Korona Günlerinde dergi yapmak, ne demek? (1)

Adnan Genç

Korona günlerinde ne kolay gidiyor ki? Hayat herkese zor ve benim röportaj konularım da biraz, ‘Bizim Mahalleden –Şair, Sezai Sarıoğlu’ndan el alarak-’ olan insanların sorunlarını eğiliyor.. Yani havuz başında endüstriyel spor aletleriyle poz veren insanların ‘korona sıkıntıları’ pek ilgimi çekmiyor…

Sadede gelirsek; zaten zor ve hayli meşakkatli bir iş olan yayıncılık dünyasının, dergi yapanların sorunlarına dönelim, istedim… Nasıl yayın yapıyorlardı önceden? Şimdi hangi koşullarda sürdürüyorlar veya niye sürmüyor. ‘Online’ yayıncılık dünyasına hangi nedenlerle katıldılar? Yayın Kurulu meselesini ve yazı takibini nasıl yaparlardı, şimdi hangi koşullarda sürdürüyorlar. Ve tabii dijital hazırlık, matbaa ve dağıtım ile tanıtım işleri nasıl sürüyor, sürebiliyor mu? Okur sayısı ve ilgisi ne düzeyde? Bunları yayınca dostlarımıza sorup yanıtlar alalım ve okurumuza sunalım istedim. Öyle ya; bir arkadaşınızın ya da sevdiğiniz bir şairin, şiirlerine rast gelebilirsiniz.. Veya zor bela, resim yapan dostlarımızın işlerini anlattıkları yazılara… Yayınları edinelim; okuyalım ve okutalım… Dayanışma candır…

Bu dizinin ilk yazısı, Zonguldak’tan geldi. 67 Dergisi’nin öyküsünü de Yayın Yönetmeni Aykut Kırbıyık’tan dinliyoruz. Aykut bey ve arkadaşlarının bir taşra kentinde dergicilik yapma zorluklarını, yaşadıkları sürece ilişkin gelişmeleri dinleyeceğiz… Kentte de dergicilik zordur ama özellikle korona günlerinde ’31 kent ve Zonguldak’ diye anılan bu emekçi kentinin, yayın dünyasına kulak verelim… Elbette ki, iletişime geçip dayanışmamızı da gösterelim… Hayat herkese zor…

Aykut Kırbıyık

ALTIYEDİ DERGİSİ öyküsü…

Dergiler, bir gereksinimi karşılamak için ortaya çıkarlar. Kimisi ortam ve zamanı koklar ve kapitali ile yeni bir gelir kapısı beklentisini öne çıkarır. Kimi de yaşamını yoğurduğu sanat edebiyatı kitlelerle paylaşmak arzusuyla hareket eder. Sanat edebiyatla yoğrulan bir yaşamın bir başka kaygısı da içinde bulunduğu toplumu bir adım öteye taşıması hararetindendir.

Altıyedi dergisinin ilk sayısında bizler de “Kuzey’den bir rüzgâr” estirelim istedik. İçinde hırçın Karadeniz’in coşkusu olsun, ağıtlarıyla bezeli kömürün kokusu olsun, yaylaların serinliği, ormanlarının gümbürtüsü olsun ve ülkemiz edebiyatının sesi olsun istedik.

Bizim için kolay olan 1995 yılında bir kurduğumuz Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfının (ZOKEV) 25 yıllık tecrübesinin uygulama sahasında bizi motive edişi idi. 

Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı, kentimizin laik, demokratik ve çağdaş aydınlık insanlarının bir ailesi, adeta bir aynasıdır. Öncelikle bu potansiyele güvendik. Ardından da ülkemizdeki yansımalarına. Bu önemliydi, zira itici gücümüz mali açıdan bu yüzün samimiyeti ile orantılı.

Yola çıkış gerekçemizin diğer bir nedeni, Vakfımızın yıllardır yaptığı çalışmaların ve tüm etkinliklerin biz de yarattığı öz güven duygusu ve bu etkinliklerin tüm ortakları ile olan ilişkilerimizin başta kentimiz olmak üzere ülkemizde de ‘Okur’ sayısının nüfusa oranla hızla tükendiği bir noktada ‘üretme’ zorunluluğumuz ve sorumluluğumuz oldu. 

