Mehmet Altan, hak ihlallerinde imzası olan hakim ve savcıları ağır suçladı

İktisat hocası yazar Prof. Dr. Mehmet Altan, kendisini tutuklayan ve tahliye etmemekte ısrar eden hakim ve savcıları ağır bir şekilde suçladı.

Kendisi ile ilgili kurulan ‘1 dolar’ kumpasını da anlatan Altan, delil olarak da Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını gösterdi.

Prof. Dr. Mehmet Altan’ın davasına ilişkin olarak T24’ten Gökçer Tahincioğlu’nun yazdığı haber şöyle.

Anayasal düzeni değiştirmek iddiasıyla yargılandığı davadan beraat eden Mehmet Altan, maruz kaldığı hak ihlalleri nedeniyle devlete karşı açtığı tazminat davasında, maruz kaldığı hukuksuzlukları kanıtlarla anlattı.

Kardeşi Ahmet Altan’la birlikte gözaltına alınışının 4. yılında yapılan duruşmada konuşan Altan, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına rağmen 5,5 ay boyunca tahliyesine kasıtlı olarak karar vermeyen hakimlerin, caydırıcılık adına tazminata mahkum edilmesi gerektiğini belirtti.

Altan, gözaltına alındığı dönemde cüzdanından çıkan, kullanılmış, yırtık doların kumpasla, yeniymiş gibi kameraya çekildiğini, evinden çıktığı iddia edilen Fetullah Gülen kasetlerinin ise hiçbir tutanakta yer almadığını anlattı, kanıtlarını mahkemeye sundu. 2 milyon 750 bin lira, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunan Altan’ın dosyası bilirkişiye gönderildi.

Altan, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına rağmen tahliye edilmemesini, 5,5 ay daha cezavinde tutulmasını, beraat kararına rağmen yeniden hakkında zorla getirme kararı verilmesini gerekçe göstererek, İstanbul Anadolu 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde tazminat davası açmıştı. Bu davanın duruşması bugün görüldü.

Mehmet Altan, mahkemeye verdiği dilekçede, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tutuklama ile ilgili maddelerini anımsatarak, şunları kaydetti:

“Şimdi soruyorum, bu maddenin ‘maddi ve manevi ’zarar davasına konu ettiği bir kişinin ‘kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutuklanması’ nasıl olur? Gene soruyorum ‘kanunlarda belirtilen koşullar dışında bir kişinin nasıl tutukluluğunun devamına’ karar verilebilir? Kanun belli ise, mahkeme üyesi veya üyeleri de ‘hukuk fakültesi mezunu’ ise bu nasıl olur, daha doğrusu olabilir mi? Tutuklama, tutukluluğun devamı gibi biteyin özgürlük ve güvenliği ile ilgili hukuksal bir kısıtlamanın şartları, uygulaması çok yerleşiktir, bu tür kararlarda istemeyerek kolun çarpmış gibi bir yanlış yapılabilir mi? Üstelik evrensel hukuk, bireyin özgürlüğünü, yaşam hakkı gibi kutsal saymıştır. Tutuklamanın hangi şartlarda olacağı Anayasa’nın 19 maddesinde de tanımlanmıştır. Anayasa ve yasalarda tutuklama veya tutuklamanın şartları çok açık iken bunun tersine bir yanlışlık mümkün müdür? Bir insanın yanlışlıkla tutuklanması, bir insanın tutukluluğunun devamına yanlışlıkla karar verilmesi olabilir mi?

‘Mümkün olmadığı halde cezaevinde tutuldum’

