Bizans’ın kötü durumu Türkler’in şansı oldu!

Metin Gülbay

Bize anlatılan tarih genellikle Osmanlı beyliğinin tarihidir diğer Türkmen beylikleri sanki Türk değilmiş gibi. Anlatılan Osmanlı tarihi de kahramanlık efsaneleriyle süslenmiştir. Türkmen beyleri Batı Anadolu’da toprak kazanırken karşılarında muhteşem Bizans imparatorluğu ve ordusu mu vardı, Türkler bu inanılmaz güçlü orduyla savaşarak mı topraklarını genişletti sorularına yanıt bulursak efsane ile gerçekler birbirinden kolayca ayrılır. 

Bizans İmparatoru 8.Michael Palaiologos (1259-1282 arasında) Pachymeres Historia el yazmasından minyatür, 14.yüzyıl.

Türkmenler Anadolu’ya Moğollar’dan kaçarak geldi

“Moğol istilası Asya’da büyük bir karışıklığa yol açmıştı. Doğunun daha ilerideki yörelerinde yaşayan Türk ya da Türkmen göçebelerinden pek çok aşiret ve aile Moğollar’dan kaçmak için batıya göçmüştü. Selçuklu sultanları bu sığınmacıları başlarına dert saydı ve onları Bizans sınırı boylarına yerleştirdi. Selçuklu Sultanlığı Moğollara yenik düşüp çökünce, yeni gelenler kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kaldı. Bunlara, Selçuklu ülkesiyle Bizans ülkesi arasındaki sınırda, sahipsiz arazide yerleşmek üzere ailelerini ve sürülerini de birlikte getiren yeni sığınmacı kitleleri katıldı.”1

“1261’de göçmenlerin sayısı binleri bulmuştu. Kendi aralarında birleşik tek cephe oluşturmuş değillerdi ve askeri harekâtları küçük ölçekteydi. Ne var ki, akınlarını fanatik dindarların coşkusuyla ve geri çekilme olanağı bulunmayan insanların kendini esirgemezliğiyle yapıyorlardı. Gelecekleri talana ve batı yönünde, Anadolu’nun deniz kıyısına daha yakın olan bereketli vadilerine, ovalarına doğru ilerlemek umuduna bağlıydı. Bu dağınık aşiretlerin gazi önderleri saldırılarını, vaktiyle Nikaia (İznik) imparatorları tarafından oluşturulmuş sınırın çeşitli noktalarına geçerek yönlendiriyorlardı.

Söz konusu sınırın doğal çizgisi, hayli uzun zamandan beri, Karadeniz’e akan Sangarios/Sakarya ırmağının vadisi, güneyde ise ilkçağ kenti Miletos’un önünden denize dökülen Menderes ırmağının vadisiydi. 1261 öncesinde bu sınır, aileleri kendi arazilerini ekip biçen yerli askerlerce ve akritai (uç savunucuları) denen, sınır boylarında konuşlandırılmış sınır koruma birliklerince iyi savunulmaktaydı.

Bizans İmparatoru 2.Andronikos (1282-1328 arasında).

Bu birlikler için, İmparator İoannes Vatatzes’in onlara güvendiği ve sürgündeki imparatorluğu iyi korusunlar diye onları ödüllendirdiği eski büyük günlerin anıları hâlâ canlıydı. Bağlılıkları onun soyundan gelenlereydi, tahtı gasp etmiş Mikhael Palailogos’a değil. Çok uzakta, Konstantinopolis’teki hükümetin onlara ücret ödemekte geciktiğinden yakınıyorlardı.”2

İzmit’in doğusunda Türklerle küçük çaplı çarpışmalar yapılırken Konstantinopolis o sıralarda ne durumdaydı acaba?

