Hükümet, son infaz düzenlemesiyle 12 Eylül döneminden bu yana büyük tartışma ve sorunlara yol açan cezaevindeki kişiyi sorguya götürme uygulamasına geri döndü.
Kişinin cezaevinden alınarak 15 güne kadar bir süreyle istihbarat elemanlarına ya da terörle mücadele ekiplerine teslim edilmesi AİHS’nin 5. Maddesinin açık bir ihlalidir.
Madem elde edilen bilgilerin doğrulanması için ek ifadeye ihtiyaç varsa, niçin cezaevinde ve hâkim nezaretinde ifade alınmıyor?
Yusuf Alataş
AKP ve MHP ortaklığı ile hazırlanan ve yasalaşarak yürürlüğe giren İnfaz düzenlemesi, mevcut iktidarın her türlü krizi fırsata çevirme anlayışının son örneği. Bilindiği üzere MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin uzunca bir süredir mafya türü çete mensuplarını da kapsayan adli suçlar için af talebi vardı. Hükümet yetkilileri hemen her fırsatta “gündemimizde bir af yok” deseler de, bu konuda alttan alta çalışmalar yapıldığı biliniyordu. Ayrıca cezaevlerinin kapasitelerinin çok üstünde dolu olması da ciddi bir sorun yaratıyordu.
Kovid-19 salgının dünya çapında büyük bir krize dönüşmesi Türkiye’de de acil önlemler gerektiriyordu. Bu durum AKP’nin uzun süredir tam da istediği fırsatları yarattı. Yapılan düzenleme insanî bir kılıf içinde, “Kovid-19 cezaevlerindeki mahpuslar için ölümcül olabilir; o hâlde infaz sürelerini kısaltalım” söylemi ile sunuldu. Böylece salgın krizi ile üstü örtülerek:
FIRSAT 1- Bahçeli’nin ısrarla talep ettiği af talebi, “infaz düzenlemesi” kılıfı ile yerine getirildi. Hem de adına “af” dememek suretiyle, karar için Anayasa’nın öngördüğü meclis tam sayısının 3/5’i nisabının uygulanmasını engelledi.
FIRSAT 2- Geçici olarak da olsa, cezaevlerindeki doluluk sorununda bir rahatlama sağlandı.
FIRSAT 3- Muhalif kesimlerin cezalandırılmasında kullanılan TCK 220’nci maddesindeki cezalar arttırıldı. Böylece gazeteci, yazar, siyasetçi ve aydınlara yeni bir gözdağı verildi.
FIRSAT 4- 12 Eylül dönemi ve sonrasında, çeşitli işkence, baskı ve yöntemleriyle istenilen şekilde ifade vermeye ve operasyonlarda kullanma gibi iddialara konu olan “hükümlü ve tutukların cezaevinden kolluk kuvvetlerince sorgulanma bahanesi ile alınması”nı yasal hale getirerek, kalıcı olması sağlandı.
AKP-MHP ortaklığı, mahpusların yaşam haklarını korumak söylemiyle yaptığı af niteliğinde düzenleme yaparken, bu konuda da ayrımcılık yapmayı ihmal etmedi. Siyasi görüş ve düşüncelerinden ötürü cezaevinde bulunan politikacı, yazar, avukat, aydın, gazeteci ve sivil toplum örgütü mensuplarını infaz (af) düzenlemesi dışında tuttu.
Yapılan düzenleme ile fırsat olarak belirttiğim 4 ana konu üzerinde söylenecek çok şey var. Ancak bu yazımızda, yukarıda FISAT 4 olarak belirttiğim, “Hükümlü ve tutukluların kolluk kuvvetlerince cezaevinden sorgulama bahanesi ile alınması” üzerinde durulacaktır.
