Bu kez AKP’ye ilaç yok: Siyasi İslam faşizmi için ‘ne yerse yesin’ dönemi başladı…

Figen Çalıkuşu

Bütün ciddi araştırma kurumları Türkiye’de halkın, en büyük sorun olarak açık farkla ekonomik sıkıntıları gördüğünü ortaya koyuyor…

Hatta öyle ki halkın boğazını gittikçe artarak sıkan ekonomik kriz araştırmalarda o kadar önde koşuyor ki, adeta diğer sorunlar buharlaşmış gibi. Ayrıca, büyük çoğunluk durumun daha da vahimleşeceğine inanıyor.

Türkiye o kadar kötü yönetiliyor ki hiçbir ucuz siyasi şov, ucuzluk, tıynetsiz hesaplar bile bunu önleyemiyor, gözlerden saklayamıyor…

Ayasofya istismarı bile…

Birkaç gündür devam eden Ayasofya tartışmalarını izliyorum.

Ayasofya benim de defalarca ziyaret ettiğim her seferinde huzur ile ayrıldığım tarihsel bir hazine, tarihsel bir insanlık mabedi.

Kararın hukuki yönünü tartışmak niyetinde değilim, Ayasaofya’yı her ziyaretim sonrasında huşu olarak tanımlayabileceğim kendi duygularımı paylaşmak niyetinde de değilim…

Benim asıl dikkatimi çeken CHP’ye yapılan ve zaman zaman saldırı noktasına uzanan ‘uslu muhalefet’ eleştirisi.

Genel olarak CHP, ‘dindar kesimde’ yanlış anlaşılmasın kaygısıyla ‘sessiz’ kaldığı iddia edilerek eleştirilmekte.

Acaba öyle mi?

Türkiye’nin bu günkü gerçeği ile bugüne nasıl gelindiği gerçeğini bir arada değerlendirmeyi unutmamak gerekiyor, çünkü bu realite unutuluyor anlaşılan.

‘Demokratik laiklik’ anlayışını pekiştirmek yerine, en katı laiklik savunuculuğu yapılırken, ‘Laik Cumhuriyetin’ sigortası olarak sadece devletin askeri erkanının görüldüğü yanlışı ortalıkta duruyor.

Yanlışlar irdelenmeyince, dini referansları esas olan muhafazakar partinin iktidara gelişi ve 18 yıldır da giderek koyulaşan baskı ile yönetiliyor olmasının ‘sebebi nedir?’ sorusu da derinlemesine tartışılmıyor, toplumsal beklentilere cevap verecek demokratik çözümler de araştırılmıyor.

Nerede yanlış yapıldı, bu yanlış nasıl giderilir sorusu çok daha öne çıkıyor…

Bunu sormak, cevap aramak, çözüm üretmek yerine eski ezberlerle öfke kusmak durumu çok uzun zamandır değiştirmiyor. O halde daha farklı ve ciddi bir düşünce sürecine ihtiyaç var…

Kemal Kılıçdaroğlu bu süreci epeydir başlatmasa ve hem partisini, hem Türkiye’yi dönüştürmek gayretine girişmese bugün 11 büyük kenti de CHP yönetiyor olamazdı…

Çünkü geçmişte yasak, baskı tek esaslı yöntem olarak görüldü ve tercih edildi. Ama zamanla nüfus artıp, yaşam karşısında yetersiz kalan çaresiz yığınlar çoğaldıkça baskıya rövanşist bir kutuplaşma da tırmanmaya başladı.

Evet tabii ki Ayasofya seküler Türkiye’nin sembolüdür…

Evet aslında gölgesi kalmış seküler Türkiye’nin resmi tamamen silinmeye çalışılmaktadır…

Ama bu siyasal iktidarın da aczinin, beceriksizliğinin, bitişinin ilanıdır…

Ayasofya üzerinden tükenen barutunun son kırıntısını da harcadı.

Ancak ‘üzgünüm Leyla’ demek zamanı…

Günümüz Türkiye’sinde bu toplumun ve AKP’yi destekleyen dindarların tek meselesi Ayasofya değildir artık…

Türkiye’de 17 milyon insan 700 TL aylıkla geçinmeye çabalıyor…

Aç ve yaşam çilesi karşısında tükenmiş bir siyasal iktidarın bezdiren ve gına getiren din sömürüsü öne çıkar mı, çıkamadığını da gene araştırmalar söylüyor…

Böyle bir süreçte, din istismarından medet umacak kadar zavallılaşan bir siyasetin ekmeğine yağ sürmeden, toplumun çok ağırlaşmış ekonomik ve sosyal sorunlarını geriye itmeden ve demokratik bir laiklik ekseninde demokratik cumhuriyetin inşası için yapılması gereken nedir?

