Korona Günlerinde kim nerede, ne yaptı? (2)

Kimi patronunun bitmez tükenmez iş yükünü karşılamaya çalıştı, kimi eşinin talimat alışkanlığını bitirmek için çaba gösterdi. Ama çoğu insan karamsar gelişmelere rağmen hayata umutla bakmak için çabaladı.

Adnan Genç

Korona günlerinde, koca bir ülke; hatta bütün gezegen, hep birlikte evlere kapandık. Zamanla kısıtlamalarda gevşemeler oldu ama belli riskler taşıyan ve ileri yaşlardaki insanlar, hep evde kaldı. Sizler, o gruba girmeseniz de, her hafta sonu, haftanın yarısını kapsayan sokağa çıkma yasaklarıyla karşı karşıya kaldınız… Meslekleriniz veya işleriniz bağlamında; evinizde nasıl vakit geçirdiniz? Bir hobi geliştirmeye yönelik işleriniz oldu mu? Kendinizi temizliğe veya mutfağa mı yönelttiniz? Dostlarınızla nasıl görüştünüz ve neler konuştunuz? Kilo almış olabilir misiniz? Bu işin aralıklarla da olsa belki de gelecek yılın sonuna değin sürebileceği öngörüsünü nasıl karşılıyorsunuz? Bir önlem alabildiniz mi? Ekonomik ve psikolojik olarak ne durumdasınız? Hayata ve ‘Yeni bir dünya mümkün’ anlayışına ilişkin görüşlerinizde bir değişiklik var mı? Evde veya sokakta koronaya ilişkin özel önlemleriniz oluyor mu? Sizler, okuyan ve yaratan insanlarsınız; acaba, entelektüel gelişiminiz veya yaratılarınız konusunda kendinizi verimli buluyor musunuz? Neler yapıyorsunuz? İyi misiniz?

Sorularımı birkaç saat içinde ve kimileriyle konuşarak da yollamış oldum. Yanıtları geldikleri sırayla koyacağım sayfaya… İlginçtir; öyle doğru isimler seçmişim ki (hepsi arkadaşım, dostum olan insanlar) olduğu gibi kendilerini anlattılar. Tastamam yaşadıkları durumu… Aralarında yazar, gazeteci, akademisyen, ev kadını, emekli ve değişik meslek gruplarından insanlar da var. Hatta size eğlenceli sürprizli bir soru da sorayım. Bilin bakalım, gelen yanıtlar arasındaki isimlerden; kendi mesleki alanlarında hangi ikisini; yarın sabah gazetelerde Nobel ödülü aldı diye okursak, yadırgamayız. Nasıl pek eğlenceli bir röportaj değil mi?

İnancımı yitirdiğim gün hasta olacağım…

Yüksel Öztel (İnşaat mühendisi, işinsanı 50+):

Kamu veya herhangi bir özel sektör ile herhangi bir gelir bağı olmayan meslek sahibi olarak, evlere kapandığımız korona günlerinde veya yasaklı olmadığımız ofis günlerinde, hiç bir proje veya taahhüt çalışmamız olamadı. Bizi çok zor durumda bırakan ilginç konu, şirket ortağı (KOBİ) olduğumuzdan, çalışır durumda görünüyoruz! Bankalara olan borcumuzun faizi, faiziyle üç ay ertelendi. Bunun dışında, düşük faizli bir krediden de yararlanamadık. Bizim serbest çalışan mimarlar, mühendisler, haritacılar vs. işsizliğin zirvesini yaşamaktadır. Ama kimsenin haberi yok!

Hobilerim hep olmuştur. Resim konusunda elim amatörce kalem tutar. Büyük ustalarımız Nâzım Hikmet, Orhan Kemal ve Ahmed Arif’i ölüm yıldönümlerinde minnetle anarak, böyle güzel insanların resimlerini yapardım karakalemle. Şimdi daha çok çizim yapmaya çalışıyorum.

