Hakikatin tik takları

Akın Olgun

İnsan nereden başlayacağını bilemiyor bazen.
Bazen, derin bir sessizliğe geçip, orada kaybolmak ve algılarımıza hücum eden tüm kötülüklerden arınmak istiyor lakin, insanın en derin sessizliğinde bile bir kıvılcım ateş alıyor ve tüm bedenini kendi içinde tutuşturuveriyor. İnsanın hakikati işte o küçük kıvılcımda saklı. Hakikatin tik takları, insan yanımızın, bilincimizin ve yüreğimizin arasında bir yerde, kendi zaman dilimini işletiyor. Ne kadar bastırırsak bastıralım, ne kadar görmezden, duymazdan gelirsek gelelim, hakikatin zaman dilimindeyiz her zaman.
Dışarıda, ağır bir barut kokusu genzimize doluyor.
Dışarıda, nefret dili üzerimize yürüyor.
Dışarıda, hemen yanı başımızda, her şeyle benzeşerek hayatta kalmanın, bulunduğu kabın şeklini alarak var olmanın korkunç yarışı ve o yarışa katılanların, başkalarını da kendilerine benzetmek için uyguladığı şiddet, her şey ama her şey kötülüğü örgütlü bir güç haline getiriyor.
Hakikatin tik taklarını bastırmak için kurulan bombalar, sözler, cümleler, resmi açıklamalar ne varsa kesat edilen hayatların ortasına bırakılıyor.
Azaltılmak, sadece yok edilip, ortalıktan kaldırılmakla olmuyor. Asıl azalmak, yalanlara gönüllü olmakla ve yalanlarla benzeşmekle oluyor. Savaş gerçeği ile bir kez daha gördük ki yalana gönüllülük, herkese üniforma giydirip, emir komuta zincirine dâhil ediyor.
Savaşa, şiddete, cinayete, katliama karşı çıkmanın onurunu devirmek için kurulan dilin, çizginin, otorite ve güç ile buluşup, hepimize “teslim olun” çağrısı yapması, enselerimize tetik düşürmesi ilk değil elbette lakin insan her defasında sarsılıyor.
Kendisini “solcu, demokrat, özgürlükçü, evrensel “ paketi ile kitlelere sunanların, bir anda birer canavara dönüşüp, “barış” diyenleri avlamaya çıkması ve hepimizin üzerinde tepinip, “karşı çıkanlar vatan hainidir, uşaktır, ahmaktır, bölücüdür, maşadır” diyerek, dünyanın en acımasız itibar suikastına soyunması, her şey olup bittikten sonra yeniden paketlerinin içine girip, birer sevgi böcüğüne dönüşmeleri, elbette sarsıcı. Ancak asıl sarsıcı olan ve neden bu halde olduğumuzu özetleyen şey, gücün harcırahı olmak için sıraya girenlerin oluşturduğu uzun kuyruğun kendisi. Kimler, kimler yok ki içinde.
“Devletin bekası” söylemi içine bu kadar çok asalak, bu kadar çok uzun kuyruk, bu kadar çok yalan, bu kadar çok gözü dönmüşlük sığabiliyor ve bunu içine sindirebiliyorsa, devlet zaten çürümüş demektir.
Rüşvetin, yağmanın, talanın devlet katında bu kadar makbul olması neden hiç “beka” sorunu olmaz? Hukukun ayaklar altına alınması, adaletin zengine, rüşvetçiye peşkeş çekilmesi neden hiç “beka” sorunu olarak görülmez? Uluslararası itibarın yerlere düşmesi, hak ve özgürlüklerin, insan hayatının hiçe sayılması neden “beka” sorunu mertebesine çıkamaz?
Yıllardır, “Vatan sağ olsun” sayacına düşen her ölüm, yoksulun, yoksulluğun omuzlarına yüklenen her tabut ve merasimlerin ardından unutulanlar, neden hep ölüm haberi vermeye gelince hatırlanır? Neden yoksulun çocuğu, sizin çocuklarınızdan daha kıymetsiz?
Yoksula, hep vatan için ölmek, size ise hep “sağ kalmak” kısmı düşüyorsa, bunu sorgulamak neden vatan hainliği oluyor?
Savaş suçu vardır, savaş suçlusu da. Bunlar insanlığa karşı işlenmiş suçlar olarak anılır ve kayda geçer ama siz hiç “barış suçu”, “barış suçlusu” diye bir şey duydunuz mu?
Hepimize, “savaşa evet” dedirtmek ve suça ortak etmek için çağrılar yapıyorlar. Hepsinin dilinde bayrak var ve “açın ağzınızı, çıkarın dilinizi bakacağız” diyerek çevirme yapıyorlar.
Hakikatin tik tak sesleri, sordukça, cevap aradıkça yükseliyor.
“Savaş” diyenlerin naralarını ne kadar bastırmaya çalışılırsa çalışsın, içimizde duyuluyor o tik taklar.
Ezberletilmiş nefrete tutunanlar, elbette gücün tetikçisi olmaktan kurtulamazlar ve elbette verilen görevi, “görünen lüzum üzerine” pusuya yatıp, “görünen lüzum üzerine” icra etmek için kolları sıvarlar.
Ve aydınlık o pusularda katledilir.
Ve insana, yaşama dair kurulan sözlerin, cümlelerin nefesleri o pusularda sonlandırılır.
Geriye, birbirlerine benzeyerek, benzeşerek çoğalan devasa bir vasatlık kalır ve onu herkes ayakta alkışlayıp, tepeye çıkarır.
Derken, hakikatin tik takları, kendi zaman dilimi içinden sesini fısıldar.
Kıvılcım tutuşur, büyü bozulur, yaşam kendine “barış” diyeceği alanı yeniden yaratarak, yaşamaya yalansız tutunanları bir araya getirir.