‘Her yere cami yapalım’ sevdasının Slovenya sonuçları

Metin Gülbay

Yine tarihten söz edeceğiz, bu kez çok çok yakın bir tarihten. AKP’nin ideolojisi mi diyelim yoksa içgüdüsel davranışları mı diyelim ya da ne diyelim bilemiyorum ama başından beri tutturdukları uluslararası politika Türkiye’nin cumhuriyet döneminden bu yana ileri sürdüğü tüm savları değiştirdi.

“Sloven Topraklarına Türk Akını”, Sloverya Parlamentosu’ndeki fresk.
Hayallerdeki Türk, derlemesinde Alenka Bartulović’in “Türkle Görülecek Bir Hesabımız Var ve Bir An Önce Görülse İyi Olur” başlıklı metni, s.147.

AKP iktidara geldiği günden bu yana ülke içinde boş bulduğu her yere cami yaptı. Bu yetmedi yerkürede ilişkiye geçtiği her ülkeye de cami yapma isteğini iletti. Dünyanın her yerinde cami yaptırma ya da yaptırtma düşüncesi Türkiye’nin o ana kadar sahip olduğu varsayılan ideolojisine ters bir olguydu. Fransa’nın ya da Almanya’nın dünyanın her devletine “size bir kilise yapalım” önerisi götürmesi ne kadar absürt ise Türkiye’nin bu tavrı da o kadar absürttü. 

Cami yaptırma hevesi birçok ülkede garip karşılansa da dini hoşgörü temelinde değerlendiriliyor ve mākûl karşılanıyor. Ancak Türkiye’nin önceli olan Osmanlı İmparatorluğu’nun bilhassa Balkanlar’daki işgal harekâtları (ki biz buna fetih diyoruz), şimdi tamamen ters tepiyor ve tehlikeli sonuçlara yol açıyor. Kapanmaya yüz tutmuş yaralar yeniden deşilmiş, anımsatılmış oluyor. Çünkü bu halkların belleği Osmanlı saldırıları konusunda henüz çok taze. 

Örneğin 2002 yılında iktidara gelen AKP ayağının tozuyla 2003 yılında Slovenya’da cami yaptırmak isteyince Sloven kamuoyu buna sert tepki gösterdi.

“Osmanlı akınlarının anıları 2003’te yeniden kamuoyunun gündemine düştü ve Slovenya’da bir cami inşasına karşı güçlü bir argüman oluşturdu. Birçok kimse geleceğe dönük çözümleri milletin tarihinde görüyordu. Bazı internet sohbet odaları kullanıcıları şunu iddia ediyordu: ‘Biz Slovenler Türklere karşı kendimizi en az 300 yıldır savunuyoruz ve onlar, bir cami yapmak şöyle dursun, bizi işgal etmeyi (uzunca bir süre) dahi asla beceremediler. Şimdi de bir cami yapılmamalı.'”.1

Bled Kalesi

Osmanlılar’ın 1300 ile 1500’lü yıllar arasında Balkanlar’a yaptıkları akınlar sırasında meydana gelen olaylar Slovenlerin belleğinde derin izler bırakmış, topraklarının işgal edilmesinin yanı sıra kadın ve kızlarının esir edilerek İstanbul’a götürülmeleri, erkeklerin kılıçtan geçirilmeleri, devşirme yöntemiyle erkek çocuklarının ailelerinden koparılması ve bunun gibi başka olumsuz olayların izleri toplumsal belleklerden halen silinmemiş.

“Sloven tarih yazımında 15. ve 16. yüzyıllar en zor dönem olarak ve Slovenya tarihinde bir dönüm noktası olarak tasvir edilir. İnsanların hafızasında Türk akınları kadar iz bırakan ve bu kadar büyük sayıda tanıklık içeren az sayıda başka olay vardır. Söz konusu akınlar, Sloven topraklarının Hıristiyan dünyasına ait olduğu bilincini ve bireylerin ülkeleri ile anavatanlarına aidiyetleri noktasında farkındalıklarını güçlendiren bir etken olarak görülür. Türkler yurtseverlik bilincinin yaratılmasını etkilemiştir. Sloven halkı güneydoğudan, Balkanlar’dan gelen baskıya karşı direndi ve Batı Avrupa uygarlığı ve kültürüyle bağını korudu. Bu nedenle Türk akınlarının, onlara karşı konulmasının ve bunların sonuçlarının araştırılması Sloven tarih yazımının ana konularından birini temsil ediyordu.”2