İmparatorun iki yüzlü tutumu halkı bezdirmeye başladı

“Bizans Anadolusu’nun savunması, devlet merkezinin Nikaia’dan3 Konstantinopolis’e taşınmasını izleyen ekonomik ve toplumsal yapı değişikliğinden de etkilenmişti. 8. Mikhael, önceleri kendisinin tahta çıkmasına yardımcı olan, Nikaia’daki aristokrat ailelerin çıkarlarından yana tutum izlemeyi siyaset açısından uygun saydı.

Bitinya bölgesindeki ve Menderes Vadisi’ndeki büyük toprak sahiplerine, keza büyük manastırlara ilişkin vergi bağışıklığı tanındı. Bir kez Konstantinopolis’e yerleştikten sonra Mikhael’in, bunlara, askerlik hizmeti açısından ya da kendi mülklerine ilişkin vergi ödenmesi bakımından yükümlülüklerini anımsatmakta duraksama göstermediği doğrudur.

Tarihçi Pakhimeres’in portresi

Ama yükün en ağırı köylülere ve bağımsızlıklarını elde tutmaya çabalayan küçük mülk sahiplerinin üzerine yıkıldı; bir yandan da, devlet giderlerine katkıda bulunmak üzere ödemek zorunda kaldıkları paranın çoğunun Konstantinopolis ve imparatorluğun Avrupa’daki illerini savunmak için harcanması, bunların içini hiç de güvenlikte olma duygusu yahut devlete bağlılık duygusuyla doldurmadı.

Eski Nikaia İmparatorluğu’nun serveti böylece bir azınlığın elinde toplandı ya da Avrupa’ya akıtıldı gitti. Ordusu yok oldu ve savunma düzeni çöktü.”2

Bizans artık o muhteşem günlerini en az yüz yıl geride bırakmış ve batıda Latinlerin işgal ve tehditleriyle başa çıkmaya çalışan, doğudaki Türkmen baskılarını belli belirsiz hisseden, ancak anlaşıldığı kadarıyla Türkler durumu ciddiye bindirinceye kadar durumun vahametini kavramakta geç kalan bir durumdaydı.

“…imparatorluğun doğu sınırı boyunca yığılmış Türk aşiretlerinin gazileri beklediklerinden çok daha kolay ilerledi. Bizans tarihçisi Georgios Pakhymeres sonunda imparatorluğun yıkımına yol açan olayların ilk aşamalarını görmüştü. (Yapıtında) 1261’in hemen sonrasındaki yıllarda, Sangarios ırmağı doğusundaki Paflagonya bölgesinde tırmanan felaketi betimler ve bunun suçunu İmparator 8. Mikhael’e yükler:

‘Çünkü İmparator ‘uluslar’a yaptığı destekleme ödemeleri yüzünden hazineyi tüketmiş ve imparatorluğu iflasa sürüklemişti; açıkları kapatmak için de bu bölgelerin (Paflagonya vb. bölgelerin) halkına ezici vergi yüklemişti.

Görünüşe bakılırsa O, halkı yaşam için gerekli şeylerden yoksun bırakmakla kendisine karşı direnme güçlerini zayıflatacağını varsaymıştı, çünkü bu halkın, Laskaris Ailesi’ne ve Patrik Arsenios’a bağlılıkları nedeniyle kendisine karşı başkaldırmaya pek meyyal bulunduğundan korkuyordu. Vergileri artırarak onların derisini yüzme görevini, soysuz sopsuz rezil kişilere verdi… ve hem Paflagonya’nın hem de daha ötelerin ahalisi, kendilerinden istenen nakit para ile ödenecek vergiyi devşiremedikleri için, bu umutsuz çabadan vazgeçti ve birer ikişer Türklerin yanına geçti, çünkü onları imparatordan daha iyi efendi sayıyorlardı.

Öte yana geçenler bir iki kişi derken gün geldi sel gibi aktı ve Türkler bu kişileri rehberleri ve yandaşları olarak kullandı, bunların yol göstericiliğiyle, hâlâ imparatora bağlı kalanların mülkleri talan edildi, yakıldı, yıkıldı; bu işi yapanlar önceleri akın yapıp dönmekteydi ama sonra araziyi sahiplenip oralarda yerleşti. Bu işler olup biterken imparator bütün yardım çağrılarına karşı sağır kaldı ve ayağının dibindeki işlere hiç bakmayarak bütün gücünü batıda harcadı.’4 s.90

Tarihçi, astronom, eğitim ve din konularında polemik adamı Nikeforos Gregoras.