Benim tutuklanmam da 22 ay boyunca tutukluluğumun devamı da hiç mümkün değildi. Bunun mümkün olmadığı da hem Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, hem AİHM, hem de Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin oy birliği ile aldığı kararlarla ortaya çıktı. Benim hayatımı yok etmek, beni lekelemek ve ömrümü çalmak isteyen bu sürecin arkasındaki adı, sanı, kimliği ve kişiliği malum zevat bu süreçte bazı şeyleri hiç duymak istemedi. Ama en çok duymak istemedikleri de yargılamamı yapan 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nin artık hüküm kurmak üzere duruşmayı ertelediği bir dönemde, dosyanın tüm delillerini inceleyen Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun üç ihlal kararını vermiş olması idi. Anayasa Mahkemesi dosya tekemmül etmiş, iddia makamı esas hakkındaki mütalaasını da sunmuş iken tam bu süreçte, mahkemenin hüküm kurmasından evvel dosyanın en son hali üzerinden üç ayrı anayasal hakkımın ihlal edildiğine karar verdi. Tutuklamayı bırakın gözaltına dahi alınmayacağımı, makul şüpheyi haklı kılacak bir delil bulunmadığını, silahlı terör örgütünün amacı doğrultusunda hareket ettiğime ilişkin kanaat oluşturmasını sağlayacak somut olguların varlığının bulunmadığına karar verdi. Tüm dava sürecinin yok hükmünde olduğu ortaya çıktı. Bu karar bağlayıcı ve kesin bir karar olmasına karşın 26. Ağır Ceza Mahkemesi, Başkanı Kemal Selçuk Yalçın ile üye hakim Mehmet Akif Ayaz’ın oy çokluğu görüşü ile direndi. Mahkeme beni tahliye etmedi gibi bir de oy birliği ile ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm etti. Mahkeme başkanı ve bir üyesi bu defalarca Anayasa’ya direnmekten çekinmediler. Bu ısrar bu yoğun anayasaya direnme, hukuka direnme ısrarı ve bu ısrarla bir kişinin özgürlüğünün gasbında özel bir kasıt vardır. Hukuku bilmeme yanlış yorumlama gibi bir saikle hareket edilmiş olunduğu düşünülemez.

‘AİHM’ye rağmen…’

Aynı şey AİHM kararı içinde geçerlidir. Hatta AİHM kararını vermeden önce hükümete ‘elinizde dosya dışında bir belge var mı’ diye de sordu. Hukuk adına görev yaptığını iddia edeler bu durum karşısında kulaklarının üzerine yattı. ‘Hukukun üstünlüğü, hukuk devleti, maddi gerçeği aramak’ kısacası hukuk fakültelerine yargı sistemine çok şüpheyle baktım…

‘Kasten planlandı…’

Bunu anımsatıyorum çünkü Anayasal suç işlenerek benim zorla hapis yatırılıp çok ağır kayıplara uğratılmam kasten planlandı ve icra edildi. Ne yazık ki, soruşturma savcısı Can Tuncay, tutuklayan sulh ceza hakimi Selami Yılmaz, tutuklamayı otomatik uzatan diğerleri ve yargılıyormuş gibi yapan Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararına karşın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası veren 26 Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Kemal Selçuk Yalçın, Mehmet Akif Ayaz ve Recep Kurt, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını onayan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi heyeti Başkan Taner Akıncı, üye Cafer Ay, üye İrfan Şancı hukuka kast ederek hareket etti. Bunun üzerine basa basa çok net ifade ediyorum, çünkü Anayasa Mahkemesi 2018/2620 başvuru No’su ile 09.01.2020 tarihinde, bu yoğun Anayasa ve yasa tanımamazlık ile benim tahliye edilmeyerek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilmemi ikinci bir hak ihlali kabul etti. 

Az evvel sözünü ettiğim ilk kararda, Anayasa’nın 19/3, 26 ve 28 maddelerinin yok sayılarak tutuklandığımı, kısacası devletin suç işlediği için zarara uğratıldığımı genel kurul kararıyla karar altına aldı.

‘Hâkimler suç işledi’

Anayasa Mahkemesinin ikinci ihlal kararı da ilk üç ihlal kararına rağmen beni anayasal suç işleyerek hapishanede zorla tutan ve Anayasa’nın 153. Maddesini yok sayan İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesinin Başkanı Kemal Selçuk Yalçın ve Mehmet Akif Ayaz ile 27 Ağır Ceza Mahkemesinin Başkanı Abdurrrahman Orkun Dağ ile Seval Alaçam isimli dört hakiminin suç işlediğini saptadı. Anayasa çiğnenerek zorla tutuklanan, en yüksek mahkeme kararı ile bu ortaya çıktıktan sonra yeniden anayasayı yok sayarak özgürlüğü zorla hançerlenen birinin uğradığı bu durumu ‘iyi niyetli bir cehalet ya da hata’ olarak yorumlamak mümkün mü? Olmadığını Anayasa Mahkemesi, iki ayrı ihlal kararı ile söylüyor. AİHM söylüyor. Yargıtay söylüyor. ‘Canınızı hayatınızı alt üst eden, iki senenizi kezzaplayan bir hata olmuş’ denebilir mi? Yaşadıklarım insan hayatına kasteden bir skandaldır. Ve maalesef yargı içindeki bir avuç insan tarafından taammüden ifa edilmiştir.