Dergiciliğin çok zor ve özverili bir iş olduğu, hatta birkaç sayıdan sonra kapıya kilit vurulduğu gerçeği ile sık sık yüzleşen bir entelektüel çevre vardı ki, bu motivasyonu tersyüz edecek tüm geri dönütleri de bu döngünün içine almamız gerektiğini düşündük.

Nasıl mı?

Ulusal dağıtım ağı içindeki sanat edebiyat dergilerinin içeriklerinden tutun, görselliklerine, finansal altyapısından tutun da dağıtım ağına kadar birçok argümanı incelediğimizde karşımıza çıkan fotoğraf, bizleri daha farklı bir şeyler yapma noktasında tetikledi.

Örneğin iktisadi bir işletmenin olmayışı yani dergiyi her ne şekilde olursa olsun finanse edecek başka argümanlar bulunmayışı gibi olumsuzlukların karşısına ZOKEV’in yaklaşık 25 yıllık kurumsal yapısının varlığını, ona olan bağış desteğini, güveni koyduk.

Aynı şekilde içeriğinden görselliğine ve mizanpajına kadar dergiyi çıkaracak ‘ücretli’ çalışan profesyonel bir ekip zorunluluğuna karşın da elimizde yıllardır amatör bir ruh ve özveri varsıllığı ile üreten işinin profesyoneli dostlarımızın varlığına inandık.

Dergiyi ayakta tutacak tiraj sorununu önceliklemedik. Çünkü en azından dergiyi üretecek ücretli bir yapının maliyeti yerine biz, sevgiyi, dostluğu, insanımıza olan güveni ve sanat edebiyata olan tutkumuzu koyduk. Bu nedenle de ilk dört sayıyı yani bir yıllık bir periyodu ciddi olarak hedef aldık.

2019 yılının şubat ayında birkaç arkadaşımla birlikte ciddi anlamda bir değerlendirme yaparak Vakfın yetkili organlarından dergi çıkarmaya ilişkin kararımızı onaylattık.

Üç ayda bir her mevsimi tanımlayan sayılarımıza, dosya konularımız ile renk katmayı, ortalama bir fiziki büyüklükte ve 96 sayfa ile başlamayı, kapak hariç iç sayfaların tek renk olmasını ve en önemlisi ulusal bir yayın politikası olacaksa şayet yerel bir iz taşımayı öncelikledik.

ZOKEV’in kuruluş sürecindeki koşulların ağırlaştığı günümüzde, ısrarla ‘karanlığın boğulduğu’ bir misyonu devam ettirme noktasında mottomuzu da belirleyerek, içinden üç kent çıkarmış Zonguldak’ın plakasından esinlenmek suretiyle çocuğumuza ‘ALTIYEDİ’ adını verdik. Şunu hemen söyleyeyim, bunu hâlâ çözemeyenler var ve aslında ne kadar doğru bir karar olduğunu gün geçtikçe daha iyi anlıyoruz. Çünkü anlattığımızda aldığımız tepki bize hem tebessüm yaratıyor hem de güç veriyor.

Hedefimiz tuttu mu diye sorarsanız önemli ölçüde tuttu. Baskı sayımızın neredeyse dörtte biri sayıdaki dostumuz, derginin bir yıllık maliyetine bağışları ile katkı koydu. Eğer istatistikten söz edeceksek, bizim önemsediğimiz sonuç bu.

İçerik olarak neler yaptık?

Derginin oluşum sürecinde kimlerle çalışmamız gerektiği gibi bir sorun hiç yaşamadık. Bakış açımızda çok küçük nüanslarla ayrışmalar oldu ama hepsini bir potada eritme olgunluğuna sahip bir koordinasyon gözettik. Tüm bu gözetilen kriterler derginin içeriğine, daha iyiye doğru yelken açan ufuktaki bir fotoğraf parçası gibiydi.   

Altıyedi Dergi içerik olarak tüm bu donanım önderliğinde özet olarak şunu hedefledi: Zonguldak’ın yerel kimliği yok sayılmaksızın ulusal yazarlarımız, çizerlerimiz ve sanatçılarımızla kaliteli, özgün, dili düzgün, sansürsüz, seviyeli, naif ve vurgusal görselliği özümseyen, her şeyden önemlisi karanlığa ışık, aydınlığın ve çağdaşlığın simgesi bir imece üretmek.