Yerli ahalinin Türklerin yanına geçmesi yıkıma giden yolu açtı

“Nikeforos Gregoras, talancı Türk çetelerin nasıl Bizans sınır kasabalarını bastıklarını ve savunmacı birlikler, ücretlerinin imparatorluk hazinesince ödenmesi geciktiği için görev yerlerini bırakıp gittiğinden bu kasabaların nasıl savunmasız bulduklarını anlatır. ‘Başlangıçta çok önemsizmiş gibi görünen şeyler, sonradan görüldü ki, Romalılar için felaketin kaynağıydı.’ Gerçekten Türkler yalnız Paflagonya’da değil çok daha güneyde de Bizans topraklarına akmaya başladı. Sınır bölgelerinde hemen hemen sürekli çatışmalar çıkıyordu ve anlaşılan, bir de Gregoras’ın felaket işte bununla başladı dediği, eni konu bir savaş yapılmıştı. Bu, Bizans ordusunun ezici bir yenilgiye uğramasıyla sonuçlandı. Ordu kötü yönetilmişti ve kendi yurtlarını savunabilecek yerli askerler Bulgarlarla ve Tesalya’daki yahut Epeiros’taki Yunanlarla savaşmak üzere Avrupa’ya geçirildiklerinden, ücretli askerlerden oluşmaktaydı‘Böylelikle barbarlar bizim sınır kentlerimizin, kasabalarımızın iç kalelerini işgal edebildi ve fethettikleri toprakları paylaşabildi’.5

Bizanslı tarihçi N.Gregoras’ı üzen gelişmeler bununla sınırlı kalmadı. Bizans imparatoru çok daha vahim işler yaptı. Bizans Ordusu İmparator Andronikos zamanında yetersiz bulunmaya başladı. Girit’i işgal eden Venedikliler’den kaçan sığınmacılar veya Tatarlar’dan kaçan Alanlarla ucuz paralı askerlerle ordu idare edilmeye çabalandı. Andronikos bu arada donanmayı da tümüyle dağıttı. Çünkü İtalya’dan gelen işgal tehdidinin artık kalktığına inanıyordu. Bir tehdit olursa Cenevizliler’den yardım alabileceğini sanıyordu. Harcamalar o kadar fazlaydı ki ordudan, donanmadan böyle tasarruf edilerek paranın başka amaçlarla harcanabileceği hesaplanıyordu. 

Donanma dağıtılınca işsiz kalan tayfalar açlıktan ölmektense İtalyanlar’ın ve Türkler’in hizmetine girdi. Evet yanlış duymadınız Türkler’in hizmetine. Yani tasarruf önemleri hiç de Andronikos’un tahmin ettiği gibi sonuçlanmadı. Türkler 14.yüzyılın (yani 1300’lerin) hemen başlarında Ege kıyılarına ulaştı ve kendi gemilerini yapmaya başladı. O zaman fark edildi ki donanma belki küçültülmeli ama kesinlikle dağıtılmamalıydı. Acilen minik de olsa bir donanma oluşturulmaya çalışıldı ancak bu çok göstermelik bir çabaydı, Gregoras “Bizans Donanmasının dünyaya maskara edildiğini” söylüyordu. 

Ekonomik olarak da imparatorluk darmadağın olmuştu. Var olan zenginlik minik bir azınlığın elinde toplanmıştı. Pronoia denilen imparatorca bağışlanmış mülkler kişi ölünce devlete geçerken Mikhael döneminde bu düzen değiştirilerek miras yoluyla çocuklarına bırakılmasının önü açıldı. Topraklar çocuklara geçerken üzerinde çalışan köylüler de mülkün ayrılmaz parçasıymış gibi toprakla birlikte yeni “sahipleri”ne devrolunuyordu.