‘Planlanarak yapıldı’

Bunun nasıl planlı, programlı bir lekeleme ve yaşamı imha etme harekatı olduğuna dair birkaç örnek vereceğim.

Bakın önce size üçte biri yok olmuş, on yıl önce tedavülden kalkmış bir dolar gösteriyorum… Çok eski seyahatlerden kalmış ve ıskartaya çıktığı için bir cüzdanda unutulmuş bir dolar… Evimi basan polis parmağı ile bu bir doların kopuk kısmını kapattı ve videoya aldı… Soruşturmanın gizliliği şeref ve onuruna tevdi edilmiş 35 yaşındaki savcı da o polisin çektiği videoyu anında yandaş basına dağıtarak ‘evimde bir dolar’ bulunduğunu ilan etti. Size tutuklandığım günün ertesindeki gazeteleri de getirdim. Evimde ‘çok sayıda Fetullah Gülen kasetleri ve kitapları bulunduğu’ yazdırılmış. Bu da evden alınanların zaptı. Bunu da getirdim. Hani bu iddiaya ait delil, yok, çünkü hayasız bir algı operasyonu. Savcılık bir hukuk devletinde böyle mi çalışır, savcı yaptığının bal gibi suç olduğunu, tam bir ahlaksızlık örneği olduğunu bilmiyor mu? Tabii ki biliyor ve zaten de bunun için yapıyor.

‘Örgütlü kötülük’

Şimdi böyle bir örgütlü kötülük, zulüm nasıl tazmin edilebilir, edilebilir mi? Mümkün değil. Dilerim yapanların yanına kalmaz, hayat o görülmez ve şaşmaz adaletiyle rövanşı alır. Bir düşmanlık örneği daha vereyim.

Tam dört yıl önce beni bugün gözaltına aldılar. Tazminat davasının benim ilk defa katıldığım duruşması da o günün yıl dönümüne denk geldi. Yaşamın böyle garip tesadüfleri var. 10 Eylül Cumartesi, 12 günlük çok uzun bir bayram başlangıcının arifesi, savcı da tatile çıktı. Öyle bekledik. Beş kişinin İstanbul Emniyetinin garajında yaptırılmış ufacık bölmelerde 12 gün bekletmenin düşmanlıktan başka nasıl bir amacı olabilir? Eğer lütfeder dosyaya bakarsanız, göz altına alındığım gün bomboş bir dosya var. Tamamen keyfi bir gözaltı.

‘4 yıl sonra tutanak tutuldu’

Gözaltına alındığım tarihten dört yıl önce gittiğim bir vakıftaki konferansım nedeniyle burayı gözetleyen o dönemin polislerinin tutanak tutmadığına dair emrindeki iki polise dört yıl sona tutanak tutturuyor, tutanağa kendi kanaatlerini yazıyorlar ve bunu delil sayıyor. Delil imal eden bir savcı. Neyle suçlandığımızı avukatlarımız öğrenemedi ama savcı Can Tuncay, Anadolu Ajansına duyurdu. Televizyonda ‘subliminal mesaj ile darbecilik’ yapmışız. Öyle bir fiyasko oldu ki bir daha da  ‘subliminal’ lafını duymadık… Aradan dört yıl geçti hani nerede o ‘subliminal’ lafı, böylesine bir gayri ciddilik olabilir mi? Dahası var, beni sabaha karşı tutuklayan tek kişilik mahkemedeki hakim Selami Yılmaz, savcı Can Tuncay’ın ‘subliminal’ kelimesinin anlamını bilmediğini söyledi ve Anayasanın 19 maddesinin 3 fıkrasını yok sayarak yani Anayasal suç işleyerek beni tutukladı.

Caydırıcılık önemli

Vereceğiniz kararın bu içtihattaki ‘caydırıcılık’ vasfını yerine getirmesi, benim uğradığım çok ağır maddi kayıplardan çok daha önemli. Keşke caydırıcılık yerini bulsa da yargının içindeki kimileri kasıtlı bir şekilde hukuk devletini dinamitlemese, insanlara akıl almaz düşmanlıklar etmese… Mahkeme sürecine bir yargılama demek mümkün değil. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserine göre bu bir tiyatroydu.

