Halkın üzerindeki vergi yükü daha da artacak

Prof. Dr. Mustafa Durmuş

2020 BÜTÇESİ ÜZERİNE BAZI NOTLAR (2)

Türkiye, emekçilerin üzerindeki vergi yükünün en fazla olduğu, dolayısıyla da vergi adaletsizliğinin en yoğun yaşandığı ülkelerin arasında ilk sıralarda yer alıyor.

Öyle ki 35 OECD ülkesi içinde vergi kaması (Vergi kaması = Gelir Vergisi + SGK primleri – devlet yardımları / brüt ücret + işveren SGK primi katkısı) en yüksek 18. ülke konumunda.
Örnek olarak, iki çocuklu bir işçi için bu oran yüzde 36,4. OECD ortalaması ise yüzde 26,6. İki çocuklu bir işçinin vergi yükü yüzde 25,3 (OECD’de ikinci en yüksek ülke). OECD ortalaması ise yüzde 14,3. (1)

Kısaca kurumlar vergisinin oranının yüzde 20 olduğu (efektif oranın yüzde 10’u bulmadığı) ülkede emek üzerindeki yük bunun en az iki katı.

Türkiye’de bu yükün OECD ortalamasının en az üçte biri oranında daha fazla olmasının nedeni, bir kısmı sosyal transferler olarak da adlandırılan “devletçe sunulan yardımların” yok denecek kadar az olması.

Ortalama bir Türkiyeli işçi, örneğin Fransa ya da İsveç gibi, bizdeki vergi yükünün en az iki katına sahip bir ülkedeki bir işçiden çok daha fazla net vergisel yük altında kalıyor. Çünkü bu ülkelerde işçilere sunulan ücretsiz ve nitelikli kamusal hizmetler ve devlet yardımları ödedikleri verginin net yükünü büyük ölçüde ortadan kaldırıyor (2).

2020 Bütçesi vergi gelirleri yönünden de adaletsiz bir bütçe

Toplam vergi gelirleri içindeki payları yüzde 66’yı bulan ÖTV, KDV gibi vergiler Gelir Vergisi gibi vergilerle kıyaslandığında göreli olarak çok daha adaletsiz vergiler.

Bu vergiler geniş yığınların kullandığı her türlü mal ve hizmet üzerinden alınıyorlar. Genelde bu vergilerde yoksullar lehine istisna ya da muafiyetlere yer verilmiyor ve artan oranlı olarak düzenlenmiyorlar, bu nedenle de halkın üzerinde kalıyorlar.

Öyle ki Türkiye’de et, süt, eğitim, sağlık gibi halk için zorunlu nitelikteki mal ya da hizmetlerde KDV oranı yüzde 8 iken, pırlanta, elmas, kıymetli ve yarı kıymetli ham taşlardan ne KDV ne de ÖTV, ikisi de alınmıyor.

Üçüncü büyük vergi konumundaki ve toplam vergi gelirlerinin yüzde 22’sini oluşturan Özel Tüketim Vergisi gelirlerinin yüzde 48’i petrol ve doğal gaz ürünlerinden, yüzde 33’ü alkollü içkiler ve tütün mamullerinden ve yüzde 15’i ise motorlu taşıtlardan sağlanıyor. Öyle ki köylünün kullandığı 1 litre mazot ya da otomobillerimizde kullandığımız 1 litre benzin için ödediğimiz vergi bunların fiyatının yüzde 60’ını aşıyor.

Böyle vergiler (petrol, alkol ve sigaradan alınan ÖTV’de olduğu gibi) adaletsizdirler, yani düşük gelirliler bu yükü daha ağır, yüksek gelirliler ise daha hafif hissederler (regresiflik). Kolayca yasal mükellefler tarafından nihai tüketiciye, yani bizlere yansıtılırlar. Yasal olarak başka bir mükellef varken, verginin fiilen ödeyicisi sıradan insanlar olur.

