Kaybettiklerimizin acısı hep yüreklerimizde kalacak

Özlem Durmaz

Yine tarifi güç acılar içinde kavruluyoruz. Bu kez adı deprem. 

Elbette biliyoruz bunun asıl adının deprem olmadığını. Adının rant olduğunu, adının kapitalizm, adının insanı yok sayan ve cana paha biçen sistem olduğunu. 

İzmir sallandı bu kez. Şu ana dek 100’e yakın canımızı kaybettik, 1000’e yakını da yaralı. Öylesine büyük bir şaşkınlık ve öyle büyük bir travma içindeyiz ki kelimelere dökmek çok zor. 

O anı anlatmak çok zor. Yer ayaklarımızın altında bir beşik gibi sallanırken, bu nasıl bir şey dedik bütün İzmir. Görmemiştik böylesini. 

Kimilerimiz başka başka depremleri de yaşadılar bizzat, hatta belki daha yıkıcı daha şiddetli ve ağırlarını. Ama çoğumuz bu şiddette bir depremi ilk kez hissetti. 

Mesela ben, sallantıya alışkın bir İzmirli olarak o saniyelerde neler olduğuna inanamadım, şok içindeydim. Bu hiç de alışkın olduğum türden bir sallanma değildi çünkü. O esnada oldukça sağlam bir binada olmama rağmen hissettim üstelik bu hissi. Tek bir biblonun dahi devrilmediği bir binada olmama rağmen deprem anında, deprem bitip binadan çıktığımda dizlerimin tutmadığını fark ettim. Geçmiş alışkanlıklarımla ‘Olur biter ve geçer, geçince de sadece kimimizde korkusu kalır’ diye düşünmeme rağmen örneğin, kalbim yerinden çıkacak gibi çarpıyordu sokağa çıktığımda. 

Sonra sokakta, fark ettiğim ilk şey dehşet oldu. İnsanlar öylesine korkmuşlardı ve hala binalardan çıkmamış, çıkamamış olanlara binalardan çıkmaları için öylesine can havliyle bağırıyor, kimisi öylesine hiddetle ağlıyordu ki. 

Depreme Karşıyaka’da yakalandım, Bayraklı ya da Manavkuyu’da olanlardan habersizdim o anlarda. 

Aslında iş arkadaşlarımdı kızımdan sonra ilk merak ettiğim, çünkü her sarsıntıyı olduğundan da büyük boyutlarda hissetmemize sebep olan sallantılı bir binaydı çalıştığımız Büyükşehir Belediyesinin ana binası. Riskli olduğunu defalarca dile getirdiğimiz ama hala çalışmaya devam ettiğimiz, şimdi ise elbette tahliye edilen o bina. O esnada binada olan herkes öylesine korkmuştu ki haliyle… Neyse ki iyilerdi ve ben sandım ki herkes iyi. 

Ama öyle olmadı. Herkes iyi olmadı. Hatta şu anda hiç kimse iyi değil. İyi de olmayalım zaten. 

Nasıl oldu bu diye tekrar tekrar sorsak ve yanıtlarını bütün televizyon programlarında, haber sitelerinde, onlarca uzmanın abartısız yüzlerce yorumu ve aktardıklarıyla bilsek de yine de şok içindeyiz. 

Ömürlerimiz boyunca sallanmış ve her sallantıyı ufak tefek hasarlarla atlatmış olmanın hatalı alışmışlığı içindeki biz İzmirliler; kabul edemediğimiz bu acı tablo karşısındaki travmamızın boyutlarını algılamaya çalışıyoruz şimdilerde. 

Şimdilerde neredeyse her İzmirlinin bir akrabası, yakını, tanıdığı, ahbabı o yiten canlar listesinde. Sadece meslektaş olarak değil, çocukluk arkadaşımızın ağabeyi, genç bir meslektaşımızın dayısı olan, bizim Murat Abimizi, Av. Murat Duman’ı hem de oğlu ile birlikte kaybetmenin şokunu yaşıyorum ben de kişisel olarak. Zaten hiçbirini tanımasak bile o upuzun ve kapkara liste hepimizin kahrı şu anda. Öyle çok yaralı var ki üstelik. Hele üstelik evini, barkını, işini, gücünü, hanesini, ofisini, hem de içeriden tek bir resmini, tek bir kalemini alamayacak durumda kaybeden. 

Hem de onlar “Canlarını kaybedenlerin yanında bizim acımız söz konusu bile olamaz” diyecek kadar insan hayatına sevdalı. 

Şimdi İzmir, sadece kendisi değil üstelik, her yerden gelen dayanışmayla sarmaya çalışıyor yaralarını. 

Ama kaybedilen her bir can, işte onların acısı asla geçmeyecek yüreklerimizde, sorumlulara olan öfkemiz gibi.