Mutfak konusunda öğrencilikten kalma yemek yapma alışkanlığım devam ediyor olsa da, Korona döneminde, daha evvel okumaya başlayıp yarım bıraktığım kitaplarım ile hiç başlayamadığım kitaplarımla buluşmak güzeldi. Küskünlüğümüz bitti…

Dostlarımla görüşmelerimiz nasıl oldu? Neler yaptık? İletişim çağındayız malum. Sosyal medyada görüşmelerimiz oldu. Ancak hiçbir zaman bir masada göz göze, insan elektriğinin birbirine geçtiği o güzelim sohbetlerin yerini tutmadığını söylemeliyim. Bir takım projeler ve tabii ki güncel siyaseti tartıştık. Bu süreçten en az zararla çıkmanın yollarını konuştuk. Umarım yürünen yollar, harcanan zaman, bu günlerde çokça insanın umudu olan aydınlık yarınlaradır.

Sosyal mesafe kuralına çok dikkat ettim. Bu konuda yasakları delmek isteyen arkadaşlarım oldu. Bir mazeret bildirip uzak kalmayı başardım ama ne yalan söyleyeyim karşılıklı rakı içmeyi de çok özledim. Önceki yıllara oranla evdekilere de öğütleyerek hasta olmamaya çalıştık.

Bu görünmez mendeburla başa çıkabilmenin yolu öncelikle sağlıklı kalmaktı. Gelecek yıla etkilerinin daha ağır olacağı kanaatindeyim. İşsizliğin arttığı, insanların sürekli borçlandığı (borçlanabilen!) bu günlerin ceremesi, bir yılla atlatılamaz düşüncesindeyim.

Ekonomik olarak serbest meslek hayatımda 30. yılımı geride bıraktığım bu 2020 (benim için 2018 – 2020) yılında çektiğim sıkıntıyı daha evvel çekmedim. Çiller krizleri, 99 depremi ve sonrasında yapı denetim yasaları çıkacak diye 9-10 ay hiç çalışamadığımız günler oldu ve bu günkü gibi çile çekmedik. Peşinden 2001 krizi oldu ki depremin etkisi çok olsa da hadi buna da Ecevit krizi diyelim vs. dâhil bugünkü gibi bir sıkıntı görmedik. Gördüğümüz sıkıntıları da mevcut ufak birikimlerle aşabiliyorduk. Günümüz krizinde birikimin adı stresten ibaret. Otomatik olarak psikolojik durum; gelecek kaygıları, işsizlik, kendim dâhil evdeki 5 işsiz nüfus durumu özetler kanaatindeyim. Lakin duygularımla değil akıl ve bilimle bu süreci aşabileceğim inancımı hiç yitirmedim. Bunu yitirdiğim gün hasta olacağıma inanırım.

Bu ekonomik kriz sürecinden daha acı olan, ülkeyi yöneten Erdoğan hükümetinin hukuku bitirmesi, kullandığı dil vs. ile ülkemize olan güvenin azalması, basın özgürlüğü, meslek örgütlerine uygulanan faşizm… Hangisini anlatsam? Tek çare, yeni bir dünya kurulacağı gerçeğinden önce, hukukun üstünlüğüne inancı tam, özgürlükçü, düşünen, üreten bir yönetimin başa geçmesidir. Ancak o zaman yeni bir dünya iklimine giriş yapıp yarışa başlayabiliriz. Yeni Dünya düzeni, belki yeni para düzeni kapitalizmin oyunlarına rağmen sancılı doğacaktır ama eninde sonunda doğacaktır. Yeni dönem, ağırlıkla evden işin, evden eğitimin revaçta olacağını gösteriyor. Fakat ülkemizde adalette, eğitimde, yaşam şartlarındaki bölgesel farklar, eşitsizlikler düşünüldüğünde umudum yitiyor…

Evde veya sokakta korona ya özel bir önlem almaktan çok evde veya ofiste izole kalmayı tercih ettim. Yaşadığımız çevrelerde çok bilinçsiz insanların varlığı, korunmak için çaba göstermedikleri gerçeği ile hareket etmemiz gerektiği kanaatindeyim. Salgın sıfırlanana kadar böyle olacak benim açımdan.

Okumaya çalışan, her zaman üretmeye çalışan biri olarak bu dönem verimli olduğum söylenemez. Ne kadar çaba göstersem de, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve salgın krizi çok insana acı bilançolar çıkaracaktır. Özellikle hayata yeni başlayacak olan gençlere ve tüm insanımıza, daha verimli olabilecekleri ekonomik koşullar sağlanmalı ve ayrım gözetmeden üretime dayalı iş alanları açılmalıdır. Yönetildiğimiz bu anlayışla bunun sağlanacağına inancım yoktur.

