‘Men Dakka Dukka’

Akın Olgun

Gündem ne kadar hızlı değişirse değişsin, değişmeyen tek şey operasyonlar oluyor.

Her gün, birden çok operasyon haberine ile uyanıyor Türkiye. 

Operasyonların hedefi hiç değişmiyor. 

“Beka” ve “bölünmez bütünlük” üzerine kurulmuş kötülük propagandası eşliğinde, ucu açık bir baskı cenderesi hayatları paramparça ediyor.

Hak ve özgürlükler seslenişinin yükseldiği her yere yığınak yapan, nerede itiraz sesi çoğalsa hemen tepesine binen, tehdit eden ve “yasadışı” buluşu ile polis araçlarının içine doldurup, kaş göz arasında “etkisiz” hale getiren o “beka”, baskı çıtasını sürekli yükselterek, tüm toplumu ürettiği korkuya yapıştırmaya çalışıyor.

 İşte bu yapıştırıcı, kurulan sistemin tek çimentosudur. 

Zorbalıkla harmanlanmış, hukuksuzluk ile sıvanmış, çevresi tel örgülerle çevrilmiş sistemin içinde rantçılar, soyguncular ve biti kanlanmış olanlar dünyalıklarını katlarken, evinde, iş yerinde, mahallesinde insanlar yaşamlarını bir ipe, bir kabloya geçirip, geriye sadece çocuklarından af dileyen bir mektup, bir not bırakıp sonlandırıyorlar hayatlarını.

Yoksulluk, bütün hayatın bir küçük nota sığmasıdır ve yoksulluk geride kalanlardan “özür” dileyecek, “size bir hayat sunmayı başaramadım” diyecek kadar nettir. Ortası yoktur çünkü yoksulluğun.

Yukarıda sefa sürenlerin, iktidara ve onun ürettiği yağmaya yapışıp, kendisini devletin burnundaki kutsal, milli kıl kabul edip, tüm yaşananları kendilerine karşı “bir oyun, bir komplo, bir tuzak” olarak sunup, “vatan, millet, Sakarya” nutukları atması elbette boşuna değil.

Kendisinde olmayanı aşağıya satarak, aç karınları demagoji ile doldurup “asker selamı” çaktırarak, en lümpen, en pespaye söylemleri manşetlere çektirip, şoven, milliyetçi duygu kuponları vererek, soygun siyasetinin en iğrenç yöntemini pompalayanlar, yarın ürettikleri nefretle, öfkeyle yüzleşecekler muhakkak. 

Bir küçük nota sığan hayatların, aslında nelere kadir olduğunu bilenler için bu şaşırtıcı olmayacaktır.

Örgütlülükleri dağıtmak, baskı altına alıp etkisizleştirmek yetmeyecek. Seçilmişleri cezaevlerine doldurmalar, haydut hukuku ile insanları yaka paça toplayıp göze görünmez yapmalar, tehditler, cinayetler de yetmeyecek. Daha fazlasını yaptıkça, daha fazla derinleşecek kabus.

Çünkü açlık birbirini tanır, yoksulluk birbirini çeker, öfke birbirini örgütler ve kaybedecek hiçbir şeyi olmamanın gücü, hiç beklemediğiniz anda, sefa sürdüğünüz o yüksek duvarları aşıp, kimse yanaşmasın diye çektiğiniz tel örgüleri elleriyle koparır.

Bunun olabileceği ihtimali, gücü elinde tutanlara sürekli tetik düşürüyor ve o tetik her defasında birilerinin canını alarak, hakkını, hukukunu gasp ederek ömrünü uzatmaya çalışıyor.

Hukuksuzluk ve zorbalık, en önce meşru olma zeminini ortadan kaldırır ve zemin ortadan kalktıkça korku artık sadece aşağıya ait bir şey olmaz, onu yaratanı da ele geçirir ve kaybedecek çok şeyi olanlar için en büyük kâbus, geriye sadece bir not bırakabilecek kadar mecali kalanların öfkesinin bir araya gelebilecek olmasıdır.

Sırtlan yaralı ve kan kaybediyor.

Sırtlan yaralı ve bunun fark edildiğini iliklerine kadar hissediyor.

Sırtlan, her şeyin artık bir an meselesi olduğunu biliyor.

Ve yaralı olduğunu hatırlatan her şeye ve herkese saldırarak, saldığı korkuyla yarasına pansuman yapmaya çalışıyor.

Saatin tik takları artık daha çok duyuluyor. Sessizlik büyüdükçe, en ufak çıtırtı gürültüye dönüşüp, kulakları tırmalıyor.

Sessizliği büyüttükçe, yastığa kafalarını huzurla koyacaklarını zannedenler yanıldılar ve unuttular,  sesin en küçük volümünün sessizlikte nasıl kulakta yankılandığını. Musluk hep damlayacak ve her damlası kulaklarında çınlamaya devam edecek.

Dağıtılan rant yetmiyor artık.

Dağıtılan güç artık kâfi gelmiyor.

Hep “daha çok, daha çok” isteyen kurtlar sofrası dişlerini gösteriyor ve herkes kan kaybeden sırtlanın kalıcı olmadığından emin kokluyor havayı ve paydan daha büyüğünü alıp kaçmak için, sivriltiyorlar dişlerini.

Evet, neydi o meydanlarda söyleyerek, inlettikleri söz?

Ha,

“Men dakka dukka”

İşte tam oralarda hayat.