Korona Günlerinde kim nerede, ne yaptı? (3)

Korona günlerinde kimi zoom, meet gibi programlarla tanıştı, kimi 3 yıldır yazamadığı kitabını 3 ayda yazdı. Hatta bir dil öğrenmek ve bir kitap daha yazmak için ikinci dalgayı kollayan bile var!

Adnan Genç

Korona günlerinde, koca bir ülke; hatta bütün gezegen, hep birlikte evlere kapandık. Zamanla kısıtlamalarda gevşemeler oldu ama belli riskler taşıyan ve ileri yaşlardaki insanlar, hep evde kaldı. Sizler, o gruba girmeseniz de, her hafta sonu, haftanın yarısını kapsayan sokağa çıkma yasaklarıyla karşı karşıya kaldınız… Meslekleriniz veya işleriniz bağlamında; evinizde nasıl vakit geçirdiniz? Bir hobi geliştirmeye yönelik işleriniz oldu mu? Kendinizi temizliğe veya mutfağa mı yönelttiniz? Dostlarınızla nasıl görüştünüz ve neler konuştunuz? Kilo almış olabilir misiniz? Bu işin aralıklarla da olsa belki de gelecek yılın sonuna değin sürebileceği öngörüsünü nasıl karşılıyorsunuz? Bir önlem alabildiniz mi? Ekonomik ve psikolojik olarak ne durumdasınız? Hayata ve ‘Yeni bir dünya mümkün’ anlayışına ilişkin görüşleriniz de bir değişiklik var mı? Evde veya sokakta koronaya ilişkin özel önlemleriniz oluyor mu? Sizler, okuyan ve yaratan insanlarsınız; acaba, entelektüel gelişiminiz veya yaratılarınız konusunda kendinizi verimli buluyor musunuz? Neler yapıyorsunuz? İyi misiniz?

Sorularımı birkaç saat içinde ve kimileriyle konuşarak da yollamış oldum. Yanıtları geldikleri sırayla koyacağım sayfaya… İlginçtir; öyle doğru isimler seçmişim ki (hepsi arkadaşım, dostum olan insanlar) olduğu gibi kendilerini anlattılar. Tastamam yaşadıkları durumu… Aralarında yazar, gazeteci, akademisyen, ev kadını, emekli ve değişik meslek gruplarından insanlar da var. Hatta size eğlenceli sürprizli bir soru da sorayım.. Bilin bakalım, gelen yanıtlar arasındaki isimlerden; kendi mesleki alanlarında hangi ikisini; yarın sabah gazetelerde Nobel ödülü aldı diye okursak, yadırgamayız. Nasıl pek eğlenceli bir röportaj değil mi?

Dr. Nevin Sütlaş (Nörolog, 61 –ABD-)

4 yıl önce hem kariyerimi hem de ülkemi terk ettim. Şimdi Florida’da, Miami’ye 1 saat mesafede yaşıyorum. Bayıldığım için değil, kızım burada diye seçtim ABD’yi, yoksa seçimim sadece gitmekti, kalsam boğuluyordum.

Korona belası geliyorum diye bağırmaya başladığında çok da aldırmamıştım hâlâ da aldırdığım söylenemez. Tek katlı ve dört tarafı bahçeli bir evde yaşıyorum. Çalışma masamdan göl manzarası seyrediyorum. Bilgisayarım ve internetim de var. Daha ne olsun, değil mi? Yok, zengin değilim hatta hiç param yok ama doğru seçimlerim var: Bir ‘zenci’ mahallesinde yaşıyorum. Sağımdaki komşum uyuşturucu satıcısı. Hafta sonraları evin kapısına oturup, müziği sonuna kadar açıyor. Yüksek volümlü müzik “Mal var, almaya gelebilirsiniz” demek ve arabası, motoru bisikleti gelip gelip gidiyor müzik çaldığı sürece. Kafası iyi olduğunda pek lanet biri ama genelde kendi halinde ve oldukça sportmen bir adam, satıcı komşum. Tekneyle balığa çıkıyor sık sık, sanırım malı da açık denizden alıyor o sırada; bana da satıyor, avladığı taze balığı yani. Karşımdaki evde oturan adamla arkadaş, ikisi de bu mahallede doğup büyümüşler.

Karşıdaki tüy sıklet, ayakları pek fena durumda, zor yürüyor. 16 sene hapis yatmış, orada hastalanmış. Gençken bir salaklık yaptım diye, anlatıyor, aslında hırsızlık yaptım diye, ekliyor. Şimdi benim bahçe bakımımı yapıyor, babası lenfomaymış, ben de arada ona danışmanlık yapıyorum.

Çapraz komşum da yıllardır düzenli olarak çimlerimi biçiyor, geçim kaynağı bu. Çim biçmek çok yorucu bir iş ve burada en alt tabaka bu işi yaparak geçiniyor. Adını bile öğrenemediğim minik bir adadan kaçıp gelmiş Florida’ya, boş ver abla acı hikâye, diyor anlatmıyor derdini.

Solumdaki komşumsa geceleri çalışıyor. Önceleri hımmm, süslenip püslenip gidiyor bu her gece, kim bilir ne iş yapıyor gibi düşünmedim desem yalan. Bir sabah bahçede kahvaltı ederken bir baktım o da bahçede, kahvaltımıza davet ettim, geldi. Burada böyle komşuluk olmaz diye hayretlerini de belitti ama Jamaika’da biz de böyle yaşarız diye de hemencecik de sindiriverdi dostluk davetimi.