Paranın değeri ise 1304 yılında bir kez daha düşürülerek 14/24 oranından yarı altın yarı katkı maddesi biçiminde (12/24) belirlendi. Açlıktan kırılan halka bir darbe de bu devalüasyondan geldi. Latinler’in batıdan yönelttiği istila tehditleri, Venedik ve Cenevizlilerin denizde Bizans’ın her şeyiyle ilgilenen iki güç olarak kalması ve bunu sürekli olarak kendi çıkarlarını artırmak için kullanmaları Bizans’ı bunaltıyordu. Bir yandan da doğuda Osmanlılar 1302 yılında yeni bir zafer kazanmıştı ve devletin başkentine yalnızca 80 km. mesafedeydiler.

Osmanlı güçleri sözü edilen yılda İzmit yakınlarında Bizanslıları Bapheus Savaşıyla yenilgiye uğratmıştı. Bizans’ın aklı bu yenilgiyle başına geldi mi diye soruyorsanız ne yazık ki yanıt hayır olacaktır.

Türkler ilerlerken Bizans iç çekişmelere dalmış

“Patrik 12. İoannes kimi siyasal, kimi kiliseye ilişkin bir hayli konuda Andronikos ile ters düştü. 1302 Temmuzu’nda istifa edecekmiş gibi yaptı ve bunun açıklanması kilise içinde yeni bir fırtınanın kopmasına neden oldu. Arseniosçular olayın parsasını toplamakta hiç gecikmedi. O günlerde imparator, doğu sınırlarında Türklerin kazanmış olduğu ezici zaferlerin haberini almış, neredeyse yıkılmıştı. Ama kilise sorunlarıyla uğraşmaya daima vakit ayırabiliyordu. Ona göre dirlik düzenlik ancak, eski patrik yeniden göreve dönmeye ikna edilebilirse, onun güçlü eliyle geri getirilebilirdi.

Athanasios yandaşlarından da yardım görerek imparator ustaca, bu büyük Patrik’i halka ‘Tanrı yolunda adam’ diye tanıtmayı başardı. Athanasios, inzivaya çekildiği yerden, saraya haber göndermiş, ‘Tanrı’nın Konstantinopolis halkına duyduğu öfke yakında patlak verecek’ diye kehanette bulunmuştu. Tam o gece, 15 Ocak 1303’te hafif bir deprem oldu, iki gün bütün kent zangır zangır sallandı. İmparator bu felaketlerin gerçekleşeceğini daha önce kendisinin, şimdilik adını söyleyemeyeceği bir keşişin bildirmesiyle öğrenmiş bulunduğunu açıkladı.

Sonra halktan ve din adamlarından oluşan büyük bir kalabalık topladı ve onlara, kendisini izleyip böylesine büyük bir kişi önünde secde etmelerini buyurdu. Tören alayı, Athanasios’un yaşamakta olduğu manastıra kadar yürüyerek gitti. Giriş kapıları açılıverdi ve herkes, hemen, Tanrı’nın gizemli habercisini tanıdı, onun önünde diz çökerek, yeniden patriklik makamına dönmesi için yalvardı.

Görevdeki patrik 12. İoannes bir süre karşı koymadan pes etmedi, ama sonunda, 1303 Haziranında, Athanasios zafer kazanmış olarak patrikhaneye geri getirildi.

