Anadolu’nun Kadınları… Muci ve Nıvart Analar!

BİLGE İNSANLARIN, ZORLUDAN ZOR HAYATLARI (3)

Adnan Genç

Yazı dizilerinin, sosyal medya üzerinden yayımlanmasının çok yararlı bir yanı var. Okunuyor ve hemen tepki görebiliyor. Dün de bir arkeolog arkadaşım arada ve ‘Başlık çok aldatıcı’ dedi. Haklı dostum ama gazetecilikte en temel numara da doğru haber, kuralına uygun bir yazım ve okunurluğu artırabilecek bir başlık… Muhibbe Darga’dan söz etti dostum. Evet bir Hititolog ve şahane kitapları var. Anadolu Kadınları da bunlardan biri ve oradaki başlık benimkinden daha sahicidir…

Karadeniz kadınının en temel çilesi; gurbetçi eşlerinin ve oğullarının çekip uzun zaman ortalardan kaybolmalıdır…  Zaten eğitimli arazilerinde hayli zorlu bir tarımsal hayat bekler onları. Sırtlarında onlarca kilo, çay veya mısır sepetiyle yokuş iner, yokuş çıkarlar. Başlamadan önce ahır temizliği yapıp, ovank kazanını (inek yeminin ocakta hazırlandığı koca kazan) hazırlayıp, bütün ağırlığıyla ahıra taşımaları gerekir. Eğer fazla işleri yoksa, bahçeden eve gelip, hiç dinlenmeden kendi yemeklerini ve ev halkının aşını hazırlar ve gene bağa, bahçeye giderler. Kış yaklaşıyorsa, yarım saat uzaklarda, dağların yüksek noktalarındaki işaretlenmiş ve kesilmiş ağaçlardan taşıyabildiklerini taşımaya giderler. Akşam gelip, çamaşır ve çoluk çombalağın işlerine bakar ve bir ara sızıp, uyurlar… Sabah gene saatler süren mesai…

Kadına hayat zor, Karadeniz kadınına daha zor

Yasemin Cihan, annesi Muci’yi anlatıyor:

Karadeniz kadınının en temel çilesi; gurbetçi eşlerinin ve oğullarının çekip uzun zaman ortalardan kaybolmalıdır… Zaten eğimli arazilerinde hayli zorlu bir tarımsal hayat bekler onları. Sırtlarında onlarca kilo, çay veya mısır sepetiyle yokuş iner, yokuş çıkarlar. Başlamadan önce ahır temizliği yapıp, ovank kazanını (inek yeminin ocakta hazırlandığı koca kazan) hazırlayıp, bütün ağırlığıyla ahıra taşımaları gerekir. Eğer fazla işleri yoksa, bahçeden eve gelip, hiç dinlenmeden kendi yemeklerini ve ev halkının aşını hazırlar ve gene bağa, bahçeye giderler. Kış yaklaşıyorsa, yarım saat uzaklarda, dağların yüksek noktalarındaki işaretlenmiş ve kesilmiş ağaçlardan taşıyabildiklerini taşımaya giderler. Akşam gelip, çamaşır ve çoluk çombalağın işlerine bakar ve bir ara sızıp, uyurlar… Sabah gene saatler süren mesai… Muci Ananın hikâyesini de kızı Yasemin Cihan’dan dinleyelim..

“İsmim; kimlikte Hanife, köyde ise, Muci. 1939’da Rize’nin Pazar ilçesi Elmalık köyünde doğmuşum. Ayıp, günah, yasak, peri, cin geçen cümlelerinin bol olduğu ve toplum baskısının her şeyin önünde durduğu bir dönemde büyüdüm. Babam İstanbul Beyoğlu’nda bakkal işletirdi. Biz köyde kalırdık (babaannem, annem, kız kardeşim ve erkek kardeşim), okula gidemedim, göndermediler. Hem o zamanlar kız çocukları okula gitmez hem de okul çok uzaktaydı. Sahile yakın bir yerdeydi ve yürüyerek gitmemiz hayli zordu gerçekten de: Hudisa denilen bir bölgede ve Kuzika isimli bir köyde olduğundan. 20 kilometre yürümek ve özellikle kış günleri okulun sobasına odun da taşımak çok zordu… Maddi olarak sıkıntı çekmesem de bedenen çok çektim. Bizde erkekler gurbette olduğu için onların işini de kadınlar yapardı. İlk gençlik yıllarımda tarlalarda; fındık, tütün, mısır, buğday, pirinç, fasulye, bulgur kazılırdı (Her ev ihtiyacına göre alır, fazlasını satardı). Daha sonra çay girdi hayatımıza. O zamanlar makas yerine ellerimizi kullanırdık. 2.5 yaprak taze sürüm toplamayla koca çaylıklar elle biter mi?

Ahırda küçükbaş, büyükbaş hayvanlar. Yaz olunca yaylaya, kış olunca köye yerleşirdik. Yaylamız çok uzaktı. 3 gün yol yürürdük. Tabii konaklayarak. İlk gün 20 km içerde olan Zuğa’ya çıkardık. 2 gün dinlendikten sonra Gito yaylasına orada da dinlendikten sonra, son durağımız Cağhpeyik’e ulaşırdık… Ellerimizde gaz şişesi (idare lambası için) sırtımızda yiyeceklerimiz. Özellikle Gito-Cağhpeyik arası çok yorucuydu. Dik yokuşlarla dolu uzuunnn bir tırmanış. Katır ve atlar vardı ama çok pahalı olduğundan herkes kendi yükünü sırtında kendi taşırdı.