Yatalak hasta bakımı yapıyormuş, geceleri çalışınca daha çok kazanılıyormuş. Dünya tatlısı bir kadın. Hemen arkadaş olduk. Gündüzleri de uyuyor doğal olarak, hani mesaisi izin verse baya baya görüşeceğiz ama şimdilik sınırlı ilişkimiz.

Kızı başka bir şehirde eczacılık okuyormuş, Korona yüzünden okulu kapanıp eve döndüğü ilk gün kapımı çaldı, kızıyla tanıştırmak için. O anasından bile tatlı bir şey. İkisi de çok zeki ve çok entelektüeller. Mahallede en sevdiklerim onlar.

Geçen hafta polis bütün mahalleyi sardı. Siz deyin 50 ben diyeyim 100 polis, onlarca resmi ve sivil araba, keskin nişancılar vb. Tam Amerikan aksiyon filminin sahnesine düşmüşüm gibi saatlerce seyrettim. Meğerse iki bina yanımın karşısındaki evden biri silahlı soygun yapmış. Adamı alıp gittiler saatler süren operasyondan sonra.

Anlaşıldığı üzere, mahallem pek şenlikli ve burada yaşıyor olduğum için kendimi çok şanslı sayıyorum çünkü steril değil gerçek bir hayatın içinde yaşıyorum.

Katliam yapacaklar diye çok korktum çünkü basın yoktu. Mevzilenip çekim yapmaya niyetlendim ancak kaçırdım ve ben acil bir telefon görüşmesi yaparken eve girdiler, çatışma çıkmadan kibar kibar götürdüler neyse ki (Fotoğraf: Nevin Sütlaş)

10 dakika ileride Florida’nın meşhur malikâneleri başlıyor. Kanal kenarına konuşlanmış, tekneleri evlerinin kapısındaki askıda bekleyen muhteşem evler. Ben o evlerin önünden yürüyüş yapıyorum akşamları. Bunların Korona ile alâkası şu: Böyle bir mahallede oturmak bir tercih. Malikâneleri zaten hayâl edemem ama kapısı bekçili bir sitede de oturabilirim aynı paraya. Ancak ev şimdi yaşadığımın yarısı hatta üçte biri kadar bir apartman dairesi olur; bahçe yerine minik bir balkon, göl yerine de ortak bir havuz olur. Seçim demiştim ya, onu diyorum işte.

Korona geliyorum deyince bahçemdeki eskimiş şezlongun yerine kardeşime derhal yenisi ve daha rahatını ısmarladım. Eğer hastalanırsak evde değil bu şezlongda yatacağız, dedim. Çünkü virüs kıran tek şey vardır; günışığı. Hiçbir virüs açık havada, Ultraviyole (UV) ışını altında yaşayamaz. Ancak yanlış anlaşılmak istemem, virüs ciğerin, damarın içindeyken, UV ona ne yapsın? Ancak o durumda bile gene de dışarda olmak iyidir. Çünkü hastaysam, kapalı kalacağım hasta odasında kendi çıkardığım havayı yeniden solurum. Klima varsa bile filtrelerin ne kadar işe yarayacağı şüpheli. İçerdeyken virüsün ömrü bol olur. Oysa açık havada hapşırsam da öksürsem de çıkan virüsü UV katleder, eğer karşımdakinin ağzının içine hapşırmazsam tabi. Ben hastaysam başkalarını da kolayca hasta ederim ama kapalı ortamlarda. Açık havada edemem, ağız ağıza gelmezsem elbette.

Bu benim fikrim değil, keşfim de değil; Tıp ve Tıp Tarihi okurken öğrendim bunları. Hep anlattım fırsat buldum gene anlatıyorum.

Virüs, hangisi olursa olsun bir virüs Ultraviyoleye dayanamaz ölür. O yüzden şimdi Ruslar akciğerlere UV uygulayacak aletler geliştirmeye çalışıyorlar. O kısmı epeyce sorunlu çünkü UV ışını iyi yönetilemezse canlı dokuyu yakar. Plajda uyuyakalanın cildinin başına gelen gibi.

Neyse Ruslar uğraşadursun ben gene de ve hep dışarıyı öneriyorum. Çünkü çok eskiden gene böyle çok büyük bir salgında bir hastane, yataklarını dışarını taşımıştı ve en başarılı sonuç o hastaneden alınmıştı, etkili ilacı yokken o hastalığın da. Ama nedense unutuldu bu. Bu salgında da virüsleri en iyi Ultraviyolenin öldürebildiği unutuldu. (UV aletlerinin işe yaramadığı gerçeği ile karıştırmamak lazım bunu. Ben güneş ışığından söz ediyorum yani açık havadan,  UV aletlerinden değil.)

Nedenini bilmiyorum bu unutkanlığın. Kalabalık şehirlerde sokaktaki insanları denetleyemeyiz diye, kasten unutturulduğunu düşünüyorum. Ancak kim ne derse desin, dışarısı iyidir, hem de çok iyidir.