Bu nedenle de bütçenin vergi yükünü ÖTV boyutuyla da emekçi halk çekiyor. Enflasyon arttığında bu vergiler de arttığından, enflasyonun arttığı dönemlerde halkın üzerindeki bu yük daha da artıyor.

Dolaysız vergiler de emekçinin sırtında

Vergi gelirlerinin yüzde 20’sinin biraz üzerinde bir paya sahip bulunan ve toplam vergi gelirleri içinde ikinci büyüklükteki Gelir Vergisinin yükü de emekçilerin sırtında. Çünkü bu verginin neredeyse üçte ikisi emekçiler tarafından ödeniyor.

Gelir Vergisinin bileşenlerine bakıldığında; bu verginin yüzde 92’sinin stopaj (kaynakta kesme), yüzde 5’inin beyanname ve binde 3’ünün Basit Usulle toplandığı görülüyor. Stopajın yüzde 65’i ücret stopajlarından geliyor. 2 milyonu aşan ve kâr, faiz ve rant gibi sermaye geliri elde eden beyannameli mükellefin ödedikleri gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı sadece yüzde 1. (3)

Sermaye sahiplerinin üzerindeki vergi yükünün bu denli düşük olmasının nedenlerinin başında ise sadece bu kesimin faydalanabildiği; vergi kaçırma, vergi afları ve vergi uzlaşmaları ve yaygın muafiyetler, istisnalar, vergi indirimleri ve ertelemeleri (vergi harcamaları) geliyor. Öyle ki 2020 yılında vergi harcamaları adı altında çok büyük kısmı sermaye geliri elde edenlerden olmak üzere alınması gereken vergi alınmayacak.

2020 yılında yeni vergiler ve yeni yükler geliyor

2020 yılında siyasal iktidar 785 milyar liralık vergi (yani bu yıldakinden 28 milyar lira daha fazla) toplamayı amaçlıyor. Ayrıca bütçe açığını 139 milyar lirada (bu yıldakinden 58 milyar lira fazla) tutmayı hedefliyor. (4)

Durum böyle olunca neden yeni vergilerin gündeme getirildiği, cezalara yapılan zamların neden resmi enflasyon oranının neredeyse üç katına yakın bir oranda belirlendiği ve elektrik, doğal gaz gibi temel hizmetlere neden sürekli zam yapıldığı ve bundan sonra da yapılacağı da anlaşılıyor.

Yeni vergi kanunları getiren düzenleme aynı zamanda; hem ülke ekonomisinin ve kamu maliyesinin ne kadar sıkıntılı bir durumda olduğunun, hem (düzenlemelerin kendi iç tutarsızlıkları ve iktidarın iç çatışmalı halinin belirginleşmesi nedeniyle) bu durumun mevcut siyasal yapı ile aşılmasının ne denli zor olacağının, hem de yakın gelecekte halkımızın yeni vergilerin ve mali yüklerin altında nasıl daha da yoksullaşacağının ipuçlarını veriyor.

Kısaca üç yeni vergi geliyor: Dijital Hizmet Vergisi (yüzde 7,5), Konaklama Vergisi (yüzde 2,0) ve Değerli Konut Vergisi (binde 3 – yüzde 1). Bu vergilerden yerel yönetimlere her hangi bir pay verilmeyeceği kanunda belirtiliyor. (5)

Bu vergilerin dolaylı vergilerin payını daha da artırarak vergi yükünün halkın üzerinde iyice yığılmasıyla sonuçlanması kaçınılmaz. Çünkü dijital ortamda sunulan ve hayatımızın bir parçası haline gelen tüm hizmetlerden ve örneğin pansiyonlardaki konaklamadan dahi vergi alınacak.

