Prof. Dr. Mustafa Durmuş
Kapitalizmin son 40 yılına damgasını vuran neo-liberalizm de kapitalizmin inişini durduramıyor. İşin doğrusu kapitalizm iktisadi olduğu kadar, ideolojik ve politik olarak da hızla çöküşe doğru ilerliyor.
Covid-19 kapitalizmin inişini hızlandırıyor
Aslında, 2008 finans krizi ve ardından gelen Büyük Resesyon, 1970’lerde uç veren kapitalizmin uzun süreli durgunluk krizine kalıcı bir çözüm olması beklenen neo-liberal birikim stratejisinin, onun siyasetinin ve ideolojinin iflasıydı. Son 12 yıldır ekonomik durgunluk ve krizleri, sosyal ve politik krizler, ekolojik krizler ve toplumsal çalkalanmalar izliyor.
2020 yılının başlarında ortaya çıkan Covid-19 Salgını ise kapitalizmin çelişkilerini, neden olduğu finansal istikrarsızlıkları, devasa eşitsizlikleri ve insan sağlığı açısından çok önemli olan sağlık alt yapısının ne denli çürük olduğunu gösterdiği kadar, ilk kez ulusal ekonomilerde görülen ekonomik krizleri 5-7 yıllık döngüler olmaktan çıkartıp bir bütün olarak küresel kapitalist sistemin krizine dönüştürdü.
Antikapitalist bir perspektiften toplumsal mücadeleyi örgütlemek gerekiyor
Bu nedenle de bir yandan Covid-19 ile iyice derinleşen ve 1929 Büyük Depresyonundan bu yana en derin kriz olduğu kabul edilen ekonomik kriz ve Salgın ile mücadele etmek açısından; diğer yandan iyice belirginleşen iklim krizi, yeni salgın tehditleri, artan militarizm ve savaşlar ve Salgını fırsat bilerek kapitalist devletlerin giderek otoriterleşmesi biçimindeki gidişat ile mücadele edebilmek sistemsel, anti-kapitalist bir mücadele perspektifine ve bunun çağdaş araçlarına sahip olmayı gerekli kılıyor.
Bu mücadele tek başına günümüzde kendini emekçi halkların sesine ve partilerine giderek kapatmış olan parlamento alanındaki mücadele ile sınırlandırılmamalı, sıradan insanları politika sahnesine çekmek, onların kabuklarından çıkıp, politik süreçte yer almalarını sağlamak amaçlanmalı.
Covid-19 Salgını böyle bir mücadeleyi gerekli kıldığı gibi, mümkün de kılıyor. Çünkü Salgını fırsat bilen iktidar bloku bir yandan baskısını daha da artırırken, diğer yandan sermayenin talepleri doğrultusunda işçi ve emekçi karşıtı her türden düzenlemeyi parlamentoya getiriyor, aynı zamanda da, istemeden de olsa, karşısındaki toplumsal muhalefet bloğunu büyütüyor. Çünkü iktidarın çözemediği sağlık ve yoksulluk sorunlarını çözebilmek için yerellerde insanlar, topluluklar arasında dayanışma ağları kuruluyor.
Sınıf mücadelesinin yükseleceği bir süreçteyiz
İçinden geçmekte olduğumuz süreç ayrıca bir yandan izlenen yanlış politikalarla bir türlü artış hızı kesilemeyen Covid-19 ile mücadele etme, diğer yandan yükselen sınıf mücadelesinin gereğini yapma süreci.
Bu sürece damgasını vuracak olan üç önemli olgu şunlar olacaktır: 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi, torba yasalardaki; başta kıdem tazminatı, emeklilik haklarının ve istihdam hakkının ortadan kaldırılması, sermayeye sunulan yeni vergisel teşvikler ve kara paranın aklanmasıyla sonuçlanacak olan Varlık Barışı gibi emek ve emekçi karşıtı düzenlemeler (1) ve son olarak yılsonuna doğru asgari ücretin belirlenmesi. Bu üç olgu kapitalizmin temel gerçeği olan sınıf kavgasını açığa çıkartacak ve hızlandıracaktır.
2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin belirgin yanları
2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nin Meclis’te görüşülmekte olduğu ve bu yılın sonuna kadar da devam edecek olan Bütçe süreci işte böyle bir anda başladı.