Çünkü; açık havada Serotonin üretilir. Bu mutluluk hormonu da keyif için olduğu kadar sağlıklı kalmak için de lazımdır. Keyif demek sağlık demektir zaten. Çünkü; açık havada D vitamini üretilir, o da hem keyif için hem de kemik sağlığı için lazım. Bu çünküler uzar gider. İnsan evladına açık hava lazım, içeri tıkılmak değil, hele hastayken hiç değil. Ayrıca hastayken moral lazım, o da keyifliyken olur, korkarken değil. Korkuta korkuta koruduğunu sananlara ne demek lazım hiç bilmiyorum. 

Devletler bu işi yönetemedi, şaşkın ördek gibi bir onu bir tersini önerenler sadece bizimkiler değil burada da (ABD) aynı prototipten var. Ancak bizimkiler yaşlıları eve hapsederek tüy dikti. Tamam hastaneler yaşlılarla dolar, gençlere yatak kalmazdı. Ancak azıcık kafaları çalışsaydı, bizde hiç Korona yok diye gerim gerim gerindikleri günlerde, yani işin daha başındayken, hadi bakalım köyü olan köyüne gitsin, yazlığı olan yazlığına gitsin, olmayan kiralasın gene de gitsin, gitmeyip de şehirde kalana kısıtlamalar koyacağız deselerdi, iş yeri ve okulları da kıyamet kopmadan önce kapasalardı, tamamdı. Onun yerine maske lazım değil siz elinizi yıkayın yeter ki diyerek asıl önemli günleri ziyan ettiler. Sonrasında yaşlılara ve de çocuklara çektirdikleri eziyetin bütün vebali üstlerine.

Ben 61 yaşındayım ve bir dil okulunda öğrenciyim. Dünyanın dört bir yanından öğrencilerin sürekli olarak gelip gittiği insan trafiği çok işlek bir okul bu. Devlet ortalığı kapamadan 2 hafta önce ayrıldım okuldan, gözüm onca uluslararası hareketi yemedi doğrusu risk kapının eşiğindeyken.

Bayıldım ben bu Zoom’a…

Sonradan okul da kapandı ve ‘on-line’ eğitime geçti. Önce tereddüt ettim becerebilir miyim acaba diye, iyi ki de denemişim, sonra bayıldım çünkü. Zoom diye bir program geliştirmişler böyle işler için. 2013’de ortalığa çıkmış bu ‘Skype’ın torunu ama ben adını bile duymamıştım. Bayıldım ben bu Zoom’a.

Teknolojinin bütün yaratıcılarına ve nimetlerine şükran duyuyorum zaten. Evimin konforunda eğitim alıyorum, ne trafik derdi var, ne benzin parası ne de yolda geçen zamanın kaybı. Önce sosyalleşmeye engel demiştim tutuculuk yaparak ama hoca ders anlatırken, gözüme kestirdiğime gizli mesaj yazıp, dedikodu bile yapabiliyorum, daha ne yapsın ‘Zoom’ bana.

Evde kalmanın tek avantajı ‘Zoom’un nimetleri olmadı. Ben ömrüm boyunca yemek pişirmiş, kendi pislettiğini kendi temizlemiş biriyim. Hani “Herkes nesi yoksa, onun için savaşır” demiş ya Napolyon, ben de bu ikisi zaten bolcaydı, o yüzden bu süreçte her ikisini de iyice azalttım; çok az pişirdim, çok az temizlik yaptım çoğunluğun tersine.

3 yıldır yazamadığım kitabı 3 ayda bitirdim

Yoldan ve onlardan kalan vaktimi sürümcemede kalmış olan asıl işime ayırdım: 3 yıldır yazmaya uğraştığım kitabı bu 3 ayda bitirdim. O nedenle Korona’nın hediye ettiği zamana teşekkür borçluyum. Bir de ben bahçecilikten hiç anlamazdım. Şimdi 5 gül, 5 yasemin, 2 ortanca, bolca sardunya, 2 mango, 1 karpuz, 2 biber, 1 domates, 2 de fesleğenim ve tırnak diplerimde sürekli siyah bir şeylerim var.  Sanırım bu yoldan ilerleyeceğim.

İkinci dalgada yeni bir kitap ve yeni bir dil…

60 yaş sonrası kolayca gözden çıkarıldı ya, benim kendimi gözden çıkarmaya hiç niyetim yok. Önümüzdeki kış ikinci dalga geldiğinde muhtemelen yeni bir dil öğrenmeye daha başlayacağım ve beraberinde de bir kitap daha yazarım. Üstelik bahçem de güllük gülistanlık olur. Bana sorarsanız, yeni atak gelecek mi diye kimse kendini boşu boşuna kasmasın; evet önümüzdeki kış ikinci dalgası da gelecek bu belanın. O nedenle köy mü olur, kiralık mı olur, var olana tadilat mı olur bilmem, herkesin kendine bahçeli bir barınak bulması lazım, gerektiğinde sığınmak için. Bu yaz döneminin de bunun organizasyonuna ayrılması lazım. Çünkü doğaya sığınmayan doğanın kazığını yiyecek, bundan kurtuluş yok. Sonuçta doğaya karşı değil doğayla iç içe yaşamak şart.

