Cuntadan sultaya, karanfil tarlası / 10 Ekim Ankara Garı

Hacer Buyruk

Gençler, üşür gibi, geceden öpüşmelerle sevişmelerle veya pankartlarını hazırlama telaşıyla uykusuz kalmış gibi, üstünde, Barış Hemen Şimdi yazan örtülerini örtünmüş, uyuyorlar.

Susturun ahlaksızları, çirkin ağızlıları, susturun kendini sevenleri, kolağızları yaptıkları işle kanlanmış kirli gömleklileri, susturun!

Vuranı, düşüreni, acıtanı susturun! Ankara’da, dünyanın en güzel cümlesini bilen insanlar, halaylarında olduğu gibi el ele, yıkamadan mı gelmişler ne, geceden hazırladıkları pankartların kırmızı boyası ellerinde, yüzlerinde, unutmuşlar geceyi, sabahı uyuyorlar.

Susturun, küfürbazı, ağzı laf yapanı, oy isteyen yüzsüzü, sevgi sözcüklerini bilmeyeni, susturun!

Tekerlekleri, dişlileri, saatleri durdurun, dünyanın en güzel yüzlü insanları şehrinize gelmiş, onları görün ki karanfil tarlası, onları görün ki ince bir dal üstünde tüten mis koku, onları ki, onları, onlarcasını, toplanıp götürülmeden, henüz şehrinizdeyken, görmeye koşun, genzinizi yakarcasına, koklamaya koşun.

Susturun yüzsüzü, utanmazı, sevgisizi, can hırsızını, pazar avcısını susturun!

Sabahın güneşleri, Ekim’in neşeleri, azıcık uzandılar, Barış rüyasında yüzen gemidir ki onlar, hayır taştan bir meydanda değil, denizler üstünde uyuyorlar.

Susturun saraydakini, koltuktakini, ekrandakini susturun!

Evlerinde uzakta, belli ki uyuyamadılar geldikleri yolda; yoldan gelenler, Barış diyenler, misafir sevenler, misafir gelenler, uyuyorlar.

Susturun dilleri kravatları kadar uzunları, mikrofona bayılanları, kamera meftunlarını susturun!

Usulca geçin, yanlarından geçerken, yola çıkmak için kalkmış olsalar gerek ki erkenden, sevdiklerinin yanında, birbirlerine canla kanla sarılmış uyuyorlar.

Susturun uykusuna doymuşu, kan emmişi, gözyaşı içmişi susturun!

Biz de üç kelime ile konuşalım bundan böyle, yalnızca üç kelimeyle: Barış Hemen Şimdi.

On yıllarımız, böyle yazıldı ömrümüzün kısa tarihi: cuntadan sultaya.

Yırtmamış olsaydım günlüklerimi, defterimi kitap yapsaydım eğer, her sayfasında yazılıydı isimleri; onlar, her biri karanfil, her biri karanlığa yakılmış kandil, her biri iyiliğin ve güzelliğin resmi.

Kayıplarda, önce ağabeylerimiz ablalarımız, şimdi oğullarımız kızlarımız, boynumuzda düğüm düğüm, ömründen utanıyor, yaşıyor olanlarımız.

Hapishane, hastane listelerinde bile yoktu kiminin adları, neredeydiler, neredeler?

Belki kim bilir, bir haberi bile gelmeyenler, buluşmuşlardır, el ele tutuşmuşlardır, insanlar mutlu olsun diye, bir ağıtta ses olmuşlardır.

(Ekim 2015)