Bu nedenle de bütçe değerlendirmeleri, bu dönemin belirleyici özelliklerinden bağımsız olmamalı, bütçenin sadece teknik açıdan değerlendirmesiyle ya da siyasal iktidardan istenecek ekonomik taleplerle sınırlandırılmamalı. Bütçeye yaklaşım, antikapitalist bir bakış açısıyla, ekonomik olduğu kadar politik de olmalı.
Çünkü bütçe çok önemli siyasal, hukuki, iktisadi ve yönetsel bir belge. Öyle ki: siyasal iktidarlara, devletin kurumlarına harcamaları ve gelirleri açısından meşruiyet kazandırır; egemen – yöneten sınıfların en önemli ekonomi ve maliye politikası aracıdır; sermaye ve servetin yeniden üretimi ve gelirin yeniden bölüşümünün aracıdır; sosyal sınıflar arasındaki mücadelenin en önemli alanları arasında yer alır ve son olarak bütçe siyasal iktidarların, rejimin demokratik ve sosyal hak ve özgürlükler konusundaki duruşunun en önemli göstergesidir.
Bu çerçevede ele aldığımızda özet olarak; 2021 Merkezi Yönetim Bütçesi yaklaşık 1,4 trilyon liralık bir harcama ve 1,1 trilyon liralık bir gelirin, (-) 245 milyar liralık bütçe açığının hedeflendiği(2) bir iktisadi ve siyasi belge ve ekonominin bütünü ve toplumsal sınıf ve kesimler üzerinde önemli etkilere neden olacak bir politika aracı niteliğinde.
Doğallıkla, böyle ciddi toplumsal etkilere sahip bulunan bir ekonomik büyüklüğün, kaynağın, nasıl kullanılacağına ilişkin olarak toplumun bütününün rızasının alınması ve bunun her aşamada sıkı bir biçimde denetlenmesi gerekiyor.
Bir başka anlatımla; üretenlerin, değeri yaratanların, yani işçilerin, emekçilerin, halkın, vergi mükelleflerinin, özcesi bu ülkede yaşayan herkesin, doğrudan ya da dolaylı mekanizmalar aracılığıyla ödedikleri vergilerin nerelere harcandığını ya da harcanmadığını bilmeleri ve bunu denetleyebilmeleri gerekiyor. Bu denetim bütçenin hazırlanması, uygulanması ve sonuçlandırılması sırasında, yani bütün bir bütçe sürecinde yapılabilmeli.
Tam da bu ihtiyaçtan ötürü, bir ülkede halkın ne için, ne kadar vergi ödediğinden, bu vergilerin hangi kamu harcamalarına nasıl harcandığından, ne için ve ne kadar borç alındığından haberdar olması ve bu araçları denetleyip yönlendirebilmesine tüm dünyada “Bütçe Hakkı” adı veriliyor.
Bütçe Hakkı yok ediliyor
Bütçe hakkının tarihi yüzyıllarca önceye gidiyor. 1215 yılında Britanya’da Magna Carta ile ilk kez kralın vergi toplama ve harcama yetkileri kısıtlandı ve yerelin denetimine açıldı. Magna Carta’nın 14. Maddesi ile kralın dönemin Halk Meclisi’nin onayını alması gerekiyor. Bu Meclis aslında dini liderler de dâhil olmak üzere yerel egemenlerden (baronlar, dükler) oluşuyor. Magna Carta ile başlayan süreç günümüze kadar kurumsallaştı ve burjuva demokrasilerinin olmazsa olmazı haline geldi.
1773 Boston Tea Party’den, 2014 İskoç Bağımsızlık Bildirgesine geçen süredeki ortak duygu ise “ekonomiyi yönetmenin vergilere ve kamu harcamalarına hâkim olmaktan geçmesiydi”. 1789 Fransız Devriminin özünde vergilemenin toplumu değiştirici gücü ve kapasitesine sahip olma güdüsü vardı. J. J. Rousseau’nun “Sosyal Sözleşmesi” de bir boyutuyla halkın ödediği vergilerle ilgiliydi. (3)
Magna Carta aynı zamanda kralın savaş çıkartma yetkilerini de (vergileri kontrol ederek dolaylı bir biçimde) kısıtladığından barışın da ilk belgelerinden sayılır. Çünkü barış vergiye olan ihtiyacı azaltır. Bu bağlamda bütçe hakkına sahip çıkmak sadece demokrasiye değil, barışa da sahip çıkmaktır.
