İstanbul Sözleşmesi Türkiye ve uluslararası deneyimler ışığında tartışıldı

Kadın Dayanışma Vakfı’nın düzenlediği “10. Yılında İstanbul Sözleşmesi’nin Önemi ve Uluslararası Mücadele Deneyimleri” paneli online olarak gerçekleştirildi.

Avrupa’dan ve Türkiye’den konuşmacıların katılımıyla iki oturumlu yapılan paneli yaklaşık 200 kadın izledi.

Kadın Dayanışma Vakfı “10. Yılında İstanbul Sözleşmesi’nin Önemi ve Uluslararası Mücadele Deneyimleri” başlıklı, online gerçekleşen iki oturumlu bir panel düzenledi. 10 Mayıs günü yapılan panelde kadına yönelik şiddetin durdurulması için İstanbul Sözleşmesi’nin önemi ve Sözleşme’nin 10 yıllık uygulanışı sırasında yaşanan olumlu gelişmeler ve karşılaşılan sorunlar değerlendirildi.

Panel, Kadın Dayanışma Vakfı’ndan Nihan Damarlı’nın açılış konuşmasıyla başladı. Damarlı, siyasi iktidarın İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararı aldığı Türkiye’de, Sözleşme’nin kadınlar açısından ne anlama geldiğini Avrupa ülkelerindeki ve Türkiye’deki deneyimler ışığında ele almanın önemine vurgu yaptı.

Avrupa’dan ve Türkiye’den konuşmacılar

Panel’in 1. Oturumunun kolaylaştırıcılığını Hatice Erbay yaptı. Bu oturumda Feminist Avukat Meriç Eyüboğlu “İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’de yarattığı politik ve hukuki etkiler”; Avrupa Şiddete Karşı Kadınlar Ağı’ndan (WAVE Network) Pille Tsopp-Pagan “İstanbul Sözleşmesi ve Avrupa’daki politik atmosfer”; Avrupa Kadın Lobisi’nden (EWL) Asha Allen “10. yılında İstanbul Sözleşmesi’nin olumlu etkileri: Ülke deneyimleri”; Kadın Dayanışma Vakfı’ndan Gülsen Ülker “Feminist mücadele ve İstanbul Sözleşmesi” başlıklı sunumlar yaptı.

Panelin 2. Oturumunun kolaylaştırıcılığını Oya Burcu Ersoy gerçekleştirdi. Bu oturumda Alev Özkazanç  “Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler”; NANE Kadın Hakları Derneği’nden Enikő Pap “Avrupa’da İstanbul Sözleşmesi karşıtlığı: Macaristan örneği”; Hayriye Kara “LGBTİ+ mücadelesi açısından İstanbul Sözleşmesi” başlıklı sunumlar yaptı.

Her iki oturumun ardından ayrılan tartışma bölümlerinde Avrupa’dan ve Türkiye’den katılan çok sayıda izleyici söz alarak sorularını ve katkılarını ifade etti.

Meriç: ‘Sözleşme imzacı devletlere, kadın-erkek eşitliğini sağlama zorunluluğu getiriyor’

Panel katılımcılarından Meriç Eyüboğlu, “İstanbul sözleşmesi erkek şiddetiyle mücadeleyi bütüncül görüyor ve erkek şiddetiyle mücadelenin ön koşulu olarak kadın-erkek eşitliğini getiriyor” şeklinde konuştu.

Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesinin ne anlama geldiği konusunda Eyüboğlu, şunları söyledi: “En yalın ifadeyle kaderlerimize terkedilmek anlamına geliyor”

Pille: ‘Avrupa çapında İstanbul Sözleşmesi karşıtı bir hareket var’

Pille Tsopp-Pagan da, “Sağcı gruplar dünyanın her yerinde sözleşmeye karşılar ve sahte birtakım anlatıları yaymaya çalışıyorlar özellikle de toplumsal cinsiyet kavramı üzerinden. İstanbul Sözleşmesine dair yanlış kavramsallaştırmalardan biri de gizli bir gündeminin olması, toplumun dokusunu bozma amacını taşıması gibi bir iddia. Bazı ülkeler de İstanbul Sözleşmesine alternatif sözleşmeler ortaya çıkarmak için çalışıyorlar. Mesela Aile Hakkı Sözleşmesi diye bir sözleşme var, bu Polonya’da ilk olarak ortaya atılmıştı ve taslağına imza atılmıştı. Burada sağcı gruplar tabii ki kilisenin desteğiyle aktif olarak sözleşmeye karşı mücadele veriyorlar.”

Asha: ‘Avrupa ve küresel çapta koordineli bir şekilde hareket etmeliyiz’

Konuşmacılardan Asha Allen ise Avrupa çapında son 10 yılda İstanbul Sözleşmesi bağlamındaki kazanımları tespit eden bir raporun içeriğini aktardı. Asha, “Toplamda 23 farklı ülkeden veri topladık. 19 AB üye devleti, kalanı da AB üyesi olmayan ya da AB harici ülkeler. Genel olarak şunu söyleyebiliriz: Son derece olumlu kazanımları var Sözleşmenin” dedi.

