Libya kozu Doğu Akdeniz’de el alır mı?

Erman Çete

Türkiye’nin Libya’daki hükümetlerden biriyle anlaşma imzalamasının ardından, Akdeniz’deki doğalgaz arama meselesi askeri bir çatışmaya doğru gidiyor. Türkiye, bölgedeki yalnızlığını aşmaya çalışırken yaptırım tehditleriyle karşı karşıya.

Türkiye’nin, Libya’daki uluslararası olarak tanınmış Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile imzaladığı anlaşma, Doğu Akdeniz’deki gerilimi bir üst seviyeye taşıdı.

Libya UMH Başbakanı Fayiz el-Serrac ve Erdoğan anlaşmayı imzaladı.

2010 yılında Doğu Akdeniz’de keşfedilen geniş doğalgaz rezervleri, bölge ülkeleri arasındaki rekabeti artırmış, çeşitli ittifaklar aracılığıyla arama ve çıkarma faaliyetleri başlamıştı. Bölgedeki en büyük ittifak, bu sene başında “Doğu Akdeniz Gaz Forumu” adı altında kuruldu ve şu ülkeleri kapsıyor: Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, Mısır, Ürdün, Filistin Yönetimi ve İtalya.

Forum’dan dışlanan Türkiye ise, uzun bir süredir hem Türkiye’nin hem de Kıbrıs Türklerinin bölgedeki haklarını koruma gerekçesiyle, iki sondaj gemisini doğalgaz arama faaliyetleri için Ada’ya göndermişti. Türkiye’nin bu faaliyetleri, Avrupa Birliği (AB) tarafından yasadışı bulununca, Birlik Türkiye’ye yaptırım uygulamaya başladı.

Türkiye’nin son Libya adımı, Doğu Akdeniz’de artan rekabet çerçevesinde değerlendiriliyor. Türkiye, yalnızca kendisinin tanıdığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) dışında bölgede herhangi bir müttefike sahip değil. UMH ile imzalanan tartışmalı anlaşma, Türkiye’nin bölgedeki rekabetin dengesini değiştirmeye yönelik bir hamle.

Anlaşmadan sonra, Türk tarafının iddiasına göre, Akdeniz’deki deniz sınırları şu şekilde çizilecek:

Türkiye-Libya anlaşmasına göre denizlerdeki sınır değişikliği. Fotoğraf: AA

Ancak Yunanistan tarafından BM’ye gönderilen itiraz mektubunda, anlaşmanın uluslararası hukuka aykırı olduğu, Libya ile Türkiye’nin birbiriyle çakışan deniz sınırlarına ya da ortak sınıra sahip olmadıkları vurgulanıyor. Kıbrıs Cumhuriyeti de, Türkiye’nin Kıbrıs açıklarındaki gaz arama faaliyetlerini yasadışı olarak nitelendirerek, Uluslararası Adalet Divanı’na dava açmaya hazırlandığını ilân etti.

Öte yandan, AB tarafından uygulanan yaptırımların Türkiye’yi caydırmayacağı, AB’nin Türkiye’ye mülteci anlaşması nedeniyle ihtiyaç duyduğu belirtiliyor. Öte yandan Kıbrıs’ın ekonomik olarak AB’ye bağımlılığı, 2013 yılında bankacılık sisteminde yaşanan ani çöküş, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın yüzde 100’üne tekabül eden borç yükü Ada yönetiminin “fevri” çıkışlar yapamayacağına dair ipuçları olarak görünüyor.

Libya: Bataklıktan ötesi

Türkiye’nin Libya ile olan ilişkilerini de Doğu Akdeniz’deki rekabet bağlamında değerlendirmek gerekiyor.

2011 yılında NATO-cihatçı ittifakının saldırısı sonucunda öldürülen Muammer Kaddafi’nin ülkesi Libya, “erken Suriye” olarak görülebilir. On yıllar boyunca aşiretler konfederasyonu ve petrol gelirlerinin görece eşitlikçi dağılımı ile yönetilen Libya, Kaddafi’den sonra birbiriyle çatışan çok sayıda eyaletçik arasında bölündü.

Bu durum bugün de ortadan kalkmış değil. Bu nedenle, Libya’da iki hükümet olduğu iddiasına ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor. Gazete manşetlerini süsleyen hükümetler Trablus merkezli UMH ile Tobruk merkezli Halife Haftar liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu (LUO) olsa da, Misrata’daki Müslüman Kardeşler grubu, Zintan Grubu olarak bilinen silahlı grup, yanı sıra Kaddafi yanlılarının desteklediği başka silahlı gruplar, Tebu ve Tuareg kabilelerinin silahlı güçleri de ülkeyi aralarında paylaşmış durumda. Bunların yanı sıra, hâlâ IŞİD ve bağlantılı gruplar da varlıklarını sürdürüyorlar.

Libya’nın bölüşümü… Kaynak: Stratejikortak.com

Son durumda, UMH’ye bağlı güçler Trablus, Sirte ve Misrata gibi büyük kentleri kontrol ederken, Haftar’a bağlı güçler Bingazi, Derne ve Tobruk’u kontrol ediyor.