Yayladan köye inerken hiçbir yerde konaklamazdık. Evimizi özlemiş olurduk. Yarı yolda ayaklarımızda derman kalmaz, yol uzar gider. Sıra gelirdi kış hazırlıklarına, ısınmak için odun sırtımızda taşınacak, hayvanlar için ot sırtımızda taşınacak, hayvanların gübresi sırtımızda taşınacak, altlarına serilen çaça (kuru ot, YN) sırtımızda taşınacak, çay sırtımızda taşınacak kışlık erzağımız sırtımızda taşınacak. Sırtımızın biz kadınlarda hakkı çoktur.

Evlendim değişen bir şey olmadı. Yüküm ağırlaştı. Taşıma mesafesi uzadı. Patika yollardan ya mecilikle (imece, dayanışma YN) ya da tek başına yapabildiğin kadar artık. Eşim Almanya’daydı. Senenin 20 günü yanımızda olur, elinden geleni yapar ve giderdi. Hem dışarıda hem içeride 3 çocukla beraber mücadeleye devam ederdim. Mecburdum. Bir keresinde sırtımdaki çay 60 kg gelmiş, eksper (çay alım memuru, YN) şaşırmıştı (yürüme yarım saatlik yoldan)… Milletin hayretle bakıp; nasıl yapıyorsunuz diye şaşırdığı işler, bizim her gün yaptığımız sıradan işlerdi.

Biz hayatımızı sırtımızda taşıyarak geçirdik. İşten başımızı kaldıramadığımızdan, şimdikiler gibi sıkılmaya da vakit bulamazdık. Yaşım 82 ama hâlâ çalışıyorum. Tabii köye gidebildiğim zamanlarda😊”…

Nıvart Nektar (Kadıyan) Hergel

Bugünkü bilge kadın öykülerimizden birini daha Ermeni bir dostumuzun mamasına ayırdık… Elbette hepsi birden Suriye yollarında helâk olup yok olacak değillerdi, paçayı kurtaran gene Anadolu’da veya İstanbul’a giderek oralara yerleşip, hayata tutunmaya başladılar… Oğlundan dinleyelim mi hikâyesini Nıvart Ananın…

Vartkes Hergel (Grafiker):

Mamam (Annem) 10’a yakın doğumundan 5 çocuğu hayatta kalmış bir anne idi. Daha 56’sında iken, ona doyamadan 15’imde beni bırakıp aramızdan ayrıldı. Kan kanseri teşhisi konmuştu.. Muhtemelen yaşadığı yoksulluk, zorluklar, travmalar onu erkenden aramızdan aldı.

Ben ‘kazan dibi’ tabiriyle sonuncu çocuğuydum, en küçük ağabeyimden 10, en büyüğünden 20 yaş küçüğüm..

Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı Vakıflı Köyü nüfusuna kayıtlı imiş mamam. Bir diğer Ermeni Köyü Yoğunoluklu Yervant Hergel’e uygun görülmüş, ağabeyi (dayım) Haçer Kadıyan tarafından. Evlendirilmişler.. Evlilik sonrası her türlü zorluk onu sarmış, sarmalamış.. Biri sahip oldukları hayvanlar için olmak üzere 2 göz odada büyütmüş çocuklarını, kocanın gamsızlığı, vefasızlığı onu yaşama mücadelesinde güçlendirmiş.. Bunlar anlatılanlardan bildiğim..

1968 yılında büyük ağabeyimin askerlikte tanıdığı İstanbul’a alıp getirmesi ile yepyeni bir dönem başlamış ailem için.. Zorunlu göç! Tarlabaşı’nda kiraladığı eve yerleştirmiş ailesini. Marangozluk yapıp koca aileyi geçindirmeye çalışmış.. Bir şekilde yerleşilmiş İstanbul’a: Bacı konfeksiyonda işçi, kardeşlerden biri lisede, diğeri Kudüs’te dini okulda öğrenci. En küçüğü ben ise büyüyünce önce Şişli’de, ardından Bağlarbaşı’nda yatılı okulda öğrenci..

Baba figürümüz olmuş büyük ağabey. Anne ise yeni yaşantısına doğduğu köyü özlemle anarak tutunmaya çalışan yüreği kırık bir yalnız kadın. Koca kalabalık ailesine rağmen yalnız bir kadın.

Eşinin her türlü problemine rağmen susup sineye çeken tipik yurdum kadını. Kızmasına, kaderine lanetler etmesine rağmen ‘kol kırılıp yen içinde kalmış’ ve sessizliğe bürünmüş bir melek figürü..

Yıllar geçip de çocuklar büyüdüğünde hesapta beyi kapıcılık yapmış.. Bana sorarsanız, iki oğul ve bir kızı kiraladığı ‘bekârevi’nde rahat yaşasınlar diye beni ve kocasını da peşine takıp, ellisinden sonra çöp alıp, merdiven silip, kazanda kömür yakarak cezasına ceza katarak ömrünü tüketmiş bir eli öpülesi Anadolu kadını.

Erken ölümü ve ona doyamamaktan mıdır yoksa babanın gamsızlığı mı bilinmez tüm kardeşlerimde bir vicdan ve iyi insan olabilme hasleti vardır..

Etkisi çok büyüktür üstümde, bilmeden bana kadın olmanın zorluklarını ve kadına saygıyı öğreten bir ‘kadın’ figürdür.

Anneler boş yere eli öpülesi diye tanımlanmazlar Anadolu’da.. Her biri çile çekerek kazanırlar bu saygıyı. Mamam da böyleydi benim için, bizler için…

Nur içinde yaşasın nektar Nıvart (Kadıyan) Hergel. 1926-1982.

Yervant Hergel (baba), Vartkes Hergel ve Nıvart Nektar Kadıyan Hergel (anne)