Asha, Avrupa’da da siyasi anlamda hararetli tartışmalar olduğunu belirterek birçok ülkede kadın hareketine ayrılan fon ve bütçelerde de kısıtlamaya gidildiğini aktardı. İhtiyacımız olan aslında tüm Avrupa ülkelerinde, tabii ki küresel ölçek için de geçerli, koordineli ve uyumlu bir şekilde hareket etmek. Ancak beraber hareket edersek ve hareketimizde uyumlu olursak bu engeli aşmak mümkün olacaktır.”

Gülsen: ‘Hem dünya hem Türkiye kadın hareketi olarak bunun üstesinden geleceğiz’

1. Oturumun son konuşmacısı Gülsen Ülker de İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların uzun süreli mücadelesinin bir ürünü olduğunu vurgulayarak, “Gerçekten an be an yaşadık İstanbul Sözleşmesinin aşamalarını. TCK, Mor İğne Kampanyası, ilk sığınakların kurulması, Mor Çatı ve Kadın Dayanışma Vakfı. 2001 Medeni Kanun, 2004 Türk Ceza Kanunu değişiklikleri önemliydi. Bunlarda biz, oluşturduğumuz baskı gruplarıyla o dönemdeki hükümetlerle görüşmeler yaparak bu yasaların hazırlanmasına çok ciddi katkılar sunduk. İstanbul Sözleşmesi’nde de böyle olduğunu düşünüyorum” dedi.

Alev: ‘Türkiye’deki anti-gender hareket küresel hareketle iç içe gelişti’

2. Oturumun ilk konuşmacısı Alev Özkazanç, sözlerine “Küresel kadın ve LGBTİ+ hareketin kazanımlarına karşı örgütlenmeye başlamış ve güçlenmiş bir karşı toplumsal hareket var karşımızda” diyerek başladı ve şöyle sürdürdü:  “Bu hareketler çok belirgin bir transnasyonal özellik kazandı ve ağ oluşturdular. Bu hareketlerin hepsi toplumsal cinsiyet ideolojisi dedikleri şeye karşı örgütleniyorlar.”

Alev, küresel düzeydeki hareketin Türkiye’deki benzerine işaret etti: “Bugün sözünü ettiğimiz gibi anti-gender retoriğini kullanan bir şeyin 2019’da ortaya çıktığını görüyoruz, küresel hareketle iç içe geçen hareket ortaya çıktı. 2019’dan beri çok güçlendiğini, kitleselleşmese bile etkili olduğunu ve sözleşmeden çekilmeye neden olacak bir başarı elde ettiğini görüyoruz.”

Enikő: ‘Macaristan’da kadın örgütleri hedef haline getirildi’

2. Oturumun diğer konuşmacısı Enikö Pap ise İstanbul Sözleşmesi’nin ve kadın hareketinin Macaristan’daki serüvenini anlattı: “2010’dan sonra daha fazla güçlükle karşılaşmaya başladık. 2013’te önde gelen kadın örgütleri, diğer insan hakları ve demokrasiyi savunan örgütlerle birlikte, önce hükümeti destekleyen örgütler tarafından sonra da hükümet tarafından hedef haline geldiler. Kadın örgütleri hükümet tarafından sorunlu addedilen örgütler listesine alınmış durumda.”

“Kadın hakları örgütleri aktif olarak İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması ve onaylanması için lobi çalışmaları yürüttüler en başından itibaren” diyen Enikő, Macaristan’ın 2014’te Sözleşme’yi imzaladığını belirtti. Ancak daha sonra hükümet çevrelerinden muhalif seslerin yükseldiğini söyleyen Enikő,  Sözleşme’ye karşı ileri sürülen argümanları sıraladı: “Erkeklerin haklarının kısıtlanacağını ve devletin egemenliğinin tehlikede olduğunu iddia ettiler. Temel argümanları Sözleşmenin toplumsal cinsiyetle ilişkisi ve göçmen ve sığınmacılarla ilişkisiydi. Bunlar hükümetin yabancı düşmanlığı ve LGBTİ+ gruplarla ilgili söylemlerine ve kampanyasına da çok uygundu.”

Hayriye: ‘Sözleşme ‘hiçbir grubu dışarıda bırakamazsın’ diyor’

2. Oturumun son konuşmacısı Hayriye Kara ise Türkiye’de 2015’ten itibaren LGBTİ+’lara yönelik saldırıların arttığını hatırlatarak, “İstanbul Sözleşmesinin LGBTİ+ların haklarına ilişkin yeni standartlar getirmediği, ya da sözleşmenin sadece ayrımcılığı yasaklayan maddesinde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin yer aldığı ama tamamında böyle bir şey olmadığı gibi söylemler oldu. Türkiye açısından önemi, Türkiye mevzuatında LGBTİ+’ların açıkça korunduğu, onlara yönelik ayrımcılığın yasaklandığı bir düzenleme yok, ama İstanbul Sözleşmesi ile beraber Türkiye mevzuatının içine girdi. İstanbul Sözleşmesi bütüncül bir mücadeleden bahsediyor ve hiçbir grubu hiçbir temele dayanarak dışarda bırakamazsın diyor. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini de açıkça ifade ediyor.”

Yeni1Mecra