Öte yandan, bu yıl Meclise getirilen 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi, Anayasanın ilgili maddelerine aykırı bir biçimde; zamanında Meclis’e getirilmediği gibi, önümüzdeki yıl ilk kez uygulanacak olan Performans Esaslı Program Bütçe kamu idarelerinin hazırlık yapmasına fırsat verilmeden, Meclis’e sunulduğu tarihten sadece 1 hafta önce bu kurumlara ve ilgili bakanlıklara gönderildi.
Bu durum da 2021 bütçesi, yerelden desteklenen katılımcı bir bütçe olarak hazırlanmaması bir yana, devletin kendi kurumları arasında dahi anayasal kuralların çiğnendiği, bütünüyle Cumhurbaşkanlığı Sarayındaki bir ekip tarafından hazırlanan bir bütçedir. (4)
2021 Bütçesi otoriterleşme bütçesi
Bu yönüyle bu gelişme yeni sayılabilecek bir gelişme ve bütçe hakkının zedelenmesi değil, bütünüyle yok anlamına geliyor. Bu da mevcut Partili Cumhurbaşkanlığı rejiminin belirgin karakterini yansıtıyor.
Bunu açıklayabilmek için bütçeden verilebilecek tek bir örnek dahi yeterli. Öyle ki bütçedeki tüm ödeneklerin oluşturulması ve tahsisine, toplanacak (ya da alınmayacak) vergilerin hangileri olacağına, yapılacak borçlanmaların miktarı ve niteliğine, kurumlar arasındaki irili-ufaklı tüm ödenek aktarmalarının yapılmasına tek bir kişi, Cumhurbaşkanı karar veriyor, dahası bu yetkiyi kendinden başka kimin kullanacağını da yine kendisi belirliyor.
Yeni bütçe tekniği ile 68 adet program, bunlara ilişkin performans ölçütleri teklifte sıralanıyor. 5018 Sayılı Kanun’un olmazsa olmazı konumundaki fonksiyonel sınıflandırma tekliften çıkartıldığından trilyon lirayı aşan ödeneklerin nerelere harcandığını tam olarak görebilmek artık iyice zorlaşıyor. Kısaca bu yılki bütçe bir ödenek karartma bütçesi tekniğini yansıtıyor.
Bu bağlamda yaşanan bu süreçte; bütçe hakkının ortadan kaldırılması gibi olgularla demokrasi mücadelesi bir arada düşünülmeli ve bütçe hakkının savunulması demokrasi ve barış mücadelesinin önemli bir ayağı olarak kabul edilmeli. Parlamentodaki bütçe görüşmeleri sırasında sözler bunun üzerine kurulmalı, parlamento dışı muhalefet örgütlenmesinin odak noktalarından biri de bu olmalı.
Bu bütçeyi aynı süreçte çıkartılan emek karşıtı, emekçilerin kazanılmış haklarından geriye kalan kırıntıları da ellerinden alan, esneklik bahanesiyle işçi sınıfını iyice güçsüzleştiren, örgütsüzleştiren ve yoksullaştıran Torba Yasadaki düzenlemelerle birlikte ele almak ve toplumsal muhalefeti bu iki ayak üzerinden sürdürmek gerekiyor.
Savaşa ve sermayeye kaynak aktarmaya devam
Bu bütçenin, rejimin baskıcı, yandaş büyük sermaye yanlısı, rantı kollayan, militarizmi yükselten yanları belirgin bir biçimde öne çıkıyor.
Birkaç örnek vermek gerekirse; ilk bakışta askeri harcamaları yapan kuruluşlara verilen ödeneklerin düşük bir oranda kaldığı göze çarpsa da, bunlara, rejimin nekrokapitalist yanını ortaya çıkaran askeri sanayi karması devlet şirketlerinin ciroları, Savunma Sanayi Destekleme Fonu’nun gelirleri ve harcamaları, son olarak iç güvenlik kurumlarına verilen ödenekler ve adalet bütçesi için ayrılan ödenekler bir arada düşünüldüğünde bunun toplamda 300 milyar lirayı ve toplam bütçe ödeneklerinin yüzde 23’ünü bulduğu görülüyor.