Galiba öncelikle zamanın ruhunu iyi okumak, toplumsal nabzı iyi tutmak gerekir.

Bu yapılmadığında ya da sağlıklı bir şekilde yapılmadığında ‘avcı olayım derken av olmak’ da söz konusudur pekala. Üstelik de son zamanlarda yaşanan hep bu olmuştur…

Vurguladığım gibi CHP artık bu konularda av olmak istemiyor.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘dünyanın tüm demokratları birleşin’ çağrısı boşuna değildir.

Amaç dindar kesimde yanlış anlaşılmamak kaygısı değildir.

Amaç mecali kalmamış, canı burnunda AKP’ye hep beslendiği, palazlandığı, gürbüzleştiren can suyunu vermemektir.

Ağır bir işsizlik, yakıcı bir enflasyon, büyük bir umutsuzluk ve gelecek kaygısı dindar olsun olmasın her kesimin en birincil ve birincil olduğu kadar ortak dertleridir.

Bir eve aş alacak üç beş kuruş girmiyorsa, çorba kaynamıyorsa, ocak yanmıyorsa; dindar ya da laik ‘Ayasofya istismarı’ ile ne kadar ilgilenir, aç karınlar bununla avunur mu?

Erdoğan’ın başka bir formül bilmediği için hep uyguladığı ve şimdi yeniden ısıtmak istediği gerginlik, kutuplaşma çaresizliği ortada…

Halbuki krizlerle ve çöken bir devlet yönetim anlayışıyla sarsılıp duran bir de korona sillesini yemiş bu toplumun ilacı Ayasofya üzerinden yaratılmak istenen yeni cepheleşme değildir.

Çok aşinası olduğumuz kabuk tutmuş yaraların çıbana dönmesinden başka işe yaramaz bu zıtlaşma. Çaresiz durumdaki siyasal iktidarın ve Erdoğan’ın cepheleşme politikasının tuzağına düşmek olur…

Unutmayalım, zıtlaşma ilacına ihtiyacı olan mecali kalmamış AKP ve onun genel başkanıdır.

Yaşanan baskı dönemi, ‘de facto’ diktatörlük süreci, tüm topluma çok şey öğretti, öğretmeye de devam ediyor…

AKP içinden partiler doğdu, hiçbir tutarlılığı kalmayan, çifte standartlı, ilkesiz, yolsuzluk, yalan batağında bir dönemin sonuna geldik…

‘Ne yerse yesin’ dönemindeyiz… Siyasal İslam faşizmi dönemi yaşamak için istediği ‘dozu’ CHP’den alamadı, alamayacak…

AKP’ye varlık kaynağı olan bu ilaç verilmemiştir.

Evet Ayasofya tartışmasında din bezirganlığını sergileyecek noktalarda çok fazla bağrılmamış, söylenmesi gereken yeterince söylenmiştir. Oynanmak istenen oyunun da altı çizilmiştir…

Daha fazla bağırılabilinir miydi, tabii ki…

Ama doğru olur muydu, yukarda da vurguladığım gibi hiç emin değilim…

Toplumun bir hafızası vardır ve tüm algı operasyonlarına rağmen gerçeklerin duvarına çarpma kaçınılmazdır.

Mecalsiz AKP, son bir takat ile Ayasofya demiştir. Ama can suyu ile alacağı ilacı bulamamıştır. Ayasofya şimdi bir kez daha camii oldu, hayatta kalma savaşı verenler açısından ne değişti?

Bir kadın ve anne olarak, kadınlar adına sorayım:

24 milyon annenin 4.8 milyonu açlık,

14.5 milyonu yoksulluk sınırı altında yaşıyor…

Bu talihsiz insanlarımızın yüzde kaçı Ayasofya cami olsun tartışması ile ilgilenir?

Sizce ilgilenir mi?

Açlık sınırı Haziran 2020’de 2.431 TL iken yoksulluk sınırı altında yaşayan 17 milyon insanımız varken evine ekmek götürme telaş ve kaygısı mı; Ayasofya mı?

İşsizlik oranı katlana katlana artarken enflasyon tırmanışta iken, yaşar kalma savaşı mı; Ayasofya mı?

Toplumun yalan üzerine bina edilmiş olan algı haznesi doldu taşıyor, Ayasofya tartışmasına girmek eski ilaçları tazeleyerek AKP’ye güç vermek haznede delik açmaktan başka işe yaramaz.

Bu kez AKP’ye ilaç yok.

Siyasi İslam faşizmi için ‘ne yerse yesin’ dönemi başladı…

Bu dönem bitiyor, az kaldı…