Her akşamüstü o tuhaf, topraktan yapılma hasretlik duygusu; çam ağaçlarının kökleri ve kuru yaprakları arasından yükselirken son sıcakla buhur, yalnızca bir kokunun adıdır sanki sonbahar.
Sanki yarı başlı kalmış bir ıstırabım var, sanki onu, zamanın ellerine bırakmayı unutmuşum, orada tutmuşum, avucumu yummuşum; yumuk elimi öpmüş kalbimin üstüne koymuşum, bir tek ona tesir etmiş dediğim, iman etmiş iman ettiğim, benimle kalmış sanki. Oysa sürsem bu merhemi, su gibi akan saatleri sevebilsem, biraz düşünsem anımsarım belki, çok sevinçli olduğum bir günü ödeşmeye versem, iyileşirdim sanki.
(Yokladım alnımı, hâlâ ateşler içinde.)
Bürünmemişim de acısını, yasını tüketememişim içimde sanki ve her şey, her şey bu vakitte ve bu nedenle, kızıl değil de alabildiğine mavi. Mavi mandalina soymuşum, dalgın dalgın yemişim mavi dilimleri, çok uzakta bir yere kıpırtısız bakakalmışım, pırıl pırıl ve ulaşılamaz mavi bir hazineyi görmüşüm, onda kalmış, gözlerimi geri alamamışım sanki.
Birkaç dakika ayakta öylece durmuşum, nerden geldiyse aklıma, kâinata dair kimi şeyler düşünmüşüm, tuhaf bir kaygı duymuşum, düşünmemiş de kaybolmuşum oraların ıssızında, küçüğüm bir de sanki. Hiç de iyi bir his vermiyor üzgün olana, sonsuzluk fikri. Serinleyen ağzımdan,
(Mandalina yemişim ya hani),
Çocuk sesimle, bir daha asla göremeyeceğim, sefil zayıf kedimin adını, Dünyaya doğru söylemişim: Hâyâl. Nasıl veda edilir henüz öğrenmediğimden, bir de Osip Mandelştam kimdir, nasıl bir adamdır, bir farkı var mıdır diğerlerinden, hiç bilmediğimden, bu ıssız yerde, sürgün değil de seyyahım sanki.
Sanki bir şeyi yanlış yapmışım. Eğilmemişim, ayakaltından alıp bir çiçeği kenara koymamışım, ağrıyan dişim mesela, ağrımadığında ona bir teşekkür etmemişim böylesi iyi ve merhametli olduğuna ve aynı iyilikle bir de üstelik mavi mandalina yediği için. Geceler yıldızları serpmiş görmemişim, Ay’a hiç bakmamışım, alnımın ortasındaki ağrı da aşağıya inmiş, burnum kanayacakmış sanki.
Kimseye sevgimi söylememiş,
(Belki yalnız sana söylemedim)
Kimseden sevgi sözleri duymamışım sanki.
(Bakma çoğul konuştuğuma, biliyorsun sözünü ettiğim kim.)
Rüyalar kendini gizlemiş olmalıydı mutlaka benim gibi pervasıza. Yatağımın rahatlığını unutmuş, yastığa başımı, bir şey uğruna düşürür gibi düşürmüş ve uykuyu nafile uyumuşum sanki; akşamüstü yorgun düşüşüm, uykusuzluğumdanmış belki.
Uzun uzun bir çift siyah göze bakmışım, göz göze gelemediğimiz gibi, içimi bir gece kaplamış, o bir türlü yakalayamadığım bakışlar, terk ettiğim şehirler, kitaplar kadar kederliymiş sanki. Hayır, öyle değildi, saklı bir sevinç vardı onun gözlerinde.
(Bari bunu inkâr etme, hoşuna giden bir şey vardı yüzümde.)
Onu ilk defasında rüyamda gördüğüm hasretten münezzeh meydan saati, devri daim od içre görmüş de o da beni, uzak bir zamanda kederleneceğimi biliyormuş sanki.