Değerli Konut Vergisi ile 5 milyon liralık konutu olandan artan oranlı gibi görünen bir verginin alınması servet sahibi zenginin vergilendirileceği gibi bir algı yaratsa da gerçek öyle değil. Çünkü örneğin 5 milyon liranın altında değere sahip 500 konutu olan bir zengin müteahhitten bu vergi alınmayacak. Yani bu vergi bir göz boyamadan ibaret.

Ayrıca Gelir Vergisi Kanunu’nda belirtilen ve en üst gelirlilere (500 bin TL üzeri) uygulanan vergi oranı yüzde 35’ten yüzde 40’a çıkartıldı. Ancak ücret gelirleri açısından ücretliler lehine olan indirimin sadece 4,000 lira olması bir yana, yılda 500,000 liranın üzerinden ücret geliri elde edenler asıl olarak az sayıda, şirketlerin üst düzey yöneticileri konumundakiler.

Kaldı ki sermaye geliri elde edenler o kadar çok muafiyet ve indirimden yararlanıyor ki ödedikleri efektif verginin oranı yüzde 20’lere kadar düşüyor.

Yani bu düzenleme hali hazırda ikinci gelir diliminden vergilendirilen asgari ücretliler ve biraz üzerinde ücret geliri elde edenler için bir iyileştirme sağlamıyor.

Kambiyo işlemlerinde Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi (BSMV) binde 1’den binde 2’ye çıkartıldı. Çalışanlarına bir günde bedeli 10 lirayı aşmamak kaydıyla toplu taşım kartı ya da bileti veren işverenlerin bu ödemeleri Gelir Vergisinden istisna tutuluyor.

Vergi zıyaı cezalarında ise (ilk defa işlenip işlenmediğine bakılmaksızın) yüzde 50’ye kadar indirim yapılacak. Yani Değerli Konut Vergisi ile bir rant vergisi alınıyormuş gibi yapılırken, şirketlere ve beyannameli mükelleflere sağlanan kolaylıklara devam edilecek.

Hazine’nin borçlanma limiti artırıldı

Hazinenin net borçlanma limiti artırıldı (bu yıl için ilave 70 milyar TL borçlanma imkânı verildi). Yani siyasal iktidar sadece ağır dolaylı vergiler ve temel mal ve hizmetlerin fiyatlarına yapılan zamlarla değil, giderek artan borçlanmayla sürekli olarak artan bütçe açıklarını kapatmak için halktan kaynak transfer etmeye devam edecek.

Yeni vergiler ve vergi düzenlemelerinden siyasal iktidar 6 milyar TL gelir elde etmeyi beklerken, gelecek yıl vergi harcaması adı altında çok büyük kısmı kâr, faiz, kira gibi sermaye geliri elde edenlerden olmak üzere alacağı 195,6 milyar TL’lik vergiyi almaktan vazgeçecek (6).

Emeklilikte Yaşa Takılanların (EYT’liler) haklı taleplerinin yerine getirilebilmesi için sadece 26,1 milyar liralık bir kaynak gerekiyor. Asgari ücretin vergi dışı bırakılması halinde ise yaklaşık 30-40 milyar liralık bir vergi kaybı söz konusu. İktidarın tahsil etmekten vazgeçtiği vergi miktarı ise bunların neredeyse 6-7 katı. Kaldı ki bu kayıp sermayeden, servetten ve rantiyeden daha fazla vergi alınarak rahatlıkla telafi edilebilir.

Buna rağmen bu haklı talepler reddediliyorsa meselenin kaynak sıkıntısı ya da ekonomi ve maliye biliminin gerekliliği gibi kavramlarla açıklanabilmesi mümkün değil.

Vergileme aynı zamanda politik bir tercih

Konunun özünde vergilemenin, tıpkı kamu harcamaları gibi sınıflar arasındaki kavganın temel alanlarından biri olduğu gerçeği yatıyor. Kısaca, siyasal iktidarlar üzerinde etkili olan egemen sınıf ya da kimlikler vergi politikalarının nasıl olacağı üzerinde de etkili oluyorlar.