Kilisenin yüksek rütbeli din görevlilerinden kimi, son görev dönemini anımsayarak, Athanasios ile barışmak istemedi. Ancak, 1304 Martında imparator çoğunu boyun eğmeye razı etti. Ne var ki, İskenderiye Patriği boyun eğenlere katılmayı reddetti ve az sonra Konstantinopolis’ten ayrıldı.”6

Athanasios’un baskısı ve imparatorluğun zor günleri

“Athanasios imparatorun onu desteklemesine güvenerek, dünya nimetlerinden vazgeçme ilkesini kiliseye ve manastırlara kabul ettirmeye çalıştı. Muhalefet yine gürültülü ve güçlü bir tepki gösterdi. Ancak imparator bunu umursamadı ve patrik’in ermiş kişi olduğunu hiç kuşkusuz belirten kehanet gücünün ve doğaüstü yetilerinin yeni örneklerine değinmekten keyif aldı. Athanasios’un 2.patriklik dönemi 1303-1309 arasındaydı. Bunlar imparatorluğun bunalım yıllarıydı. Türkler batıya doğru yürüdükçe, yığınlar halinde Konstantinopolis’e gelen yersiz yurtsuz aç sığınmacıları doyurmak ve rahat ettirmek için enerjik önlemler alması Athanasios’un hesabında alacak hanesine yazılmalıdır. Ama Pakhymeres’e  inanılırsa, ibadetini daha göze batarcasına yapmaya başlamış, onun yüce ölçütlerine karşı çıkanları ya da ayak uyduramayanları daha bir hararetle cezalandırır olmuştu. Yalnız din adamlarını değil sıradan tebaayı da kurduğu mahkemede yargılıyordu. İskenderiye, Antakya ve Kudüs’te görev yapan patrik kardeşlerinin Konstantinopolis’teki mülklerini ellerinden aldı; gün geldi, ayinde adı söylenmesine izin verilen tek patrik olarak kendisi kaldı. Kentteki keşişlerden birçoğu, Galata’daki İtalyan rahiplerin yanına sığındı.”7

Sonunda 1309 eylülünde çekilip münzevi yaşamına geri döndü. Bu arada İmparator Andronikos 1304’te Arseniosçuların önderlerini toplamış ve düşmanlıkları geride bırakma önerisinde bulunmuştu.

“Onlar kargaşa yaratmayı sürdürünce de Konstantinopolis’teki karargahları olan Mosele Manastırının silahlı muhafızlarca kuşatılmasını buyurdu. O sıralarda başkentteki hava, imparatorun daha fazla ödün vermesine ya da Arseniosçuların nifak tohumları etmelerine daha fazla göz yummasına olanak bırakmayacak kadar gergindi. İmparatorun canına kasteden birkaç gizli örgüt vardı, ayrıca Anadolu’dan gelen sığınmacılar onun en müteşekkir uyruklarından sayılmazlardı. 1305 kışında, kentin göbeğinde, imparatora karşı bir komplo girişimi ortaya çıkarıldı. Bunun başında İoannes Drimys bulunuyordu ve hempaları, görünüşe bakılırsa, planlarını Mosele Manastırında kotarmışlardı.”8

Bizans içine düşeceği kuyuyu sanki kendi elleriyle kazıyordu. Türkler ise neredeyse sahipsiz bırakılan topraklara el koymakta hızlı davranıyordu. Türkler deyim yerindeyse Bizans’ın kötü durumunu kendileri için şansa çeviriyordu.

1 P.Wittek’ten alıntı, Donald M.Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları, 1261-1453, s.88, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

2 Donald M.Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları, 1261-1453, s.88-89, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

3  Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Latinlerin 1204 yılında Konstantinopolis’e gelip şehri talan etmesi ve şehirde Katolik Hıristiyanlar idaresinde bir Latin İmparatorluğu’nun kurulmasının ardından Bizans İmparatorluğu asilleri tarafından kurulan Yunan devletlerinden en büyüğüdür. 1204 ile 1261 arası hüküm sürmüştür. (https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4% B0znik_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu). Metinde söz edilen başkentin taşınması işte bu olaydan kaynaklanmıştır.

4 Pakhymeres, I, s. 291-293 (CFHB); I, s.221-223 (CSHB). CFHB: Corpus Fontium Historiae Byzantinae. CSHP: Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae.

5 Nicol, s.90.

6 Nicol, s.110.

7 Nicol, s.111.

8 Nicol, s.112.