İyi diyelim iyi olalım. Ama bu kadar kötülüğün içinde moral olarak iyi kalmak çok güç. Ancak umudumuz var ve iyiler çoğalacak iyiler kazanacak.

Bu günlerde deprem konusunun unutulduğunu görüyorum ve çok sağlıksız binalarda yaşayan çok ciddi bir kitlemiz olduğunu biliyorum. Umuyorum ki ekonomik koşullar yoluna girmeye başlar ve insanlar binalarını yenilemek isterler. Böyle talepleri olanlara mesleğimiz gereği maliyet analizleri yapıp teklifler veririz. Kısmet…

Eşimin talimat alışkanlığını bitirdim…

Şükran Kantar Cihan (Ev kadını, 50-):

Uzun yıllardır, İstanbul’da yaşıyor olmama karşın; yılın önemli bir bölümünde de Hemşin’in dağ köylerinden birinde oluyorum… Seyahat yasağı esnetilince de kalktım, köyüme geldim. Yaşlı babama kardeşlerim tek tek nöbetleşe gelerek bakıyoruz. Yatalak değil ama yarenlik için geliyoruz…

Şükran Kantar Cihan, köyde doğa ile iç içeydi.

Köylük yerde Korona günlerini akrabalarım nasıl atlattı ve yaşadı iyi biliyorum. Önce köyü anlatayım ama sonra da İstanbul’daki kısıtlı günlerimizi anlatacağım… Köyümüz, geniş ve eğitimli bir arazide hayli dağınık bir yerleşim düzenine sahip. Yani her ev, kendi kapı önünde rahatlıkla vakit geçirebilir. Bahçesine inebilir ve tarımla ilgilenebilir. Tek sıkıntımız; yıllardır yarıcılık usülü çalışan köylülerimizin de gurbete ve büyük kentlere gitmesi. Kala kala Gürcü işçilere kalmıştık ve onlar da çok pahalı oldukları gibi artık gelemiyorlar… Bu derdimizi katmerleştiren bir şey de, çayın taban fiyatının çok çok az olması ve kota uygulanması. Yoksa köylülük yaşamımızı Korona hiç etkilemedi. Bizler de dikkatliydik. Sosyal mesafe denilen önlemli olmayı biz de uyguladık…

İstanbul’a gelince. Eşimle birlikte oturuyoruz ve iki oğlumdan birinin bebeğine bakmaya gidiyordum. Bunu birkaç ay boyunca yapamadım. Zaten ev kadınıyım ve hem oğlumun ailesine hem de kendi aileme yemekler yaptım, durdum. Gene yün ördüm bol bol ve evimizi temiz tutmaya çalıştım. Emekli bir kurmay albay olan eşim de daha fazla bir süredir evde olduğu için, beni ‘emir eri’ gibi kullanmıyor artık. Talimat alışkanlığını bitirdim. Birlikte evimizi ve hayatımızı idare ediyoruz. Özel bir merakım var ki, biz Hemşinliler sosyal insanlarız; nerede olursak olalım, haberleşiriz. Bilgisayar kullanıyorum ve sosyal medya üzerinden herkes, hepimizden haberdarız. Bu vakit geçirtiyor insana. Ama bir fena yanı var; giderek daha sert bir politika amatörü olacağım galiba. Sertleştiğim ve zaman zaman umudumu kaybettiğim hissine kapılıyorum. Alışverişe de gidiyoruz bu arada. Maskeler ve eldiven takmalar hep var. Daima kendimizi koruyoruz ve çevremizi de uyarıyoruz… Bu kısıtlı olma halinin en az bir yıl daha sürebileceğini kestiriyorum ve internetten insanlar ne yapacaklar, ne planlıyorlar diye, okuyorum… Şimdilik bu kadar…

Yaşadığım paranoyaklıktan nihayet kurtuldum

Hale Çevikoğlu (Medyadan emekli, Ressam, 50+):

