Avukatların ölüm orucu

 Mustafa Karadağ

“Halkın Hukuk Bürosu (HHB) avukatlarından Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın, 5 Şubat’ta başladıkları açlık grevini ölüm orucuna çevirdikleri duyuruldu”

Bu haber BirGün’ün 5 Nisan tarihindeki haberi.

5 Nisan Avukatlar Günü.

Uzunca bir süredir tutuklu bulundukları Silivri Cezaevinde “Gizli tanık aldatmacası, itirafçılık/iftiracılık, SEGBİS dayatması, delilsiz, varsayımlara, soyut iddialara dayalı hüküm kurma, ceza yargılama ilkelerinin yok sayılması ile görünüşte bile adil olmayan yargılama oyunları son bulsun” talebiyle başladıkları açlık grevi eylemini ölüm orucuna dönüştürdüler.

Açlık greviyle canlarını ortaya koyarak kamuoyuna iletmek istedikleri mesaj, almak istedikleri sonuç ve netice itibariyle talepleri son derece doğru ve haklı talepler. Ölüm orucuyla bu taleplerinde ne kadar samimi ve ısrarlı olduklarını ifade ediyorlar.

Kararlarına saygı duymak ve iradelerine uygun davranmak gerekiyor, öncelikle bunu söylemek zorundayız.

Açlık grevi ya da ölüm orucunun bir eylem sayılıp sayılmayacağını, insani olup olmadığını, amaca hizmet edip etmeyeceğini tartışma konusu yapmak değil niyetim. Şu kadarını söylemek zorundayım, sağ olmalarını ve mücadelelerine sağlıklı devam etmelerini daha doğru buluyorum ve eylemlerine bir an önce son vermelerini ben de onlardan talep ediyorum. Bu talep adaletten pay istememize engel değil.

Öncelikle yargılanmaya başladıkları ilk duruşmanın ilk iki gününde duruşma salonundaydım. Polislerin mahkemeyi görmezden, tanımazdan gelerek yasaya, duruşma adabına rağmen nasıl silahlarıyla, sivil olarak izleyicilerin hatta avukatların arasına oturduğunu, mahkemenin nasıl dışarı çıkarttığını, çıkarken nasıl bir düşmanlık ifade ettiklerine tanık oldum ben de o salona gelen herkes gibi. Sonra tahliyelerine karar verilmesini, gece yarısı yeniden tutuklanmalarını, mahkeme hakimlerinin hemen değiştirilmelerini, hasılı tüm yargılama sürecini hep beraber izledik. Soruşturma aşamalarında neler olduğu da konuyu bilenlerin malumu. Bir kez daha tekrarlamanın zararı yok, taleplerinde son derece haklılar.

Sırası gelmişken söylemek lazım Helin Bölek öldü, ölümden bir şeyler umarak. İbrahim Gökçek ölüm ile yaşam arasındaki mücadelesini sürdürüyor.

Bizler bunca yıl geçmiş olmasına karşın Berkin Elvan soruşturmasında bir yol kateden, ilk kez faillere bu kadar yaklaşan İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın Çağlayan adliyesindeki odasında katledilmesi olayının sorumlularının tespitini, olay yeri tespit tutanağını, otopsi ve balistik raporlarını, Berkin Elvan’ın katillerini merak ededuralım, Mehmet Selim Kiraz davasının tutuklularından Mustafa Koçak da ölüm orucuna devam ediyor.

Kimse sözü eğip bükmesin, aynı infaz indirimi-örtülü af yasasında olduğu gibi ölümün, aslında canın bir pey olarak sürüldüğü eylemlerde insandan ve yaşamdan yana olmak zorundayız.

Adil yargılanma ilkelerinin, yasaların evrensel hukuka uygun şekilde tüm yargılamalarda uygulanmasını talep etmek zorundayız. Masumiyet karinesi, lekelenmeme hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, adil yargılanma hakkı, yaşam hakkı gibi ilkelerin tarafsız ve adil şekilde uygulanması adalete olan güvenin artması yanında açlık grevlerini, ölüm orucu eylemlerini de sona erdiren bir durum olacaktır. Ve adaletin, hukukun uygulanmasının, sanıkların kimlikleriyle bir ilgisi olmadığını, sadece suç ve cezanın kişiselleştirilmesine dair bulunduğunu da unutmamalıyız.

Diğer yandan açlık grevi, ölüm orucu gibi eylemlerin iyiliğe doğru bir adım atılması, bir farkındalık yaratılması için gereken koşullardan biri de karar vericilerin vicdanının, merhamet duygusunun olması gerektiğidir.

Gözü kör, kulağı sağır ve kalbi mühürlü, her türlü muhalif düşünce ve eleştiriyi terör ve örgütlü suç olarak niteleyen ve yargısı buna göre vaziyet alan bir iktidarın olduğu yerde ölmeye yatmanın da bir değeri olmayacaktır. Yaşam hakkına, insan onuruna sahip çıkarak bir mücadele yönteminin inşası da bizatihi mücadelelerini savunan insanların ve özellikle de avukatların yaşamasıyla mümkün olacaktır ve elbette sanatçıların, türkü söyleyenlerin.

Asıl konuşmamız gereken konu ise her türlü eksikliğine karşın halen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir hukuk devleti olduğunu söyleyen Anayasası olduğu halde iktidar sahiplerinin hukuku hiçe saymaları, asayiş ve huzuru korumakla görevli ve duvarlarında “Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adaletli olmayan kuvvet zalimdir” yazan polis gücünün bu yazıyı okumaktan ve uygulamaktan imtina etmesidir. Kuşkusuz bu okumama hali basit bir yeteneksizlik değil politik bir vakadır.

Korona virüsünün sınıf ayrımını ortadan kaldırdığı ve doğanın tüm egemenlerden intikam aldığı şu günlerde temel haklardan yana tavır almanın bir zaruret olduğunu kavramak hepimize iyi gelecektir. Belki de Dünya’da barış ve demokrasinin tesisine böyle bir salgın vesile olacaktır.

Gelin, hepimiz, her yerde, her zaman doğaya ve yaşamın kutsallığına omuz verelim. Ve diyelim ki “Ölüm adın kalleş olsun.” ve “Kapının ardında bizi bekleyen ölüm değil hayattır.”  Ve biz barışı, demokrasiyi ancak yaşayarak varedebiliriz.

Öyle değil mi Av. Aytaç Ünsal ve Av. Ebru Timtik?