2021 yılındaki yatırım harcamalarına ayrılan ödenekleri içindeki en büyük payın ulaştırma yatırımlarına bırakılmış olduğu ve bütçeden 2021 yılında şehir hastaneleri için 16 milyar lirayı aşan bir kaynağın ayrıldığı gerçeği de, az sayıda ancak dünyanın en büyük 200 inşaat şirketi arasında yer alan iktidara yakın inşaat gruplarının bu bütçeden en büyük payı almayı sürdüreceğini gösteriyor. Ayrıca “vergi harcamaları” adı altında 239 milyar liralık bir verginin çok büyük bir çoğunlukla sermayeden alınmayacak olması da sadece ödenek aktarma biçiminde değil, vergi almayarak da sermayenin desteklenmeye devam edileceğini gösteriyor.
Emek, kadın ve doğa karşıtı bir bütçe
Buna karşılık, başta gençler olmak üzere toplumun çok önemli bir kesiminin karşılaştığı devasa işsizlik sorunuyla ilgili olarak; bu bütçenin tamamlayıcısı olduğu anlaşılan Torba Yasada; 25 yaş altı istihdamın teşviki, kısmi, düşük ücretli ve güvencesiz, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve emeklilik hakkı gibi hakları da ortadan kaldıran sözde istihdam artışı önerilerinin dışında her hangi bir gerçek çözüm yer almıyor.
Benzer bir biçimde tarım kesimine dönük tarımsal destekleme miktarı, bu denli yüksek bir enflasyon oranına, kurdaki yükseliş nedeniyle sürekli artan girdi maliyetlerine rağmen, sabit tutuluyor (22 milyar lira), hatta mazot ve gübreye verilen desteklerde 787 milyon lira kesintiye gidiliyor. (5)
Yükü emekçilere taşıtan bir kamu finansmanı
Siyasal iktidarın 2020 yılında yasaya aykırı biçimde devlet borçlanması yapmasının ardından bu durumu torba yasa ile geriye dönük olarak yasallaştırmasıyla kalmayıp Hazine nakit açığı miktarının çok üzerinde (308 milyar liralık) borçlanma yetkisi alması, rejimin devlet borçlanmasını da kendi siyasal bekası için bir araç olarak kullanmaya devam edeceğini gösteriyor.
Bütçenin finansman tarafında ise asıl ağırlığı 922 milyar lira (yüzde 84 oranında) vergi gelirleri oluşturuyor. Torba Yasada Salgın ve ekonomik kriz bahane edilerek Kurumlar Vergisi oranının yüzde 5 puan düşürülmesi, Gelir Vergisi Kanununun geçici 67.maddesi ile faiz ve benzeri gelirlerin vergiden tam ve kısmi olarak istisna edilmesi uygulamasının 2025 yılına kadar uzatılması vergileme açısından asıl olarak diğer vergilere yüklenileceğine işaret ediyor.
Nitekim bu vergilerin yaklaşık yüzde 70’i emekçiler tarafından ödenen KDV, ÖTV gibi vergiler başta olmak üzere, harçlar, damga vergisi gibi vergilerden oluşuyor. Böylece toplam vergi gelirlerinin içinde Kurumlar Vergisinin payı yüzde 7-8’e kadar gerilerken, Gelir Vergisinin payının yüzde 20 civarında kalması planlanıyor. Ancak Gelir Vergisini yüzde 65 gibi bir oranda yine ücretli emekçilerin ödediği dikkate alındığında, vergi yükünün önümüzdeki yılda da emekçilerin üzerinde kalacağı kesinleşiyor.
Böyle bir Salgın döneminde yapılması gereken şey çok zengin servet sahiplerinden, en azından birkaç yıl süreli olmak üzere, artan oranlı bir servet vergisi almak iken siyasal iktidar tersini yapıyor ve servet sahiplerini daha çok kollayan düzenlemelere yöneliyor.