Korona günlerinde neler yaptınız, ne önlemler aldınız ve nasıl bir dünya için fikriniz var mı diye, sormuşsun ya; hastalığın dünyayı perişan etmesi yanında, giderek artan yoksulluğun ve hele ki ülkemizdeki fırsatçı yağmanın öfkesi dışında, kişisel olarak durumumdan şikâyetçi değilim.. Evi severim, oldum olası.. Ama uzun yıllardır ilk kez bu kadar uzun süre evdeyim.. Sıkıldım mı? Hayır.. Çünkü, pek çok yeteneğim var ve yeterli materyale sahibim.. Resim yapıyorum bolca, sanki bu günleri bilir gibi tuvaller, boyalar, kağıtlar stoklamışım.. Kitap okuyorum, genellikle geceleri.. Mutfakla ilişkim oldum olası iyidir ama hayatımı gasp etmedi.. Yani üç ayda sadece bir kez lahmacun yaptım..

Hale Çevikoğlu, evde bol bol resim çizdi.

Birkaç gündür dikiş makinamı ortaya çıkardım, puf örtüsü diktim mesela; sallanan koltuk için bir kumaş buldum, o sırada. hiç kullanmadığım kadar telefon kullanıyorum.. muhtelif gruplarla sohbetler oluyor, karşılıklı kahve içiyoruz.. Hatta bir gece neredeyse çilingir sofrası kurduk diyebilirim..

Havalar ısınırsa eğer, bahçe işleri de beni bekliyor.. Sadece birkaç saksının toprağını değiştirdim şimdiye kadar.. Sakız sardunyaları bahçeden içeriye mutluluk taşıyor.. Süreç uzarsa, elbette ne gerektiği gibi davranacağız.. Yani ben bu yılın sonuna kadar evde kalabileceğime kendimi ikna etmiş durumdayım…

Sağlıklı olmak için mümkün olduğu kadar doktorların ne söylediğini dinliyor ve yapabildiklerimi yapıyorum.. Söyledikleri vitaminleri alıyorum, beslenmeme dikkat ediyorum ve hatta arada spor da yapıyorum..

Başlangıçta yaşadığım paranoyaklıktan nihayet kurtuldum.. önlemimi alıp sokağa rahatça çıkıyorum.. Ama elbette kalabalık her yerden uzak duruyorum.. Bunu bir serüven olarak görme eğilimdeyim.. Nihayetinde yüz yılda bir yaşanan bir pandemi sürecinden geçiyoruz.. Bizim jenerasyonun tek eksiği bu kalmıştı, onu da gördüm işte diyorum.. Buna da gülüyorum..

Ben dokunurum insanlara, sevdiklerime.. En ağır ve zor gelen işte bu oldu.. İnsanları, ‘mıç mıç’ ilişkileri çok sevmem ama, sevdiklerimi çok özledim.. Çocukları çok özledim.. bizim ihtiyarları da çok özledim.. İşte bu sosyal mesafeyi nasıl öğreneceğiz ve bu duruma nasıl alışacağız, bilemiyorum..

Tatil, dinlenme diye bir kavram yok hayatımda

Fatma Arslan (Sosyolog, 30+):

13 Mart tarihinden beri evden çalışıyorum. İlk haftalarda evden çalışma fikri, hem kendimi salgına karşı korurum hem de fiziksel olarak biraz dinlenirim düşüncesiyle çok cazip geldi. Fakat sonraki haftalarda salgının dünya genelinde yayılması, vaka ve ölüm sayılarının sürekli artması, kendime ya da sevdiklerime bir şey olur korkusu, ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve eve hapsolma hali ve bu hapsolma halinin çok daha uzun süreceği düşüncesi ve kaygısı hem psikolojik, hem de fiziksel olarak zorlamaya başladı.

Evde rahat çalışabileceğim bir çalışma ortamı kurmak da hiç kolay olmadı.

Bugüne kadar ofis ya da iş ortamında yaptığım(ız), üstlendiğim(iz) ve koordine ettiğim(iz) işleri ve sorumlulukları çevrimiçi ortama taşıma, bu ortamlara alışma, bu ortamlarda kullanılan bir takım çevrimiçi araçlara hakim olabilme çabaları ofis ortamından çok daha fazla efor, emek harcamama neden oldu.