Şunu da ifade edeyim, ben devletin Anayasayı yok sayması nedeniyle mağdur edildim. Hukuk devleti söz konusu olsaydı, hiçbir hükmü olmayan bir iddianamenin muhatabı olmayacaktım. Örneğin, ben hangi maddeye göre yargılandım? Cebir ve şiddet gerekiyor bu madde için. Cebir ve şiddet söz konusu mu, suçum yok ki, cebir ve şiddet nasıl olsun… Çok vahim bir suçlama ile daha fazla lekelemek ve daha çok hapishanede tutabilmek için. Sonra kendi tertibi içinde boğuluyor ve ‘manevi cebir’ diye o heyetin büyük babası zamanında bile olmayan bir suç uyduruyor ve Anayasa Mahkemesi Genel Kurul kararına rağmen beni ağırlaştırılmış müebbette mahkum edebiliyor.

Ayrıca yıllar yıllar önce verilen üç aylık ders parasının Bank Asya aracılığıyla ödenmiş olması, hesapta bu üç aylık ödeme dışında hiçbir hareket bulunmaması bu süreçte rol alan 15-20 kişiye vız geldi. O kart atmadığım eski 52 banka kartı ile birlikte öyle duruyordu. Karabatak gibi davanın bazı aşamalarında ortaya çıktı, bazen kayboldu. Keyfe keder, algı operasyonuna uygun bir şekilde yüzüp durdu. Buna adil, dürüst, tarafsız bir yargılama denebilir mi? Amaç ne, devlet yargısı içindeki birtakım unsurlar tarafından lekelenme kastı. Bir hukuk devletinde cemaatin devleti ele geçiremeyeceğini, geçirirse o parlamenter rejimin sonu olacağına dair onlarca yazımı mahkemelere sundum. Darbelerin Ekonomisi isimli kitabım vardır ve 2 Ekim 2012 tarihinde, Darbeleri Araştırma Komisyonunda akademisyen sıfatım ile bilgime başvuruldu, zabıtlara geçen ifadem darbe karşıtı görüşlerimin özetidir.

‘5,5 ay fazladan yatırdılar’

Ancak, İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Kemal Selçuk Yalçın ve üye Mehmet Akif Ayaz ile İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Abdurrrahman Orkun Dağ ve üye Seval Alaçam, Anayasa’nın 153 maddesine rağmen, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu kararını uygulamadılar ve başlangıçtan sakat bu zulüm döneminde beni zorla beş buçuk ay daha hapis yatırdılar. Bu düpedüz hürriyeti tahdittir. Tahdit suçu işlenmiş olmasına rağmen bir mahkeme başkanı Yargıtay’a atandı, diğeri de yerli yerinde duruyor, HSK da sadece seyrediyor. Ben de huzurunuzda hak aramaya çabalıyorum.

‘Hâkimleri sürdüler’

Anayasa Genel Kurulu kararından beş buçuk ay sonra hukuk haysiyeti olan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2 Ceza Dairesi Başkanı Kemal Aydın üye Veysel Yıldız’ın kararı ile Anayasa hükmüne uyularak tahliye edildim. Maalesef tahliyeme karar veren hakimleri de sürdüler. Tahliye edilmiştim ama imza koşulu ile. Haftalarca imza için polise gittim. AYM ve AİHM kararları ile suçsuz olduğum bilindiği halde. Anayasanın, AYM kararlarının kesin ve bağlayıcı olduğu emrine rağmen yaşadım ben bu hukuk görüntüsü altındaki zulümleri. Yerine yeni bir heyet atandı. Başkanı Taner Akıncı, üyeleri Cafer Ay ile İrfan Şancı olan heyet de Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararına rağmen, büyük bir soğukkanlılıkla beni bir kez daha ‘ağırlaştırılmış müebbette’ mahkum edebildi. Yargıtay 16. Ceza Dairesi beraatime hükmetti, dosya 26. Ağır Ceza Mahkemesine geldi, AYM kararı, AİHM kararı ve en son da Yargıtay’ın beraate hükmeden kararına karşın 26. Ağır Ceza Mahkemesinde bana karşı hukuku uygulamamakta ısrarcı olan heyet Kemal Selçuk Yalçın, Mehmet Akif Ayaz, Recep Kurt oy birliği ile benim için zorla getirilme kararı verdi.