YAPILAN DÜZENLEMEDEN ÖNCEKİ DURUM:
Son infaz düzenlemesi öncesinde, hükümlü ve tutukluların sorgulanma ya da yer gösterme gibi nedenlerle cezaevinden alınmaları ile ilgili olarak yürürlükte olan İnfaz Kanunu 92’nci maddesi:
“5271 sayılı Kanunun 250’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan suçlarla ilgili olarak alınan bilgilerin doğruluğunun araştırılması bakımından zorunlu görülen hallerde, hükümlü veya tutuklular, rızaları alınmak koşuluyla, ilgili makamın ve cumhuriyet başsavcılığının talebi üzerine hakim kararı ile geçici sürelerle ceza infaz kurumundan alınabilirler. Bu süreler, hükümlü veya tutuklu dinlendikten sonra işin niteliğine göre, her defasında dört günü ve hiçbir surette onbeş günü geçmemek üzere hakim tarafından tayin olunur ve hükümlülük ve tutuklulukta geçmiş sayılır. Ceza infaz kurumundan ayrılış ve dönüşlerinde hükümlü veya tutuklunun sağlık durumu doktor raporu ile tespit edilir. Yer gösterme sırasında yapılan işlemlere ilişkin belgelerin bir örneği ilgilinin dosyasında muhafaza edilmek üzere cumhuriyet başsavcılığına gönderilir”. hükmünü içermekte idi.
Maddenin gönderme yaptığı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 250 maddesi, 2012 yılında 6352 sayılı yasa ile kaldırılması sonrasında İnfaz Kanunu’ndaki bu maddenin hukuken uygulama alanı kalmadı. Ancak Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 10 maddesine ve bu madde yürürlükten kaldırıldıktan sonra da yine TMK’ya eklenen Geçici 14’ncü maddeye dayanılarak, uygulama devam ettirildi.
2016 yılında ilan edilen “Olağanüstü Hal” döneminde de KHK’larla bu konuda yeni düzenlemeler yapıldı.
27.07.2016 tarihinde çıkarılan ve 21.07.2018 tarihine kadar yürürlükte kalan 668 sayılı KHK’nın 3. maddesinin birinci fıkrasının (ö) bendine göre;
“Bu maddede sayılan suçlarla ilgili olarak, alınan bilgilerin doğruluğunun araştırılması bakımından zorunlu görülen hallerde, tutuklu veya hükümlüler yetkili Cumhuriyet savcısının talebi ve sulh ceza hakimliğinin kararı ile geçici sürelerle ceza infaz kurumundan alınabilirler”.
17.08.2016 tarihinde çıkarılan ve 21.07.2018 tarihine kadar yürürlükte kalan 670 sayılı KHK’nın 8. maddesine göre;
“26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar bakımından, şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında bu işlem, olağanüstü halin devamı süresince, cumhuriyet savcısı veya cumhuriyet savcısının yazılı emri üzerine kolluk tarafından yapılabilir”.
Yukarıdaki 668 ve 670 nolu KHK’ların 21.07.2018 tarihinde yürürlükten kalkması ile, hükümlü ve tutukluların ek sorgu ya da başka bir nedenle cezaevinden alınmasının hukuki dayanağı kalmadı.
DÜZENMEDEN SONRAK DURUM:
Hükümet, yaptığı son infaz düzenlemesi ile İnfaz Kanununun 92’nci maddesindeki TCK 250’nci maddesine yapılan göndermeyi “Terör ve örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen” şeklinde değiştirmek suretiyle yeniden 12 Eylül döneminden bu yana büyük tartışma ve sorunlara yol açan uygulamaya geri dönmüş oldu.
Bu düzenleme çerçevesinde, alınan bilgilerin doğruluğunun araştırılması bakımından zorunlu görülen hallerde, hükümlü veya tutuklular, rızaları alınmak koşuluyla, ilgili makamın ve cumhuriyet başsavcılığının talebi üzerine hakim kararı ile geçici sürelerle ceza infaz kurumundan alınabilirler. Cezaevinden alınma süresi 15 güne kadar uzayabilecektir.
İnfaz Yasası’nın 92/2 maddesi hükümlü ve tutuklunun açık rızasının alınmasını öngörmekte ise de yasanın bu hükmü hiçbir zaman dikkate alınmadı. Kaldı ki hükümlü ya da tutuklu kendi yararına olması hali dışında niçin böyle bir şeye razı olsun?
Yasa C.Savcısının ya da ilgili makamın talebinden söz etmektedir. İlgili Makam kimdir, herhangi bir açıklık yok. Geçmişteki uygulamalar, bu ilgili makamın istihbarat birimleri olduğunu ortaya koymaktadır.
Gazete Karınca’nın örnek olarak yayımladığı aşağıdaki son dönem uygulamalar, yapılan düzenlemenin yol açacağı insan hakları ihlalleri konusunda fikir vermektedir:
- Adana Kürkçüler F Tipi Cezaevi’nde tutuklu olan Deniz Özdemir 9 Ağustos 2017 günü “mahkemen var” denilerek koğuşundan çıkarıldıktan sonra Diyarbakır Dicle Jandarma Komutanlığı’na götürüldü.