Sokağa çıkma yasaklarının da artmasıyla nasıl olsa evdeyiz, alternatiflerimiz de fazla değil düşüncesiyle iş yükleri her geçen gün daha da arttı. Pandemi sürecinde benim gibi çalışanlar için olmazsa olmaz olan sosyal güvenlik konusunun işverenler tarafından ikincil plana atıldığı, çalışanlara yönelik hak ihlallerinin artığı ve birçok insanın işsiz kaldığı bir ortamda verilen ekstra işler karşısında ses çıkarmak, hak aramak da hiç kolay olmadı. 

Önünü görememe hali ve her an işsiz ya da maaşsız kalabilirim kaygıları nedeniyle gelen ‘extra’ iş yüküne, çalışma saatlerinin uzamasına, yaşadığımız hak gasplarına, ‘mobing’lere ses çıkaramaz hale geldik. Bu da psikolojik olarak başa etmesi zor bir durum oldu.

Sabah belli bir saatte işe gidip mesain bitince işten çıkmak hakikaten çok daha az yorucuydu. Şimdi evden mütemadiyen; gündüz-gece, hafta içi- hafta sonu kesintisiz bir çalışma hali ve buna rağmen yaptığın işlerin, emeğinin görünmeme hali hem psikolojik hem de fiziksel olarak çok yıpratıcı oldu. Mesela artık tatil, dinlenme diye bir kavram yok hayatımda.

Sürekli bilgisayar başında çalışma hali zor ama buna bir de Türkiye’deki internet alt yapısının yetersizliği eklenince daha da katlanılmaz oldu. Tüm çalışmaların çevrimiçi (online) yapıldığı bir ortamda internet sorunu yaşamak, bunu çözebilmek için saatlerce internet hizmeti aldığınız firmalarla telefonda konuşmak ve sorununuza çözüm bulamamak, internet sorunu nedeniyle elindeki işi bitirememek, bundan kaynaklı işverenden ‘trip’, azar yemek, işverene işin aksamasının internet sorunundan kaynaklı olduğunu söylediğinde “Ama sen de biraz daha fazla ödeyip internet paketini güçlendir” ya da “Eksta bir başka internet paketi al” tavsiyeleri dinlemek hiç kolay olmadı. 

Tatil yok, öğle araları, çay-kahve, yemek molaları yok, çalışma saatleri uzadıkça uzuyor. Maaşın yerinde sayıyor, hatta evden çalışma nedeniyle yol-yemek vs. gibi giderlerin için verilen ekstra ücretler kesiliyor. Pandemi nedeniyle gıdaya erişim sorunu yaşıyorsun, her şey ateş pahası, aile, arkadaş vs. gibi dışarıdan ev işleri ya da gıda vs. konusunda aldığın tüm destekler kesilmiş… Ama patronun verdiği işleri buna rağmen yapmak zorundasın. Hiç dinlenmeden çalışmak zorundasın, çalışırken de çok yaratıcı olmak. Evinde internetin hep güçlü olmalı ya da ‘extra’ bir paket daha almalısın, faturayı nasıl ödeyeceğini bilemeden…

Hangi mevsim hangi sebze ve meyveleri ya da kuru gıda, bakliyatları tüketmek gerek, daha ekolojik ve çevreye zarar vermeden (çamaşır suyu hariç) nasıl yaşayabilirim, gereksiz tüketim alışkanlıklarımı nasıl ortadan kaldırabilirim, yemek-su israfı yapmadan nasıl yaşarım, evdeki eşyaları, kıyafetleri küçük dokunuşlarla nasıl tekrar kullanabilirim (tamirat-tadilat) gibi konularda çok düşünme ve araştırma fırsatı buldum. Bir dizi tüketim alışkanlığım değişti. Evi ve yaşamımı da bu ‘konsept’te tekrar düzenledim.

Kendimi çiçek ve bitkilere verdim. Evde 4 tane olan bitki-çiçek sayısı tekrar çoğaltmak ve fidelemek yöntemiyle 4 katına çıktı. Kaktüs yetiştirme konusunda uzmanlaştım diyebilirim.

Mevsimin yaza dönmesiyle birlikte 1 metrekarelik balkonumda soğan-sarımsak- yeşillik yetiştirmeye başladım, domates-biber ektim.

