Cumartesi Demirtaş; Pazar Kılıçdaroğlu

Cumartesi günü Demirtaş’tan dinlediklerimle, Pazar günü Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının ortak paydası: Yeni bir Türkiye için “Demokrasi” ve ötekileştirme yerine “uzlaşma”.

Demirtaş’ın ve Kılıçdaroğlu’nun birbirinden habersiz neredeyse aynı mesajları veriyor olması umutları güçlendiriyor.

Yusuf Alataş

Çeşitli nedenlerle uzun zamandır ziyaret edemediğim Selahattin Demirtaş ve Abdullah Zeydan’ı Cumartesi günü ziyaret ettim. Geçirdiği rahatsızlık dolayısıyla da özellikle Demirtaş’ın sağlık durumunu merak ediyordum.

Demirtaş görüşme odasına girdiğinde, kendi deyimiyle, yüzünü dinlendirmek için hafif sakal bıraktığını gördüm. Ama gayet sağlıklı ve dinamik bir hali vardı. Elinde kalınca bir defter, kalem, hal hatır sorduktan sonra, hemen Türkiye’nin gidişatı ve son dönemlerdeki gelişmelerle ilgili düşüncelerimi sordu. Belli ki benimle görüşmeye gelirken, neler konuşacağımız konusunda bir hazırlık yapmış. Ayrıca benim değişik gruplarla yaptığım görüşmelerden de haberdardı.

İki saatten fazla bir süre karşılıklı olarak deyim yerindeyse “durum değerlendirmesi yaptık”. Benim dışarıdan, O’nun içeriden yaptığı değerlendirmeler, çok büyük ölçüde çakışıyordu.

Demirtaş cezaevindeki bir siyasetçi olarak değil, Türkiye’nin geleceği üzerinde planlar yapan bir lider olarak görüşlerini benimle paylaştı.

Türkiye’nin içerisinde bulunduğu mevcut durumun, yeni bir demokratik Türkiye inşası için büyük bir fırsat yarattığını vurguladı ve bu süreçte gidişattan memnun olmayan bütün kesimlerin koşulsuz, ‘ama’sız, ‘fakat’sız ve kimseyi dışlamayan bir anlayışla taşın altına elini koyması gerektiğinin altını çizdi.

Demokratik, özgürlükçü, insan haklarına dayalı bir Türkiye için, “ötekileştirme” yerine “kucaklayıcı” politikalara ihtiyaç olduğu; bunun; sağ/sol, muhafazakâr/laik, Alevi/Sünni, Kürt/Türk demeden demokrasiden yana olan herkese sorumluluk yüklediğini ifade etti.

Daha sonra açıklanacak bazı çalışmalar konusunda da görüş alış verişinde bulunduk.

Konuştuğumuz konulardan biri de, yeni kurulan ve kurulması beklenen yeni siyasi partiler de vardı. Karşılıklı olarak bu konudaki görüşlerimizi paylaştık. Demirtaş’ın bu yeni parti oluşumlarını dikkatle takip ettiği ve önemsediği izlenimini edindim.

Sorusu üzerine, Demirtaş’a son dönemlerde katıldığım bazı toplantılarla ilgili bilgi verdim, düşüncelerimi onunla paylaştım.

İki saatin nasıl geçtiğini ikimiz de anlamadık. Demirtaş’ı her zamanki gibi genç, dinamik, heyecanlı, iddialı ve daha da önemlisi umutlu görmek beni çok memnun etti. Abdullah Zeydan’la görüşmemiz de aşağı yukarı aynı konuları konuşarak geçti.

Uzun zamandır yerine getiremediğim bir görevi yerine getirmenin rahatlığı ile cezaevinden ayrıldım.

Edirne Cezaevi’ndeki izlenimlerimi paylaşmayı düşünürken, Kılıçdaroğlu’nun Pazar günü yaptığı konuşmayı okudum. Kılıçdaroğlu’nun görüşlerini açıklamak için kurduğu cümleler, hayret edilecek ölçüde Edirne Cezaevi’nde dinlediğim cümlelerle benzerlik taşıyordu. Temel sorun olarak demokrasiyi vurgulaması;  ötekileştirme yerine buluşmanın, birleşmenin öne çıkarılması; hiçbir kesimin dışlanmaması gereğini dile getirmesi; ister istemez insana “aklın yolu birdir” sözünü hatırlatıyor.

Bir tiyatro gösteriminde çekilen bir fotoğrafın dahi, iktidar kesiminde nasıl bir öfkeye ve tepkiye dönüştüğünü herkes gördü. İktidar sonunun geldiğinin farkında ve bu sonu geciktirme çabası içerisinde.

Zaman kişisel ve partisel hesapların yapılacağı bir zaman değil. Zaman yeni bir demokratik Türkiye kurmak için bir araya gelmek zamanıdır. Demirtaş’ın ve Kılıçdaroğlu’nun birbirinden habersiz neredeyse aynı mesajları veriyor olması da umutları güçlendiriyor.