Üretilen sayılara gelen eleştirilere gelince…

Yaşam bir devinim. Tüm sayılar birbirini tetikleyen yeni ufuklar açtı bize. Ve açacak da. Absürt, medyatik ve şarlatanlık barındıran her türlü rüzgâra kapattık kendimizi. Kırmızı çizgimiz demeyeceğim ama sınırlarınızı koyduğunuzda daha özgür ve daha yaratıcı oluyorsunuz. Ve her sayımızda başta yazarlarımız olmak üzere eleştirileri değerlendirmeye alıyoruz. Alışkanlıklarımızı ya da temayülleri kırma noktasındaki kararlılığımız zaten yayın kurulunun inadı.

İçerik açısından bizi çok ciddi bulanlar var. Ama bu bir sanat edebiyat dergisi ve ülke sorunlarından ve sorumluluklarından bağımsız değil. Gülmeye, eğlenmeye ve yaşamımızı çeşitlendirmeye hepimizin gereksinimi var. Öncelikle her şeyi aynı anda bir dergide verme şansınız da yok. Elbette geliştireceğiz. Örneğin dosya konularında sadece sosyolojik ve felsefi yanından değil akademik tarafından bakışımızın mayası tuttu.

Aynı şekilde dördüncü sayıdan itibaren soruşturma konusuna girdik. Edebiyatla sınırlı kalmayacağımızı sinema ve tiyatro yazıları ile de vurguladık. Bu mecrayı önümüzdeki sayılarda fotoğrafa, heykel ve resim sanatlarına da taşıyacağız tabii ki.

Mevcut dergicilikle bir karşılaştırma yaparsak…

Olumlu yanı kültür, edebiyat ve sanatın gelişimine sunacağı, genç yazar-çizer insanların potaya girmesi ve okur sayısının artışa zorlanması gösterilebilir.

Tehlikeli yanı ise bölgesel ya da bir avuç insanın elinde kalacak bir ürüne doğru evrilme sürecidir.

Size sadece bizim dergiden bir örnek vereyim. 500 adet 1. Hamur enzo kâğıda 96 sayfa basılan tek renk bir derginin maliyeti yaklaşık 3.000 TL’dir. Yaklaşık 6 TL maliyeti bulunan bir derginin sırtınızda taşınarak satışı halinde bir sonraki sayının basılması için tamamının satılması gereklidir. Eğer abone yaparsanız da 3,5 TL PTT masrafı var ki, dergi zaten kafa kafaya gelir. Bu dediğim şartlarda emek ücreti, telif ücreti, sayfa düzen ücreti vs. yok. Tüm bunları koyarsanız derginizi 15-20 TL’den aşağıya satmanız olası değil. Bu durum derginin fiyatının konulması ile ilgilidir.

Kısaca dergi çıkarmak, tek başına yapabileceğiniz bir iş değil. Bir ekip işi.

Oysa İstanbul’da üretilen birçok derginin arkasında kafe ve başka sermaye güçleri var ki, bu dergilerin satış gibi bir kaygısı da yok. 40 sayfa tabloid boy bir neşriyatı renklendirerek ve yazar-çizerlere bazen telif vererek birkaç isimle yola çıkıyorlar. Eleştirmiyorum ama sanat edebiyat dünyasını kategorize etmelerinden de rahatsızım.

Sonuç olarak:  

Amacımız, dergimin ulusal düzeyde okur ağına ulaşması. Bunun için de bazı girişimlerimiz var. Yayıncı arkadaşlarımla ve İstanbul konusunda sürekli arayış içindeyiz.  

Çabamız, ülkenin değişik yörelerine yayılan iştahlı edebiyat severlerin çabalarını birleştirmek adına bir şeyler üretmek. Örneğin YAYKOOP böyle bir gereklilikten yola çıkarak kooperatifleşti ve küçük yayın evlerini, internet ortamından, pahalı festival stantlarından, dağıtım ağındaki satış yüzdelerinden kurtarmak çabası içine girdi. Dergilerimizi de bu oluşum içinde düşünmek neden olmasın.

Türkiye’de her şey her an değişebilir. Ekonomik göstergeler okuma ve yazma kültürünü örseliyor. Bu birilerinin işine gelebilir ama bu kapı kapanırsa işte karanlık üzerimize çöreklenmiş diyebiliriz.

O zaman sizin de vurguladığınız gibi güç birliği ve dayanışma güzeldir diyelim.