Film- belgesel izlemeyi önceden de severdim. Ama iş güç nedeniyle çok da vakit ayıramazdım. Pandemi ve evde kal günlerinin tek güzelliği Netflix ve erişime açılan film ve belgeseller oldu. Kaçırdığım ya da yıllar önce izlediğim birçok film-belgesel ya da diziyi izleyerek kafa dağıtmaya çalıştım. İyi geldiler bana. 

Kimyasal temizlik maddeleri tekrar hayatıma girdi

Evde kaldığım günlerde temizlik alışkanlıklarım çok değişti. Mesela virüs nedeniyle kimyasal temizlik maddeleri tekrar girdi hayatıma. Uzun bir süredir çamaşır suyu gibi temizlik ürünleri kullanmak yerine bu tarz kimyasalları hayatımdan çıkararak sirke, karbonat, arap sabunu vs gibi daha çevre ve insan dostu ürünlere yönelmiştim.  Pandemi döneminde çamaşır suyu hem de çok yoğun miktarlarda hayatıma tekrar girerek tüm alışkanlıklarımı ve düzenimi alt üst etti.

Özellikle ilk 1,5 ay iş yükümün artmasına rağmen günde 3-4 kez çamaşır suyu ile evi sürekli temizleme hali (eve dışarıdan kimse gelmemesine ve ev ahalisi dışarı çıkmamasına rağmen), dışarıdan aldığım her şeyi defalarca yıkama hali, sürekli kolonya ve dezenfektan kullanma durumu vs. nedeniyle eldiven ve maske kullanmama rağmen kimyasallar hem ellerimi hem de ciğerlerimi perişan etti. Sadece ekmeğimi kazandığım işimde değil evde de iş yükleri çok arttı.

Hayatım boyunca pasta-börek gibi hamur işlerine hiç merak salmamıştım, zor beceremem diye düşünmüştüm hep. Ev günlerinde yemek ve hamur işleri yapma becerisi konusunda çok basamak atladım diyebilirim. Kendi hamur mayamı, kefirimi, yoğurdumu, ekmeğimi yapmaya kadar… Tabi ki bu durum evde hareketsiz kalmanın da etkisiyle hayatımın hiçbir döneminde almadığım kadar kilo almama neden oldu. 

WhatsApp başta olmak üzere çeşitli sosyal medya araçları buluşmalarımda benim için de vazgeçilmez oldu.

İşim nedeniyle çevrimiçi (online) araçları yoğun kullandım. Bu araçlara hâkim olma hali kişisel buluşmalarda da bu yeni alternatiflerin hayatımıza girmesine vesile oldu. Pandemi sürecinin dünya genelinde maddi olarak da kazananı olan  ‘Zoom’ aracı çoklu arkadaş görüşmelerimde kurtarıcım oldu. Rakı, şarap buluşmaları vs. bile yaptık, fiziksel mesafelere inat. Buluşmalarda yaratıcılık hat safhadaydı…

Bu öngörüyü ben de paylaşıyorum. Bu süreci yönetenlerin sırf ekonomik kaygılarla hayatı normalleştirme çabaları, salgınla mücadele, sürecin yönetimi (hasta-vaka sayılarının gizemi, test sayılarının yetersizliği) gibi konularda doğru bilgiye erişim kanallarımızın olmaması, böyle süreçlerde en doğru bilgiye ulaşmamızı sağlayan Tabipler Odası gibi kurumların sürecin dışında bırakılması nedeniyle aslında çok kaygılıyım. 

Umarım gelecek yılın sonuna kadar biter, daha da uzayabileceği konusunda kaygılarım çok fazla. 

Kişisel olarak beslenmeme, kişisel temizliğe (kendim ve ev) vs. çok dikkat ediyorum. Hayatın normalleştiği iddia edilse de çok ihtiyaç olmadığı sürece dışarıya çıkmıyorum. Ya çok erken ya da geç, sokakların tenha olduğu saatlerde dışarı çıkmaya özen gösteriyorum. Havaların ısınması ile birlikte kullanımı çok zor olsa da maskesiz asla dışarı çıkmıyorum. Kafe, lokanta vs. gibi ortamlara gitmiyorum… Arkadaşlarım ya da ailemle sosyal mesafeye dikkat etmeden yan yana gelmiyorum.