Günümüzde Slovenya

Cami yapımına yeşil mi kırmızı mı ışık yakılacağı Slovenya kamuoyunda tartışılırken milliyetçi reflekslerle hareket edenler internet sohbet odalarında şunları yazıyordu: 

“(Slovenler) tarihsel bakımdan söz konusu dinle çok kötü deneyimler geçirmiş oldukları bir ülkede yaşıyor ve İslami köktendinciliğin, bir millet olarak Slovenlere zaten pek çok haksızlıklarının dokunduğu inkâr edilemez.”3

Bu tartışmalar internet ortamında kalmadı televizyon programlarına da taşındı. Andrej Capuder Omizce: Nestrpnost do verujocih (Yuvarlak Masa: Müminlerin Hoşgörüsüzlüğü) adlı televizyon programında aynen şunları söyledi: 

“Bizler Müslümanları sadece Slovenya’yı istilaları vasıtasıyla tanıyoruz. Görüyorsunuz, iki yüz yıllık Türk akınları Sloven Milleti üstünde kalıcı izler bırakmıştır. Eğer genetik bir tahlil yapacak yahut…geri gidecek olsaydım, o zaman burada mutlaka haklı bir korku veya nefret bulurdum, çünkü bunlar bizim saldırgan komşularımızdı.”4

Sloven AP milletvekili adayı

İşin garibi bu tartışmaların yapıldığı Slovenya Türkiye’nin AB üyeliğine destek veren bir ülkeydi. Tabii şimdi ne söylüyorlar bilinmez ancak Osmanlı ile 1923 sonrası Türkiyesi arasına bir çizgi çekmişler ve hatta bu tarihten çok sonra doğan genç kuşaklar turizm vasıtasıyla Türkiye’yi ziyaret etmiş ve karşılaştıkları konukseverlik dolayısıyla Türkiye’ye sempatiyle bakıyorlardı. Henüz kendi ülkelerindeki ağır milliyetçi söylemlerle de tanışmamışlardı. Cami yaptırma isteği pek de beklenmeyen bir tepki gördü sanki. Neyse ki Slovenya’da da aklı başında insan sayısı diğerlerinden fazla.

“Cami inşa etme arzusu, Osmanlının yayılmasının bir devamı -İslamiyeti Sloven topraklarına ve aynı şekilde Batı Avrupa’ya dayatmaya yönelik kalıcı bir girişim- olarak yorumlanıyor. Müslümanları anlama fiili Ötekilik söyleminin ağır yükü altında eziliyor, bu nedenle cami karşıtları İslamiyeti hālâ, kökeni Osmanlı akınlarıyla ilgili hafızada ve terörizmin çarpıtılmış siyasi ve medya yorumlarında yatan militan bir tutumla birleştiriyor.”5

Tartışmalara katılan birçok Sloven bir caminin yalnızca ibadet yeri olmadığını aynı zamanda siyasi bir merkez ve “teröristlerin üreme zemini ” olduğunu ileri sürüyor. Örneğin camileri roket olarak betimleyenler de var ki yaptırılacak cami kastedilerek “merkezde… en popüler sporlardan bazıları kesinlikle tüfek talimi ve patlayıcı üretimi olacaktır” tahmininde bile bulunuyor. Başka bir yorumda ise şöyle deniyor: “Biz Slovenler sayıca azız, milletimizi yok etmeye ve bize insanî ve siyasi düzeyde zulmetmeye çalışan Türklere, Almanlara, Nazilere, faşizme ve diğer her türlü zalime karşı mücadele ederek kökenlerini korumaya çalışmış, kendi kültürel ve tarihi kimliği olan genç bir devletiz. Böyle küçük bir ulus, varlığının manevi temellerini koruma doğrultusunda daha güçlü bir eğilim ve duyarlılık sergilemelidir.”6

Dikkatinizden kaçmamıştır, Türkler, Nazilere benzetiliyor. Sanırım olayın vahameti burada. Sıradan Slovenlerin milliyetçi argümanlarla doldurulmuş bellekleri kendi özbenliklerini ararken neleri yanlarına neleri karşılarına almaları gerektiği konusunda onlara yol gösteriyor sanki. Cami ile Osmanlı işgali özdeşleştiriliyor, “Osmanlı demek zaten Müslüman demek, Türk demek, o zaman Osmanlı’nın tüm yaptıklarını Müslümanlar yapmıştır” mantığı işletilerek Müslümanların ibadet yerleriyle ilgili yapacakları masum taleplerinin de önüne geçilmiş oluyor.