İnsanla da iç içe yaşamak şart. Sevdiğini kucaklamadan yaşamaya yaşamak mı denir? Yaşlanıyorsam da yaşlıysam da kimse beni hayattan koparamaz; inadına doğa, inadına insan, inadına kucaklaşma var bende de ailemde de. Ama markette, toplu taşım aracında, kalabalıkların olduğu yerlerde ağzımızda maske var elbette, salak değiliz ya. 

Nasılsın demişsin ya Adnan, ben çok iyiyim, seçimlerimden çok memnunum zira.  Ne çalışmaktan vaz geçtim Korona var diye, ne de keyfimden zırnık taviz verdim. Biz izin vermezsek kimse limon sıkamaz hayatımıza. Kurşun sıkmaları konu dışı elbette.

Haluk Çobanoğlu (Fotoğrafçı,50-):

Derya deniz sorular sormuşsun, yanıtları ise engin, kısaca yanıtlar vermeye çalışacağım. Öncelikle uzun bir süredir teknolojinin hayatımızdaki yerini sorgulayan biri olarak; bu dönemde özellikle ‘online’nın varlığı üzerinden yapılan abartılı teknoloji güzellemelerini hayretle takip ettiğimi belirteyim. Gerçi Milenyum olarak ilan edilen 2000’li yıllarının başından beri bu sürecin bir promosyonmuş gibi yaşandığı da aşikâr.

Geçen yüzyıldan, bu yüzyıla geriye kalan çözülememiş sorunlarla dolu kötü mirasın taşıdığı hayati sorunlara sadece teknoloji üzerinden vurgu yapıp, her şeyin onunla çözülebileceğine inananların hızla artmasını da hayretle izliyorum. 

Bunların yanı sıra memlekette her dönem itiraz ve isyan edenlerin tepesinde ‘Demoklesin Kılıcı’ gibi salınıp duran ‘kapatılma’ ,’tecrit’ gibi olgular ile hiç beklemedikleri bir şekilde tanışanların, özellikle ev hapsi ile nasıl afalladıklarını görmek ilginç bir tecrübeydi. Bu dönemde dostlarım ile normalde pek de alışık olmadığım kadar uzun telefon konuşmaları yaptıysam da birbirimizin dertlerine ne kadar merhem olabildik bilemiyorum. Görüntülü ya da görüntüsüz olsun, bu donuk hatta biraz da mecburi dokunuşların konuşmalarımız sona erdiğinde nasıl başka bir hüzne dönüştüğünü hissettik.

Evimizde tam da ergenlik çağında, dışarıya çıkması yasaklı ve lise giriş sınavına hazırlanan bir birey ile beraber bu sürecin yaşanması, bizim için her şeyi bir kat daha da zorlaştırdı. Onun kendi ve dünyanın geleceğine dair sorularına yanıt bulmak kolay değildi. Bir yağmur damlasında bile ağırlığını bize hissettiren talan sisteminin, sığınabildiğin en küçük hücrede bile peşini bırakmaması bu anlamda da başka bir acı kaynağıydı.

Birçok arkadaşımın belirttiği gibi kendi kişisel yaratı faaliyetlerimde konstrasyon bozukları yaşadım. Etrafımdaki birçok şey gibi üretim sürecimde yavaşladı zira hâim olan duygum her şeyin nasıl anlamsızlaştığıydı.

Tuhaftır ki yapılacak işler listemizin sonunda yer alan en fuzuli olanları halletmenin beni ruhen nasıl da rahatlattığını bir kez daha keşfettim!

Beslenme konusunda zaafları olmayan bir ailemiz var, bu zaman diliminde de yapabildiğimiz ve erişebildiğimiz kadar dengeli beslenmeye gayret ettik. Mutfağa ayırdığımız zamanın pek de değişmediği kanısındayım.

Yeni bir dünya mümkün mü konusundaki bakışımda şöyle bir değişiklik var. Pandemi bunu da bir kez daha teyit etti.

Her şey bir yana, yaşadığımız bu dönemeçte dünyamızı her anlamda köleleştirip, yaşadığımız gezegeni tarumar etmeye hazırlanan ve tahminimizden daha da otokratik bir kumaşa sahip dijital dünya devletine tavır koyup, başka bir yol haritası çizemezsek, halimiz yamandır. Kanımca bugün en yaşamsal ve acil olan konu hepimiz için budur.

İyi miyim? İyiyi mi oynamaya çalışıyorum? Biraz öyle, amatör bir oyuncu olduğumdan hatasıyla sevabıyla muhtemelen daha gerçekçi oynuyorum diye teselli bulabilirim. En azından bildiğim bir şey var, o da kendi kendimin Pinokyosu değilim…

Gül Aytekin (Aşçı –Şef-, 20+):

Soruların hiçbirini atlamamak için sırasıyla cevap vereceğim sanırım. Süreçten bir süre evvel işten çıkarıldığım için evde vakit geçirmeye psikolojik olarak zaten yatkındım. Yorucu iş günlerinin arkasından bir rahatlama evresi geçirdim diyebilirim. Benim için karantina tahminimden daha verimli geçti. Coursera, Udemy gibi ‘online’ eğitim veren siteleri biraz kurcaladım, ders aldım.

