Dünya İnsan Hakları Günü ve Türkiye

Yusuf Alataş

Her yıl 10 Aralık günü dünyada ve ülkemizde törenler, toplantılar ve etkinlikler düzenlenerek “Dünya İnsan Hakları Günü” kutlanır. Böyle günlerde Devlet ya da Hükümet adına da yetkililer tarafından konuşmalar ve açıklamalar yapılır. Bu yıl da “Dünya İnsan Hakları” gününde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendi partisinin İnsan Hakları Başkanlığı’nın düzenlediği toplantıda bir konuşma yaptı.

Bir ülke liderinin insan hakları konusunda yapacağı konuşmanın önemli bir kısmının kendi ülkesindeki insan hakları sorunlarına ayıracağı beklenilir. Türkiye söz konusu olduğunda da Cumhurbaşkanı’nın yapacağı konuşmada, demokrasi, özgürlükler, yargı bağımsızlığı/tarafsızlığı, eşitlik gibi kavramlara vurgu yapacağı ve bu konulardaki mevcut durumu değerlendireceği beklenir.

Ancak Cumhurbaşkanı’nın konuşmasının medyaya yansıyan kısımlarına baktığımızda, konuşmanın büyük bölümünü Suriye’den, Irak’tan, Afrika’dan ve diğer ülkelerden gelen mültecilere Türkiye’nin nasıl kucak açtığına ve bunun batılı devletler tarafından takdir edilmediğine ayrıldığını görüyoruz. Cumhurbaşkanı’nın ilginç bir insan hakları anlayışı da var. Cumhurbaşkanı, anlayışlarında “Müslümanın Müslüman üzerindeki hakları” diye bir çerçevenin olduğunu anımsatarak, şöyle devam ediyor:


“Bana göre dünyadaki en geniş insan hakları tanımı da budur. Bu öyle geniş bir çerçevedir ki içine maddi ve manevi haklara dair her şey girer. Mesela bunlar arasında ana babanın evladı üzerindeki hakları, komşunun komşu üzerindeki hakları, öğretmenin öğrencisi üzerindeki hakları ve daha pek çok alt başlığı saymak mümkün. Aynı şekilde bu çerçevenin içerisinde çevreye zarar vermemek, havayı kirletmemek, gürültü yapmamak, kalp kırmamak, kötü söz söylememek, saygıda kusur etmemek…”

İnsan haklarının pek çok tanımı olmakla birlikte, hepsinin temelinde; milliyet, ırk, etnik, cinsiyet, din ve sınıf farkı olmaksızın, herkesin yaşam, onur, özgürlük, düşünce, ifade ve eşitlik gibi temel haklara sahip olması vardır. Tanımların hiç birinde herhangi bir din referans alınmadığı gibi, konuşmada vurgu yapılan çevre hakkı dışındaki, diğer hususlar insan hakları kavramı içerisinde irdelenmemiştir.

Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında hiç değinmediği konulara gelirsek:

  1. İfade Özgürlüğü: Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerine, AİHM’nin mahkûmiyet kararlarına ve Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararlarına rağmen, muhalifler, demokrasi mücadelesi verenler, iktidarın istemediği şeyleri söyleyen akademisyenler, hukukçular, gazeteciler “terör”le ilişkilendirilmek suretiyle cezaevine gönderiliyor. Daha 29 Ekim 2019 günü, takip ettiğim Hatice Çoban/Türkiye (36226/11) davasında Türkiye’nin AİHS’nin ifade özgürlüğü ile ilgili 10. Maddesinin ihlal edildiğine karar verildi.
  2. Basın özgürlüğü konusunda Türkiye 180 ülke arasında 157. sırada.
  3. Toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü: İktidar dahil, herkesin kadına karşı şiddetin nasıl engellenebileceğini tartıştığı bir dönemde, kadınların şiddete karşı protesto yürüyüşü polis müdahalesi ile dağıtılıyor.
  4.  Seçme ve Seçilme Hakkı: Herhangi bir yargı kararı olmaksızın HDP’li belediye başkanlarının görevlerinden alınarak, yerlerine memurların atanması, demokrasinin en temel öğesi olan seçme ve seçilme hakkını anlamsız hale getirdi.
  5. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı/ adil yargılanma: Adalet Bakanı’nın başkanı olduğu, Bakan Yardımcısı’nın kurul üyesi olduğu ve 4 üyesinin partili Cumhurbaşkanı tarafından seçildiği bir HSK’nın yönetimindeki bir yargının bağımsız ve tarafsız olması zaten mümkün değil.

Daha fazla uzatmadan İHD ve TİHV’in Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla yaptığı ortak açıklamaya gönderme yaparak bitireyim.

Evet, Türkiye’nin temel insan hakları sorunlarının görmezlikten gelindiği bir Dünya İnsan Hakları Günü’nü daha geride bıraktık.