“Tepelerde kiliseler, kavşaklarda şapeller, yamaçlarda kaleler… bu bizim tarihimizin ve milli bilincimizin bir parçasıdır. Bütün bu bilincin içine 27 metrelik bir minareyi sokun ve o yabancı bir cisim gibi görünecektir, fuzuli bir şey… sadece doğal çevredeki yabancı bir cisim değil, aynı zamanda milletin bilincinin içindeki yabancı bir cisim. Kısaca biz Slovenler bir camiyi kabul edemeyiz, zira o bizim, geleneğimizin bir parçası olmadığı gibi bizim çevremize de ait değil.”7

“Otoktonizmin (otokton bir yerin ilk sakini, yerli demektir), hikayesinde yurttaşlık önemli bir rol oynamaz. Slovenler yalnızca sözümona ‘Sloven atalar’ın, Slovenlerin, Katoliklerin soyundan gelenlerdir. Slovenin baskın stereotipik bir imgesi var, zira hem milli kimlik hem de kültür dinamik fenomenlerdir ve bunların yalnızca (stereotipik) tasvirleri durağan veya değişmez olabilir.Yalnızca kağıt üstünde olup milli ideolojilerin talep ettiği şekilde kanda yazılı olmayan bir şey olarak yurttaşlığın bu şekilde hiçe sayılması, Trenja: Zelena luč za džamijo (Çatışmalar: Cami için yeşil ışık?) adlı televizyon programında apaçık görülüyordu; programda Slovenya’nın kendisinin de anavatanı olduğunu ileri süren Slovenya’daki İslam cemaatinin sekreteri Nevzet Porić, Michael Jarc tarafından anında acı gerçek hakkında bilgilendiriliyordu: Bak, sen bir güneylisin, ben bir Slovenim.”9

“Ben otokton bir yurttaşım, burada Alpler’in eteğindeki ülkemde doğdum ve yuvamı kendi ihtiyaçlarıma, zevklerime ve düşünceme uygun bir şekilde düzenleme hakkına sahibim. Hiç kimse beni evimin önünde bir minareyi kabul etmeye zorlayamaz, çünkü o bana yabancı ve beni görsel, ruhsal ve zihinsel düzeyde rahatsız ediyor.10

Son iki alıntı belki size çok tanıdık gelmiştir. Türkçü, İslamcı ve ulusalcı Türklerin Türkiye’deki kilise ve sinagoglara bakışı ile neredeyse aynı duygu dünyasına sahip insanların yaşama bakış açıları milliyetçi Slovenler’de de var. Dinsel tutuculuk ve ırkçılık/milliyetçilik yerkürenin her yerinde tüm halkları zehirlemeyi sürdürüyor.

Dipnotlar

1. Bozidar Jezernik’in editörlüğünü yaptığı, Hayallerdeki Türk adlı yapıtta yer alan ve Alenka Bartulovic tarafından yazılan “Türkle Görülecek Bir Hesabımız Var Ve Bir An Önce Görülse İyi Olur” başlıklı bölüm, s.150, Kitap Yayınevi. 2. Bartulovic, Ignavij Voje’den alıntı, s.141. 3. Bartulovic, Jezernik’ten alıntı, s.150. 4. Bartulovic, s.151. 5. Božidar Jezernik, yay.haz, 2002. Besede terorja: Medijska podoba terorja in nasilja. Lyubliyana: Filozofska fakulteta. Oddelek za etnologijo in kulturno antropologijo. Aynı yapıt, s.152. 6. Bartulovic, s.153. 7. Bartulovic, s.153. 8. Igor Grdina 2003: 100. s.97-108. 9. Bartulovic, s.155. 10. Bartulovic, s.154.