Gül Aytekin

İş süresince okuyamadığım kadar kitap okudum ki bu bile başlı başına bir şey benim için. Evet bazen insan özlemi çektim, ancak eski işimde o kadar çok insanla muhatap olmak zorunda kalıyordum ki, insanlardan uzak geçen sürede nefes alma ve kendimi dinleyebilme olanağı buldum, özlem de çok uzun sürmedi yaniJ

Markete, pazara gidip geldikçe gördüğüm ‘başıbozuk güruh’ da bana korku veriyordu. Arkadaşlarımla çok sık konuştum. Skype (90’lılar bilir) ve Watsapp üzerinden görüntülü aramalar yaptık genelde. Konuşmalarımızda ‘normal hayat’ kavramı sıklıkla kullanılır oldu.

Tasarılar yaptık ‘normal hayat’a dair. Bir araya gelip oturup kahve içmenin planı bile umut verici geldi. Çiçek bakımından, düz yaşamlarımızın aslında nasıl bir nimet olduğundan söz ettik. Ara sıra felsefik diyaloglar. Sanat etkinlikleri ve dolaşan site isimleri ücretsiz izleyiciye açılan filmler, gösteriler… Böyle bir bilgi ağı oluştu aramızda. Yakalayabildiğimizi yakaladık. Beraber kısa öykü yazdık hatta sosyal medyadaki meydan okumalarını tiye alıp.

Kilo sorusunu ‘pass’ geçiyorum, mesleğim aşçılık olduğu için (şeflik de denebilir) evde türlü numaralar yapıp kendimi biraz şımarttım. Eee, hep başkalarına mı yemek yapacağız?

Valla bu durumun aralıklarla sürebileceğini düşünüyorum. Bir yerlerden hortlamaya müsait. Ancak ne var ki toplumsal olarak bu krizle mücadele etmişliğimiz var – mücadelenin etkisi tartışılır-. Artık daha deneyimli sayılırız bence bu konuda. Şayet olayın ciddiyetini unutmaz isek önlemleri ciddiye alırız. Yani bu işin sürmesi biraz da bireylerin konuyu ne kadar ciddiye alacağına bağlı.

İlk zamanlar poşetleri yıkıyordum, sonra bıraktım

Kolektif bilincin önemini anlamamız gerekiyor, bireysel olarak mücadelemiz çok önemli bu minvalde. Maske, dezenfektan, sirkeli suyla gargara, dışarda insanlarla mesafeli olmak gibi aslında sürekli dikkat çekilmeye çalışılan konulardaki önlemleri uygulamaya çalışıyorum. Daha fazlası da paranoyaya sebep olur gibi geliyor. Poşetleri yıkamak mesela. İlk zamanlarda cidden çıldırmış gibiydik. Ambalajlı ürünleri bulaşık yıkar gibi yıkıyordum. Ama o huyumu bıraktım.

Psikolojik olarak o kadar etkilendiğimi söyleyemem. Bir ara bunca entel faaliyet ne için, dünyanın geleceği tehlikede, hayatımız tehlikede, sonumuz belli değil fikri beni sabote etmiyordu değil. Ama fazla takılmamaya çalıştım yine de. Ana odaklanmayı öğrendim ve biraz dinginleştim. Fazlasıyla işe yaradım, herkesle yakın ama kendime mesafeliydim çok uzun süredir. Durmak o yüzden bana iyi geldi. Terapime ‘Skype’tan devam ettim. O da çok yapıcıydı.

Daha iyi bir dünya fikri çok hayalperestçe gelse de kendimce değerli bulduğum şeylere tutunmaya ve etki alanımda olan konulara daha sıkı sarılarak, hayatta kalmaya çalışıyorum. Yapabileceğim en somut şey bu sanırım.

Onun dışında bizler, yani normal halk sürekli küresel felaketlerin tehdidi altında. Ya da başkalarının kararlarına bağlı bir şekilde. Böyle düşündükçe ister istemez mutsuz hissediyorum.

Korona’ya ilişkin herhangi özel bir girişimim yok açıkçası. Uzmanların söylemlerine dikkat etmek dışında. Sadece cidden gerekli değilse dışarı çıkmamayı tercih ediyorum.

Kendi halimde bir okur-yazarlığım var. Bu anlamdaki gelişimim yazdıkça ve odaklandıkça artacaktır elbette. Tamamı bana ait boş zamanın en güzel getirisi de bu odaklanma payının yüksek olması oldu evet.

Şiir yazdığım bir blog var. Onu düzenledim, bir iki hikâye taslağı çıkardım. Hâlâ devam ediyorum. Valla genel olarak iyiyim diyelim. Birkaç ufak pürüz dışında, her şey kendi ekseninde gayet düzgün ilerliyor. Hayatta kaldığımız müddetçe umut var sonuçta…

Uğur Türe (Eğitimci, 51):

Bir öğretmen olarak Covid-19 sürecinde sahadan ilk çekilen çalışan grubu içindeydim. Buna ilk başta sevindiğimi söyleyebilirim. Sevindim çünkü, muhatap olduğumuz 15-19 yaş arası gençlerle çok sıkışık kapalı ortamlarda çalışıyorduk ve bu yaş grubu süper bulaştırıcılar denilen gruptaydılar. Ayrıca 51 yaşında kronik hipertansiyon hastası olarak kendimi güvensiz hissediyordum. Ancak sürecin bu kadar uzayacağını tahmin ediyordum. Planladığım kadar yoğun okumalar yapamadım. Sürekli enformasyon bombardımanı altında kalmak konsantre olmamı sanırım olumsuz etkiledi.