‘KHK’lı oldum’

Ama bir de bu arada KHK’lı oldum. Otuz yıldır hocalık yaptığım, 1993 yılından beri profesör olarak öğrenci yetiştirdiğim, kırk kitabı olan bir yazar olarak 29 Ekim 2016 tarihinde İstanbul Üniversitesi’nden apar topar ve Anayasa çiğnenerek atıldım. Sebep, hiç delilsiz muhatap edildiğim savcılık soruşturması oldu. Bunu da hapishane hücresinde, televizyon seyrederken öğrendim. Anayasa’nın 129 maddesi devlet memurlarının savunması alınmadan ihraç edilemeyeceğini güya teminat altına alıyor. Üstelik de 2019 Kasım ayında beraatim kesinleşmesine rağmen, halen KHK’lıyım. Örneğin, 7 bürokrattan oluşan bir OHAL Komisyonu var. Üyeleri aynı 12 Eylül darbecileri gibi kanun zırhıyla korunuyor. İcraatları için dava açılamıyor. Dosyanın en son hali üzerinden verilmiş Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu kararını Anayasa’nın 153. maddesini yok sayarak dinlemediler. Dava sürecini yani Yargıtay kararını da beklemediler ve benim KHK ile atılmamı doğal buldular. Beraate rağmen OHAL KOMİSYON kararı için idare mahkemesine gidiyorsunuz. Ben de gittim. Ankara 21. İdare Mahkemesi bekle ki karar versin. Beraatim kesinleşti ama Ankara 21. İdare Mahkemesi bir türlü karar vermiyor. Bu zulüm değil midir? Neden, ben mi suç işledim, yo devlet Anayasayı ihlal etti… Ayrıca beraat yeniden güvenlik soruşturmasından geçmenizi de engellemiyor. Kasımdan ağustos ayı sonuna kadar güvenlik soruşturması bekledim. Yurt dışı çıkış yasağımın kalkmış olduğunu ancak 4 ay sonra defalarca adliyelere gidip gelerek işleme aldırabildim.

‘Dağa kaldırılmış hissediyorum’

Benim bir öfkem yok. Burası böyle bir yer. Sadece kendimi dağa kaldırılmış gibi hissediyorum. Tazminat bunun neresini rahatlatacak. Ama verilecek karar ‘caydırıcı’ olabilecek mi? Bu tespiti yaptıktan sonra ‘maddi’ ve ‘manevi’ tazminat dökümünü kuru, teknik ve duygudan azade bir şekilde, numaralayarak yapacağım.

Maddi kayıplar denince:

  1. 2 Yıl maaş ve ek ders ücretleri
  2. Emeklilik ve ikramiye farkı
  3. Açık Öğretim için yazdığım ders kitabı 
  4. Aile mağduriyeti
  5. Yazı, kitap, köşe yazarlığı, kitap yazmak
  6. Yakın Doğu Üniversitesi anlaşması

Manevi kayıplar denince

1-Yaşamımdan 21 ay gitmesi

2- Hapishane koşullarında yaşatılmam – Kelepçeler, cezaevi arabalarında seyahat, nezarethaneler

3- Beraatim istenmesine karşın zorla getirilme kararı alınması

2- İtiraz ile zorla getirilmeyi kaldırıp denetimli serbestlik uygulanması ile haftalarca imza mecburiyetine tabi tutulmam

5- Lekelenmeme hakkı- soruşturma savcının algı operasyonları

6- Toplumsal saygınlık -itibar-hedef gösterilmek -sosyal konum

8-Üniversiteye geri dönemem

9- Hak kaybı mağduriyetlerinin halen devam ediyor olması

10-Savcıların başka başka iddianamelerinde suçluymuşum gibi adımın geçmesi 

11- Algı operasyonunu ve suçlamaya malzeme yaratmak adına gazete manşetleri, yazılar, televizyon programlarındaki afaki suçlamalar, ağır hakaretleri (üniformasız terörist, FETÖ’cü, darbeci vs.)

Suçsuz birini siyasi kararlarla yok etmeye kalkmanın canavarlığının manevi bedeli olamaz. Hiç olmaz ise yapanları ve yapacak olanları caydırıcı bir karar olsun.”