Ama sadece benim kişisel çabalarımın yeterli olmadığının da farkındayım.

Pandemi nedeniyle işsiz kalmadım. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Hayat çok pahalılaşsa da her ay hayatımı devam ettirebilecek bir kazancım var şimdilik. Bu süreç bundan sonra nasıl devam eder, çalıştığım alan bu süreçten nasıl etkilenir, son 3 aylık dönemdeki gibi ‘iş’ sahibi olmaya devam edebilir miyim ya da işsiz kalır mıyım gibi soru, korku ve kaygılarım var. Bu kaygıları birçok sevdiğim kişi için de taşıyorum. Bu belirsizlik, önünü görememe hali psikolojik olarak beni çok etkiliyor.

Evden çalışma süresince iş yükümün çok artması, kesintisiz çalışma hali de hem fiziksel hem de psikolojik olarak çok yorucu oldu. Ekonomik olarak şanslıyım işim var, maaşım aşım var gibi görünebilir ama ben eski ben miyim bilmiyorum. 3 aylık süreç 30 yıl gibi geldi. Zor, çaresiz, yorucu, adaletsiz ve acımasız… Dışarıdan bakıldığında ya da genelleme yapıldığında ekonomik olarak rahat görünebilirim belki ama psikolojik olarak sıfırda bile değilim, eksilere, daha da diplere doğru sürükleniyorum.

Tüm bu yaşananların insan denen yaratığın acımasızlığı ve bencilliği ile tüm canlılara ve doğaya yapmış olduğu zulmün, vermiş olduğu zararın bir sonucu olduğunu düşünüyorum mesela… Doğa bizi cezalandırıyor… Keşke kıyamet kopsa ve ben de dâhil tüm insanlar yok olup gitsek dediğim de çok oluyor…

Herkes yani tüm insanlar bu yaşananlarda paylarının olduğunu kabul eder, hayat tarzları ve alışkanlıkları ile hoyratça doğaya ve canlılara verdikleri zararları bir nebze de olsa görebilir ve özeleştirilerini de vererek; “Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak, yeni bir dünyayı eskiden çıkardığımız derslerle böyle mümkün kılabiliriz” diyebilme iradesini gösterebilirse ve kendisi değişmeden bir şeylerin değişemeyeceğini görebilirlerse “Evet, yeni bir dünya mümkün olabilir” diyebiliriz. Var mı umudun derseniz çok değil ama yine de umut benim gibi insanlar için fakirin ekmeği denilen şey. Olmazsa olmaz…

Kimse değişmese de ben kendimi, doğa ve tüm canlılarla kurduğum ilişkiyi, tüketim alışkanlıklarımı başka bir dünyayı mümkün kılacak şekilde değiştirmeye ve bu değişimin ne kadar önemli olduğunu ısrarla ve inatla etrafıma anlatmaya devam etmek istiyorum. Daha yaşanabilir bir dünya mücadelesinin ve bir parçası olmak istiyorum ısrarla ve inatla…

Pandemi nedeniyle hayatlarımızın bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu çok net ve acımasız bir şekilde gördük…

Sevdiklerimizin hayatlarında, kalplerinde yerlerimiz olsa da ya da yapmış olduğumuz işler ya da çalışmalar nedeniyle toplum tarafından bilinen figürler vs. olsak bile virüs nedeniyle başımıza bir şey geldiğinde Sağlık Bakanının her gün yayınladığı grafikte sadece bir rakam olduğumuzu gördük.

Binlerce insanın işsiz kalmasına, acımasızca çalıştırılmasına, insanların evlerinde yiyecek ekmek bulamamasına, sadece rakamlardan ibaret olan vakalara, ölümlere, sevdiklerimize son yolculuklarında veda edememenin ağırlığına, hiç bir şey olmamış gibi artan şiddet vakaları ve cinayetlere tanık olduk.