Mesleki olaraksa çok verimli geçtiğini söyleyebilirim bir türlü zaman ayıramadığım eğitimde web 2.0 teknolojilerine yoğunlaştım ve pek çok yeni yazılımı kullanmayı öğrendim. İnstagram, Zoom ve Google Meet üzerinden pek çok seminer ve etkinliğe katıldım.

Seminerci olarak da ülkenin her tarafından eğitimcilere ulaşma sansı buldum. Bölüm yazarı olduğum bir kitabın son düzenlemelerini yaptım ve kitap yine bu süreç içinde yayınlandı.

Uğur Türe

Öğrencilerimden de uzak kalmadım haftada iki gün uzun uzun sohbet ettik ders yaptık, okuduklarımızı izlediklerimizi paylaştık. Onların sık sık gönderdiği sorulara uzun ve açıklayıcı çözümler yazdım. Mesleki anlamda çok kazançlı olduğum bir süreç oldu pandemi süreci.

Öte yandan bütün bunlara rağmen bu süreç hem bana hem öğrencilerimize eğitimin gerçekte yüzyüze yapılabilecek bir şey olduğunu duygusal bağların ve iletişimin en az akademik bilgi aktarımı kadar önemli olduğunu öğretti. 

Dostlarım ve dost sohbetleri en çok özlediklerim oldu. Onlarla da yine internet üzerinden görüştük bazılarıyla temkinli ve tedbirli olarak bir araya geldik. Çoğu insan bu süreçte ciddi anlamda kilo almışken sanırım ben bütün kiloları daha önce aldığımdan üç ayda 12 kilo vermeyi başardım. Her akşam geç saatlerde uzun ve tempolu yürüyüşler yaptık eşimle işten yorgun geldiğimiz için bunu yapamıyorduk normal zamanlarda.

Ailemle birlikte birbirimize daha çok zaman ayırdık ve hepimiz gördük ki aslında biz bayağı iyi insanlarmışız. Ayrıca sabah egzersizleri elbette ilk defa hayatıma dahil oldular. Ancak uyku düzenimiz radikal bir biçimde bozuldu yine bu dönemde.

Ekonomik olarak gelirimiz bir miktar azalsa da harcamalarımız mecburen çok azaldığından daha kötü bir durumdan bahsetmemiz mümkün değil.

Belirtilen pandemik kurallara azami düzeyde uyduk ve büyük ölçüde izolasyon hariç uymaya devam ediyoruz. Psikolojik olarak kızımın Avrupa’da eğitim için bulunuyor olması ciddi bir kaygı ve stres kaynağı oldu ilk başlarda sonra onun durumunun düzelmesi ve kaygılarının geçmesi sayesinde bir daha rahatladık ama elbette bir takım kaygı bozuklukları ve psikosomatik problemlerim gelişmedi diyemem. Bol bol makale okudum bunlar üzerine uzun uzun tefekkür edecek vaktim oldu. Ulaşabileceğimiz, yardım edebileceğimiz insanlara yardımcı olmaya çalıştık.

Ağaçlar, hayvanlar ve doğayı korumak için mücadele etmeye devam ettik. Uzun yürüyüşlerimizde köpeklere bol bol mama dağıttık. Bu sürecin zihinsel ve entelektüel gelişimime ciddi katkısı olduğunu söyleyebilirim. Çeşitli sosyal medya platformlarında bol bol yazdım. Belgeseller ve filmler izledim çok farklı konularda. Ancak pandemiden sonra çok şeyin olumlu yönde değişeceğine yönelik umudumu şu an için koruyabildiğimi söyleyemem.

Tabi neyin ne olduğu toz bulutunun içindeyken görülmüyor ancak zamanla yol alıp geriye baktığımızda sanırım çok daha iyi idrak edebileceğiz içinden geçtiğimiz bu tarihi süreci. Elbette sağlıklı bir biçimde geçebilirsek.

Zafer Aydın (E.Sendikacı, Yazar, 50+):

Korona günlerinde ne âlemdesiniz diye, sormuşsun.. İyiyiz, Covid-19 belasını yanımıza, yöremize yaklaştırmamayı başardık bir biçimde. Ya da benim nasıl mikrop bir adam olduğunu bildiği için virüs yanaşmaya cesaret edemedi, korkudan. Yani sağlık bakımından iyiyiz.

Gelelim ne yapıyorsun kısmına, son beş yıldır evde çalışıyordum, o yüzdem rutinim çok değişmedi. Pandemi günlerinde evde çalışmak zorunda kalan kızımla çalışma odasını, bilgisayarı paylaşmanın dışında, aynı tempo içinde çalışmaya devam ettim. Yeni bir kitaba başladım. Daha önceki çalışmalarım nedeniyle görüşme yaptığım işçilerin yaşam öykülerini kaleme alıyorum. Her şey normal seyrinde gitmedi tabii ki; 15-16 Haziran 1970 işçi direnişi üzerine yaptığım çalışmaya (basılan son kitabıma= ilişkin planlanan toplantılar, tanıtım etkinlikleri Covid-19 nedeniyle akamete uğradı. Sordun diye söylüyorum, yoksa iş ve gelir kaybına uğramış onlarca insanın sorunu yanında bunu söylemek ayıp.

