İnat

Akın Olgun

“Ölüyor” seslenişinin ağırlığı altında kalmamalı yaşam.

Sözün, yazının, cümlelerin yaşama dair kurulmasında birikecek olan eylem, belki de en güçlü olanıdır.

Adaletsizliğin altında ezilen sesleri duyurabilmek, “adalet” isteyen haykırışları sesten sese büyütmek, gün be gün eriyen bedenlerin sırtındaki yükü hafifletecektir mutlaka.

Ölüm çoğaldıkça, ses küçüldükçe, çaresizliğin ve “olmuyor” duygusunun kanıksandığını ve öfkenin içe dönerek, kendi kendini yok ettiğini, bir araya gelmenin daha imkânsız hale geldiğini bilirsek eğer, “yaşamak istiyoruz” diyen haykırışın değerini daha fazla anlarız.

Yaşamak çağrısının, gücü elinde tutanların tüm toplumu esir almaya dönük infaz politikalarına karşı yükselen bir çığlık olduğu gerçeği, çırılçıplak bir yüzleşmedir aynı zamanda ve inat etmektir.

Yaşama tutunmak ve yaşamın bir gelecek duygusu olduğunu bilerek onun etrafında kenetlenmek, tüm adaletsizliklere karşı geleceği kendi ellerimizde büyütmek ve inat demektir.

Ölüm derin bir ayrılıktır. Yaşam ise yeniden buluşmak. Ne kadar konuşursak konuşalım, hepimizi bir arada tutacak olan şey, yaşamın kaynağı olan “adalet” talebidir ve onda inat etmektir.

Bir anne o talebe sarılıyor. Bir avuç sesiyle bağırırken gözaltına alınıyor,

Bir baba, yerlerde sürükleniyor,

Bir arkadaş yaka paça götürülüyor bir yerlere,

Bir oğul, işkence altında verilmiş ifadelerle, ömrüne biçilen mahkûmiyete karşı o talebi bedenine yatırıyor. Adalet arıyor. Sadece adalet.

“Beka” dedikleri şey devasa bir mezarlıktan ibaret sadece ve bu yüzden yaşamı savunan, onu büyüten, inat eden her şeyden ve herkesten nefret ediyorlar.

Bunu hatırlatan, açık eden her sesi yerlerde sürüklüyor, işkenceden geçiriyor, cezaevlerine dolduruyor ve üzerine ölü toprağı serpmek için, içimizde öldürdüklerini savuruyorlar ortalığa.

Adalet talebi neden korkutur?

Adalet talebi neden baskı altına alınır?

Adalet talebi neden yerlerde sürüklenerek gözaltına, işkenceye çekilir?

Onlar için bu kadar korkutucu, sarsıcı olmasının tek nedeni, belki de “adalet” diyen her sesin, onlara güçsüzlüklerini hatırlatması ve bunda inat etmesidir.

Bu talebi büyüttükçe sarsılan, sarsıldıkça daha fazla hırçınlaşanlar, hırçınlaştıkça daha fazla kötülüğe sarılanlar, sarıldıkça daha fazla çirkinleşenler, ne yaparlarsa yapsınlar hakikat karşısında eziliyorlar.

Mustafa Koçak, “zulüm ejderha olsa da” diyen G.Yorum, rehin tutulan Demirtaş, Osman Kavala, cezaevlerine doldurulan seçilmiş Belediye Başkanları, tutuklanan tüm gazeteciler, aynı hakikatin aynası olarak, adalet talebini iktidarın yüzüne tutuyorlar.

O aynanın bir kenarından tutup, yansımasını daha büyütmek ise bizim ellerimizde.

“Adalet, özgürlük” diyenlerin inadı, onların baş edemedikleri tek şey çünkü.

Şimdi yaşatmak için inat etmeliyiz, daha fazla inat.