Ayrıca vergilemeye ilişkin tartışmaların nesnel olması mümkün değil. Sınıfsal çıkar farklılıkları, ideolojik farklılıklar ve değer yargıları vergi politikaları üzerinde belirleyici öneme sahipler.
Bu bağlamda vergileme meselesi aynı zamanda politik bir tercih meselesidir.

Nitekim politikayı yönetenlerin ve onların temsil ettikleri sosyal sınıf ve kimliklerin tercihleri hem vergileme, hem de kamu harcamalarının belirlenmesinde, kısaca bütçenin belirlenmesinde etkili oluyor. Bu yüzden de çok daha farklı sınıfsal temele oturan bir siyasal iktidar altında çok daha farklı vergi ve bütçe politikalarının uygulanabilmesi mümkün.

Daha az vergi yükü için savaş yerine barış gerekli

Verginin zorunlu bir ilişkisinin olduğu bir unsurun da altını çizmek gerekiyor. Tarihe baktığımızda Roma İmparatorluğu döneminden günümüze, yani gönüllü bağışlardan zorunlu vergilemeye geçiş sürecinde kalıcı vergileri ortaya çıkaran en önemli faktörün savaşlar olduğunu görürüz. Örnek olarak modern anlamda Gelir Vergisi ilk kez ABD’de 1913 yılında, Birinci Dünya Savaşının finansmanını sağlamak için gündeme getirildi.

Bu yüzden savaş harcamaları ya da günümüzdeki tanımıyla savunma veya güvenlik harcamaları ne kadar fazla olursa vergi de, verginin getirdiği yük de o kadar fazla oluyor.

Verginin yükünün emeğin üstüne yıkıldığı mevcut vergi sistemleri altında ise böyle harcamaların karşılanabilmesi ancak halkın daha fazla vergilendirilmesiyle mümkün oluyor. Kısaca siyasal iktidarlar bu tür harcamalara ne kadar eğilimli iseler, o kadar fazla kaynak yaratmak zorunda kalıyorlar. Bu da bir yandan halkın üzerindeki vergini yükü de o denli artırırken, diğer yandan yeni borçlanmaların yapılmasına neden oluyor.

Magna Carta: “Kral daha az savaşsın…”

Nitekim Bütçe Hakkının ortaya çıkışı demek olan Magna Carta’ya (1215) bakıldığında, bunun Britanya Kralı Charles’in savaş çıkartma yetkisini kısıtlamak, yani onun daha fazla savaşarak halktan daha fazla vergi toplamasını önlemek için gündeme getirildiği anlaşılıyor. (7)

Bu nedenle de (çıkış kaynağı savaşlar olmasından ötürü) savaşlar ile vergi doğrudan ilişkili ise, tersinin de geçerli olması, yani verginin barışla da doğrudan ilişkisinin olması gerekir. Çünkü her türden barış (toplumsal barış dâhil) vergiye olan ihtiyacı azaltır. Yani halk daha az vergi ödemek istiyorsa barışı daha fazla savunmak zorunda.

Günümüzde çağdaş vergileme ilkeleri arasında; eşitlik, adalet, harcamalarda dürüstlük ve vergiye demokratik gönüllü katılım kadar, işte bu nedenle, barış da zorunlu bir vergi ilkesi olarak savunuluyor artık.

…devam edecek

DİP NOTLAR:

(1) OECD, Taxing Wages, 2017.
(2) https://taxfoundation.org/taxing-high-income-2019 (5 Aralık 2019).

(3) Muhasebat Genel Müdürlüğü, www.muhasebat.gov.tr ve Gelir İdaresi Başkanlığı Faaliyet Raporlarından tarafımızca hesaplanmıştır.

(4) 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ve Bağlı Cetveller.

(5) Dijital Hizmet Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/2312 – Kasım 2019).
(6) 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ve Bağlı Cetveller.
(7) Richard Murphy, The Joy of Tax, Corgi Books, 2015, s. 155-157.