Netflix salgınına paçayı kaptırdık

Covid-19 salgınına yakalanmadık, ama Netflix salgınına paçayı kaptırdık. Bolca dizi ve film izledik. Kilo almadım, tersine bir-iki kilo verdim. Daha önceden mutfakta yaptığım farklı kültürlerin yemeklerini birleştirme çalışmalarım ev halkından gerekli ilgiyi ve alkışı görmediği için mutfak işine yeltenmedim. Mutfakta yardımcı işler elemanı olarak faaliyetlerime devam ettim. Bulaşık makinesini boşalt, kahvaltı sofrasını kur, kaldır, çay demle gibi.

Zafer Aydın kitabını bitirdi.

Bol bol telefonla haberleştik dostlarla. Bir de Whatsapp’ üzerinden dönen geyikler üzerinden. Ufak yürüyüşler yaptık komşularla, fiziki mesafe sınırlarını ihlal etmeden.

Otoriter baskıcı rejimin eli boğazımızdayken, salgınla birlikte bela büyüdü, bizim de içimiz yandı. En kötü günlere, tarihin gördüğü en beceriksiz, en yetersiz iktidarla yakalandık. Para için insan hayatını hiçe sayan bir yaklaşımla emekçileri çalışmaya zorladılar. İş ve gelir kaybına uğrayan vatandaşın derdine derman olmak yerine bu dönemde ne tür fırsatlar yaratır da birilerine daha para kazandırırız derdine düştüler. Şimdi ‘Normalleşme’ ilan ettiler. Virüs saldırı gücünü kaybedene dek ben normalleşmeyeceğim. Akıl sağlığımı korumak için sosyalleşme imkânını kullanarak…

Hüseyin Küçükaydın (Eğitimci, 30+):

Mart ayından bu yana bir bilimkurgu filminin içerisinde yaşıyor gibiyiz. Daha önce hiç düşünmeden girip çıktığımız mekânlar şimdi korkuyla uzak durduğumuz yerler haline geldi. İnsanlardan uzak durmaya çalışıyor, herkese neredeyse şüpheyle bakıyor, biri yakınımızda öksürse/hapşırsa ürperiyoruz. Dışarıya mümkün olduğunca az çıkma, çıktığında mümkün olduğunca az yere dokunma, eve dönüce, elleri deli gibi yıkama, üzerindekilerden hemen kurtulma ‘yeni normal’in pek de normal olmayan gerekleri olarak hayatlarımıza girdi.

Bu süreçte iş güç de bir şekilde devam etmeliydi ki etti de; bir vakıf üniversitesinin Toplumsal Duyarlılık Projeleri ofisinde çalışmaktayım. Aynı zamanda bir ders olan ve üniversite öğrencilerinin sosyal sorumluluk kavramının farkına varmalarını ve burada edindikleri duyarlılığı ileriki meslek ve özel yaşamlarının bir parçası yapmalarını amaçlayan bir program dâhilinde çalışıyorum.

Projelerimiz kapsamında her hafta ilkokullar, liseler, sevgi evleri, huzurevleri, toplum merkezleri, engelli okul ve rehabilitasyon merkezlerine öğrencilerimizi gönderiyorduk. Pandemi sebebiyle bu ziyaretleri durdurmak durumunda kalınca, hızlı bir adaptasyon süreci gerekliliğiyle karşı karşıya kaldık. Okul/kurum ziyaretleri yerine öğrencilerimizin zaten çalışmakta olduğumuz konuları her hafta (çocuk, kadın, mülteci, engelli, yaşlı, hayvan hakları, çevre ihlalleri) işleyen bir film izlemeleri, filmle ilgili bir test çözmelerini ve film üzerine çevrimiçi olarak tartışmalarını içeren bir işleyişe dönüştürdük. Bu dönemin yoğun geçmesi evde geçen vakti verimli değerlendirmemize yardımcı olurken, hızlı adapte olabilme hissi bizlere de moral oldu. Şu anda dönem sonu değerlendirme sürecindeyiz ve öğrencilerimizden aldığımız geri dönüşler de bu süreci verimli geçirdiğimizi bizlere gösteriyor.

Yeni bir hobi edindiğimi söyleyemem ama bir süredir ihmal ettiğim kitap okuma alışkanlığıma geri döndüm. Her gün az biraz okuyorum ama iş gereği ve sanki kaçırırsak bir şey olacak gibi siyasi gündemi sürekli takip etme merakımızdan dolayı bilgisayar ve akıllı telefona yapışık hayatlar yaşıyoruz maalesef. E haliyle kitaplar ihmal ediliyor biraz. Ancak, kendi adıma evde kaldığım zaman bunu telafi ettiğim bir zaman aralığı oldu. Yemek yapmaya yeteneğim de merakım da olmasa da temizlik konusunda iyiyimdir; sair zamanda da olduğu gibi evin temizliğini ortaklaşa yapmaya devam ettik ev halkı olarak.