Ben bir robota dönüştüm

Böylesi bir süreçte insanlar ölüm kalım savaşı verirken, birçok iş yeri kapanma tehlikesi yaşarken, insanlar işsizlikle mücadele etmeye çalışırken ve hayatlarımız bir virüs tarafından esir altına alınırken; bunlar hiç yokmuş gibi, hayat aynı akışında devam ediyormuş gibi yaşama hallerini, işverenlerin, egemenlerin daha baskıcı politikalar ve çalışma koşulları ile ölümü göstererek sıtmaya razı etme politikaları, bitmek tükenmek bilmeyen kar hırsları, bu pandemiyi bile fırsata çevirme halleri ve gayretleri beni insanlıktan çıkarıyor.

Bir beyaz yakalı olarak pandemi sürecinde artan çalışma saatleri, bitmeyen işler ve kesintisiz çalışma halinden kaynaklı psikolojik olarak bu süreçten çok etkilendiğimi ve yıprandığımı hissediyorum. Maalesef ki bu durum entelektüel üretim ve yaratıcılığınızı da çok etkiliyor.

Kendi uzmanlık alanında sürekli okuyan, araştıran, üreten bir pozisyondan (iş yükleri ve emek sömürüsü nedeniyle işverenlerin de sana bir makineymişsin, robotmuşsun gibi bakmasından kaynaklı) yaratıcılıktan uzak daha statik, ezberci ve elindeki işi bitirmeye odaklı bir robot pozisyonuna geçiyorsunuz. Evet, ben bir robota dönüştüm. Çok yaratıcı bir alanda çalışmama rağmen ve yaratıcılık, entelektüellik yaptığım işin olmazsa olmazı olmasına rağmen teslim oldum. Bana robot muamelesi yapılan bir yerde ben de yoluma insan değil robot olarak devam ediyorum. Köreliyorum farkındayım ama bu robotluk hali de benim bu süreçle baş etme yöntemim sanırım.

Zamanın değerinin bir kez daha anladım

Çiğdem Kızılaslan (Öğrenci, 30+ -Fransa-):

4 yıla yakın bir zamandır, Fransa’nın Straousbourg kentinde eğitimimi sürdürüyorum. 17 Mart Cuma günü bir sınav daha bitmişti. Akşam haberleri dinliyordum; bugünden itibaren dışarı çıkma yasağı var diye, yapılan anonsu duydum. Şaşırdım gerçekten ve inanmadım gerçekliğine; dışarı çıkıp da markete gidinceye kadar gördüğüm manzarayı unutamam. Bir sürü insan market kuyruğunda ve dışarda bilim kurgu filmlerini aratmayan bir manzara vardı. Hiç bir şey alamadan evime döndüm. Anladım ki bir iki hafta evdeyiz; iyi güzel dedim, üniversite tatil, iş tatil.. Tam da güzel fırsat, güzelce odaklanırım kitap okumaya  rahat rahat sınavlarıma hazırlanırım diye, aklımdan geçirdim..

Çiğdem Kızılaslan

Gerçekten de öyle oldu; sabahları yürüyüş, kitap okumaca ve film izlemeyle geçti. Öyle bir hafta oldu ki hiç bir şey yapmak içimden gelmedi, ne kitap okumak ne filim izlemek vs vs. Bu süreç bana daha çok düşünme fırsatı verdi ve zamanın değerinin bir kez daha anladım. Ben bu süreci olumlu düşünmeyle ve hayal ederek geçirdim.. Şimdi burada Strasbourg’da hayat normale döndü. Şehri eskisi gibi görünce caddeleri sokakları.. Çok mutlu oldum.. Artık günlük yürüyüşlerimi gene maskeyle yapabiliyorum. Okula geliş ve gidişlerim bisikletle oluyor. Kamu araçlarına binmemeyi tercih ediyorum. Bir de minik çocuklarla çalıştığım ‘part-time’ işim var. Beni maskeli görünce çok gülüyorlar… Fransa, Korona’ya karşı çok ciddi önlemler aldı. Yurttaşlarına para yardımı yaptı. Öyle ki, bisiklet onarımları için bile fon ayırdı. İlk günler muhtemelen bütün dünyada olduğu gibi market raflarında makarna bile kalmadı. Ama şimdi mevsimin güzelliğini yansıtan, çok güzel bir üniversite kenti kılığına büründü gene. Hepinize kolay gelsin, aman kendinize dikkat ediniz…