boyutlara ulaşan kredileriyle ekonomi hormonlu bir biçimde büyütüldü.

Ancak, 2018 yılından itibaren ekonomi sert biçimde yavaşladı ve tüm parasal ve reel göstergelerin de yansıttığı gibi krize girdi. Yani bu kez politik kriz ekonomik krizi tetikledi.

Sonuç: 12 Eylül Darbesinin etkileri sürüyor

2020 yılına gelindiğinde ise, Korona salgının da etkisiyle Türkiye ekonomisinde tam bir çöküş gerçekleşti. Haziran ayındaki erken açılmayla birlikte kontrolden çıkan salgının yanı sıra, reel ekonomi hem arz, hem de talep yönlü olarak derin bir krizin içine girdi. Ülke tarihinde ilk kez geniş tanımlı işsizlik yüzde 50’nin üzerine (17,2 milyon) çıkarken, yoksulluk hızla arttı.

Yükselen militarizm paralelinde artırılan savaş harcamaları ve gelir eşitsizlikleri bu süreci daha da kötüleştirirken, devlet bu kez sürdürülemez düzeylere doğru giden bütçe ve Hazine açıkları ve borçlanmalarla mali bir krizin içine sürüklendi. Bunun sonucunda rejim giderek daha da otoriter bir karaktere bürünmeye başladı.

Kısaca 12 Eylül 1980’de başlayan süreç devam ediyor. Bunu durdurup tersine çevirecek bir toplumsal güç ve bir demokratik politik irade ortaya çıkana kadar da devam edecek gibi görünüyor.

Anahtar sözcükler: 12 Eylül, Askeri darbe, Askeri diktatörlük OHAL, Ekonomik kriz, Politik kriz, Sermaye birikimi rejimi.

Dip notlar:

  1. Jason Hickel, The Divide-A brief Guide to Global Inequality and Its Solutions, Windmill Books, 2017, s. 112-133.
  2. Mustafa Durmuş, “12 Eylül Askeri Darbesinin Ekonomi Politiği”, Memleket Siyaset Yönetim Dergisi, 2011/15, s. 95-139.
  3. Agm.
  4. Nejla Kurul, “KHK’lilerin yası tutulabilir mi?”, https://www.gazeteduvar.com.tr (20 Temmuz 2019).
  5. Mağdurlar İçin Adalet Topluluğu, İkinci Yılında OHAL’in Toplumsal Maliyetleri Araştırma Raporu (Ocak 2019).