10 gün boyunca yasal sorgusu yapılmadan kötü muamele uygulanan Özdemir, daha sonra cezaevine geri gönderildi. Sonrasında yaşadıklarını anlatan Özdemir, “ajan” olmaya zorlandığı 10 gün boyunca kötü muamele gördüğünü belirtti.
- Nisan 2017’de Diyarbakır’da gözaltına alınarak işkence yapıldıktan sonra çıkarıldığı mahkemece tutuklanan Afşin Musazade’nin götürüldüğü Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi’nden aynı yılın Mayıs ayında yeniden alınıp, sorgulandı.
Musazade’nin ailesi ve avukatlarına haber verilmeden polislerce cezaevinden alındığı, koğuş arkadaşlarının ve insan hakları savunucuları açıklamaları ile kamuoyuna yansımıştı.
Musazade’den günlerce haber alınamaması ve cezaevi yönetiminin soruları yanıtsız bırakması üzerine HDP Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran, konuyu Meclis gündemine taşımıştı.
Musazade’nin tekrardan gözaltına alındığı, Adalet Bakanlığı’nın bu soru önergesine verdiği yanıtla ortaya çıkmıştı. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül imzasıyla verilen yanıtta, “Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığıyla yapılan yazışmaya verilen cevapta Diyarbakır D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu olarak barındırılan, soru önergesinde adı geçen şahsın Mardin 1. Sulh Ceza Hakimliği’nin kararıyla 7 gün süreyle kurumdan çıkartılarak Mardin İl Jandarma Komutanlığı Terörle Mücadele ekiplerine teslim edilmesine karar verildiği, 03/05/2017 tarihinde kuruma gelen görevlilere teslim edilen tutuklunun 09/05/2017 tarihinde aynı görevlilerce kuruma iadesinin yapıldığı bildirilmiştir” denilerek, sorgulama doğrulanmıştı.
- 20 Ekim 2017 günü ise, bu kez Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde kalan Mazlum Demir isimli bir tutuklu, cezaevine gelen polisler tarafından gözaltına alınarak Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne götürülüp, sorgulanmıştı.
Yapılan bu uygulamaların tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle bağdaşır bir yönü yoktur:
Kişinin cezaevinden alınarak 15 güne kadar bir süreyle istihbarat elemanlarına ya da terörle mücadele ekiplerine teslim edilmesi AİHS’nin 5. Maddesinin açık bir ihlalidir.
Her ne kadar yasada “kişinin açık rızasının alınması” öngörülmüş ise de, kişi “yeter ben cezaevine dönmek istiyorum” diyebilecek mi? Kişinin “özgür iradeye dayalı rızası ile alındığı” nasıl tespit edilecektir?
Ya da, cezaevinden alınan kişi istediği zaman avukatını talep edebilecek midir?
Cezaevinden alınan kişinin istihbarat ve güvenlik güçleri önündeki hukuki durumu nedir? Sanık mı, hükümlü mü ya da tutuklu mu?
Cezaevinden alınan kişilerle ilgili olarak avukatına ve ailesine yeterli bilgi ve görüşme imkânı verilecek midir? Yoksa önceki uygulamalar gibi kimsenin haberi olmamasına özen mi gösterilecektir?
Elde edilen bilgilerin doğrulanması için ek ifadeye ihtiyaç varsa, niçin cezaevinde ve hâkim nezaretinde ifade alınmıyor?
Bu güne kadarki uygulamalar göz önünde tutulduğunda, hükümlü ya da tutuklunun cezaevinden alınarak istihbarat ya da terörle mücadele mensuplarına teslim edilirken, işkence ve baskıya maruz kalmayacağının garantisi var mı?
SONUÇ:
Bir cümle ile ifade etmek gerekirse, AKP-MHP ortaklığının, cezaevindeki hükümlü ve tutukluların yaşam hakkını korumak bahanesini fırsat olarak kullanıp, tutuklu ve hükümlülerin, ilgili makamın (?) ya da C.Savcılığının talebi ile cezaevinden 15 gün süreyle alınabilmesinin tekrar yasallaştırılması, en hafif deyimi ile Anayasa’nın ve AİHS’nin açık bir ihlalidir.