Hanede tek çalışanım ve babadan kalma bir yerden kira alıyorum. Kiracımız kuaför olduğu için bu süreçte kira ödeyemediği zamanlar olduğu için biraz nakit sıkıntısı yaşadık. Salgın öncesi bir seneden uzun bir süre psikolojik bazı sorunlar yaşadım. Profesyonel destek alarak üstesinden gelmiştim. Eve kapandığımız sürecin de o anlamda olumsuz bir etkisi olmadı, iyi hissediyorum. Eşim ve oğlumun da keyifleri yerinde.

Eş dostla yüz yüze olamasa da whatsapp üzerinden hemen her gün haberleşiyoruz. Ayrıldığımız partiden arkadaşlarla paylaşımlar yapmak, temas halinde olmak iyi geliyor. Ben birine kısmen katılabilmiş olsam da iki kez de çevrimiçi toplandılar.

Bu süreçte 5-6 kilo aldım açıkçası. Serde Anadoluluk var, pilavı yemeğin yanına, böreği, çöreği, tatlıyı çayın yanına katık edip yemeği seviyoruz. Eskisi kadar da hareketli olamayınca da kilo almak kaçınılmaz oluyor.

Bu salgın süreci bir süre sonra sönümlenebilir ya da daha uzun süre devam edebilir bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki sosyal devlet kavramının ne kadar önemli olduğunun ete kemiğe bürünerek karşımıza dikildiği zamanlardan geçiyoruz; 80’lerde ülkemizde başlayan devleti küçültme politikası, 2000’lerden itibaren devleti neredeyse tasfiye etme noktasına gelen bir cinnet halini aldı. Bu salgın devam edecekse, devletin her kesimi bir şekilde destekleyerek ayakta tutması gerekir. Peki, bunu sağlayacak kaynak var mı, yok! Çünkü, kaynakların çoğu ‘mega projeler’ denen ihtiyacın çok ötesinde ölçeklendirilmiş yapılar aracılığıyla 4-5 müteahhittin cebine gitmiş ve gidiyor. Bu zor sürece devletin bu kadar güçsüz olduğu bir dönemde yakalanılması hepimizi daha zor günlerin beklemesini kaçınılmaz hale getiriyor. 

Bir virüs ‘bir durun’ deyip bizi molaya çıkarttı sanki

İleriye dönük yaşadıklarımızdan ders çıkartıp yaşam şekillerimizi gerçekten gözden geçirebilirsek bu salgını avantaja dönüştürmenin mümkün olabileceğine inanıyorum. Kaynaklar sınırsızmışçasına tüketmek, anlık ve baş döndürücü bir tempoda koşuşturmak kapitalist sitemin bizlere dayattığı bir yaşam şekli. Gözle görülmeyen bir virüs ‘bir durun, bir oturup düşünün bakalım’ deyip bizi molaya çıkarttı sanki.

Yeni bir dünyanın mümkün olmaktan ziyade zorunlu olduğunu görerek, yaşayarak anladığımız zamanlara eriştiğimiz kanaatindeyim. Lakin alışkanlıklarımızdan ve kişisel konfor alanlarımızdan vaz geçmek çok kolay olmadığı gibi, yerleşik sistem de değişime direnmek için elinden geleni ardına koymayacaktır korkarım ki.


Kevork Taşkıran (Çevirmen, emekli):
‘65 yaş üzeri kısıtlı’larından birisiyim. Sokağa çıkma kısıtlaması ile ‘Koruma’ altına alındıktan sonra, konu, bu süreyi nasıl geçireceğim, ne şekilde, ‘Değerlendireceğim’ üzerinde yoğunlaştı. Hoş; zâten çeviri anlamında bir uğraşım vardı. Doğal olarak bu uğraşının üzerinde yoğunlaştım.
‘Temizlik ve mutfak’ rutinimde pek bir farklılık olmadı. O işlerdeki ağırlık eşimdeydi çünkü. Fakat tabiî ki, ‘Teneffüs’ aralarımda o konularda da yardımcı olmaya çalışmadım değil.
Yine doğal olarak, özgürlük alanım metrekare olarak belirgin derecede azaldığı için de, hareket etme özgürlüğümün azaldığı oranda -çok dikkat etmeme rağmen- kilo aldım.
Önlemler ‘Saldım çayıra, Mevlâm kayıra’ yöntemiyle uygulanmaya meylettiği için, bizlerin ‘Koruma kısıtlaması’ kapsamında tutulmamızın haklı bir sebebi kalmadı diye düşünüyorum.
Tüm bunlara alabildiğim ‘Önlemler’, yanımda bir sürücü refakatçı ile dışarıdaki elzem işlerimi, -gerekli şart önlemlerimi alarak- görmek yönünde oldu, oluyor.
Evet… Okumayı ve yazmayı, araştırmayı, paylaşmayı seven bir yapım olduğu için, bâzı özel dostlarımla karşılıklı bilgi paylaşımlarımız oluyor. Ve bunların oldukça yararlı eserlere dönüşmeleri de beni çok mutlu ediyor.
Efendim; “İyi misiniz?” diye sormuşsunuz… Eksik olmayınız. “İyi günler ileride.” umudu ve temennisiyle, iyiyim diyerek teşekkürlerimi sunuyorum.
İyi kalın. Sağlıklı kalın. Her zamanki gibi üreten kalın. Hoşçakalın.