Torba Yasa ile çıkartmayı planladığı Varlık Affı ile yasal olmayan ya da kayıt dışı servetlerin sahiplerinin de bu servetlerini (tek kuruşluk vergi dahi tahakkuk ettirmeden ve geriye dönük vergi incelemesi yapılmaksızın) meşrulaştırıyor, böylece kara paranın aklanarak ekonomiye resmi olarak dâhil edilmesi hedefleniyor.
Kısaca sadece harcamalar ya da borçlanma yönleriyle değil, kamu finansmanı ve vergileme yönüyle de bu bütçe emekçilerin yanında olan bir bütçe değil.
Sonuç olarak
• Bütçe Meclis’teyken dahi bütçedeki öngörüleri değiştirecek nitelikte faiz, kur, enflasyon gelişmeleri söz konusu. Tek başına dolar kurunun 8.55’e kadar yükselmesi bu Bütçenin kendini yasladığı Orta Vadeli Plan ve Orta Vadeli Programın parametrelerinin çökmesi anlamına geliyor. Kısaca bu bütçe daha yasalaşmadan ekonomik parametreleri itibarıyla kadük olmuş bir bütçe.
• Bu bütçe Korona Salgını ile mücadele gibi önümüzdeki en az iki yıla damgasını vuracak olan bir Salgına karşı etkili bir kamusal mücadele programını içermiyor. Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere Salgınla ilişkili diğer bakanlıklar (Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler ve Milli Eğitim Bakanlıkları gibi) ödeneklerinin dağılımı böyle bir sorunun siyasal iktidarca yeterince görülmediğini ortaya koyuyor. Ayrıca emek gücü ve istihdama ilişkin olarak yapılmaya çalışılan düzenlemeler (işçi ve halk sağlığını iyice bozucu nitelikte olduğundan) bu bütçenin Salgınla mücadele gibi bir amacının olmadığı da anlaşılıyor.
Bu bağlamda Sağlık Bakanlığı’nın 2021 yılı toplam bütçe ödeneklerinin nasıl dağıldığı son derece önemli. (6) Önümüzdeki 3 yıl boyunca şehir hastanelerine toplam olarak 58 milyar lira ödenecek. Gelecek yıl için bakanlığın toplam ödeneklerinin yüzde 21’i (16 milyar liradan fazla) şehir hastanelerinin kira bedeli ödemeleri ile müteahhitlerden yapılan mal ve hizmet alım bedelleri için ayrılmış durumda.
Sağlık Bakanlığı’nın 2021 yılı toplam bütçe Sermaye Giderlerinin yüzde 53’ü ise müteahhitlerden yapılan şehir hastanelerinin kira bedellerine gidecek. Böylece yeni yatırımı çağrıştıran bu kalemin önemli bir kısmının aslında müteahhit ödemelerinden oluştuğu, sağlık alt yapısının güçlendirilmesi ya da grip aşısı gibi üretimi gibi önemli konular için kaynak ayrılmadığı anlaşılıyor.
2021 yılı toplam bütçe mal ve hizmet alımı giderlerinin yüzde 30’ü ise şehir hastanelerinin müteahhitlerinden yapılan mal ve hizmet alımlarına harcanacak.
• Bu bütçe başta döviz kurundaki gelişmelere sırtını çeviren, olası bir döviz krizi, arkasından gelebilecek bir özel sektör borç krizi ve bunun tetikleyeceği bir bankacılık krizi ve son olarak böyle bir finansal çöküşün neden olacağı devlet mali krizini öngörmeyen bir anlayışla hazırlanmış bir bütçe.
• Son olarak, en son İzmir’de 7 şiddetinde yaşanan depreme rağmen, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’na Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan ödeneğin (13 milyar lira) altıda birinden daha az (2,088 milyar lira) ödeneğin ayrılmış olması siyasal iktidarın doğal afet gerçeğini görmediği ya da umursamadığı anlamına geliyor.
Anahtar sözcükler: 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi, Barış, Bütçe, Bütçe Hakkı, Demokrasi, Otoriterleşme, Sağlık Bütçesi, Şehir Hastaneleri, Torba Yasa.
Dip notlar:
- İşsizlik Sigortası ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (16 Ekim 2020), Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (30 Eylül 2020).
- 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ve Bağlı Cetveller.
- Richard Murphy, The Joy of Tax, How a fair tax system can create a better society, Corgi Books, 2016, s. 19-29.