Kağıt üzerinde, UMH uluslararası kabul gören hükümet. Türkiye’nin yanı sıra Katar ve AB de bu hükümeti destekliyor. Tobruk’u destekleyenler arasındaysa BAE, Mısır, Suudi Arabistan, Fransa ve Rusya bulunuyor.

ABD’nin tutumunun ise belirsiz olduğunu belirtmek gerekiyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama, Kaddafi’yi tek bir Amerikan askerinin ayağı yere değmeden devirmekle övünüyordu; ancak 11 Eylül 2012’de Libya’daki Amerikan elçisinin öldürülmesi, ABD’nin pozisyonunu da sarstı.

ABD ile Rusya’nın tutumu

UMH ile LUO arasındaki çatışmada, Başkan Donald Trump’ın Haftar’ın Trablus saldırısına verdiği destek ve yaptığı telefon görüşmesi kafa karıştırmıştı. Dışişleri Bakanlığı, Trump’ın desteği hakkında önceden bilgisi olmadığını söylerken, ABD yaz ayları boyunca Haftar’a yönelik tutumunu sertleştirmeye ve Rusya’nın Haftar üzerindeki etkisinden dolayı endişe bildirmeye başladı.

Kasım ayında, Halife Haftar’ı Trablus’a yönelik operasyonu durdurmaya çağıran ABD yönetimi, Libya’nın iç işlerine yönelik “Rus müdahalesi” konusunda da uyarılarda bulundu.

Ancak ABD yönetiminin tavrındaki belirsizlik bununla da kalmadı. Halife Haftar’a yakın olduğu belirtilen Arif el-Nayed, geçtiğimiz sonbahar aylarında ABD’de temaslar gerçekleştirdi. Amerikan yetkililer, Nayed’in ekibini “batılı düşünceye sahip işadamları” olarak nitelendirirken, Haftar’ın Trablus’u ele geçirmesi halinde, Nayed’in cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olmasını sağlayacağı iddia ediliyor.

Rusya’nın Libya’daki tutumu ise kritik önem taşıyor. 7 Aralık tarihinde, ABD’nin Afrika Komutanlığı (AFRICOM) Komutanı General Stephen Townsend, Rusya hava savunma sistemlerinin Trablus açıklarında bir Amerikan İHA’sı düşürdüğünü açıkladı. Rusya’nın Haftar’ın ordusuna özel askeri şirket Wagner Group aracılığıyla destek verdiği iddia ediliyor. Wagner’in şefi Evgeniy Prigojin, Vladimir Putin’in yakınında yer alıyor.

Rusya’nın UMH-Türkiye anlaşmasına verdiği tepki de, Moskova’nın pozisyonunu özetliyor. Dışişleri Sözcüsü Maria Zaharova, anlaşmayla birlikte Türkiye’nin BM’nin silah ambargosunu deldiğine yönelik iddiaların daha ciddi hale geldiğini söyledi. Sarrac’ın pozisyonu konusunda da soru işaretleri oluştuğunu kaydeden Zaharova, tarafları gerginliği daha da yükseltecek adımlardan kaçınmaya çağırdı.

Asker gönderme hevesi blöf mü?

Bütün bunlar alt alta dizildiğinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Libya isterse asker gönderebiliriz” açıklaması, uluslararası aktörlerin belirsiz tutumlarından kaynaklı gibi görünüyor.

ABD’nin Haftar’a yakın isimlerle de görüşmeye başlaması, UMH’nin askeri ve coğrafi pozisyonunun sorunlu hale gelmesi ve dünyanın başka bölgelerinde, örneğin Ukrayna’nın doğusunda yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin “el yükseltmek” için hamle yapmasını gerektiriyor. AKP hükümeti, bir yandan Doğu Akdeniz’de kendisine karşı oluşan ittifakı güç göstererek bozmaya çalışırken, bir yandan da ABD ile Rusya arasındaki gerilim/gevşeme salınımına göre pozisyon olarak iki ülkenin olası “senkronizasyon” girişimlerine de engel olmaya çalışıyor.

ABD ile Rusya’nın Libya’yı parselleyecek olası bir girişiminde, Türkiye’nin UMH’ye verdiği desteğin boşa gitme ihtimali beliriyor. Zaten halihazırda UMH’yi var eden anlaşma, Tobruk’taki Temsilciler Meclisi tarafından dahi tanınmıyor. AKP hükümeti, UMH ile imzaladığı ulusal ve uluslararası meşruiyeti tartışmalı anlaşmayı askeri olarak takviye etmeye çalışıyor. BM’nin BAE ve Ürdün ile birlikte Türkiye’yi resmi olarak “silah ambargosunu delmekle” suçlaması, Ankara’nın durumunu daha da hassas hale getiriyor.

Ancak bu “takviye”nin ciddi olup olmadığı tartışmalı. Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’deki tek müttefikini öne sürerek enerji rekabetinde ve siyasi yeniden yapılandırmada el yükseltmeye çalıştığı görülüyor. Bununla birlikte, Doğu Akdeniz’de askeri çatışma ihtimali, Türkiye’nin adımıyla birlikte, hiç olmadığı kadar yükselmiş durumda.