Önder: Hükümetin teklifi ve kabulüyle çözüm sürecinde yer aldım

Kobani Davası’nda konuşan İmralı Heyeti Üyesi Sırrı Süreyya Önder, “Hükümetin önerisi, teklifi ve kabulü ile çözüm sürecinde yer aldım ve İmralı Çözüm Süreci heyetinin sözcülüğünü yaptım. Bedeli ne olursa olsun hayatımın en kıymetli süreciydi” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyeleri ve yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 24’ü tutuklu 108 kişinin yargılandığı Kobani Davası’nın 3’üncü duruşmasının 8’inci oturumu Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Sincan Cezaevi Kampüsü’ndeki salonda görülen duruşmanın öğleden sonraki oturumuna HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, HDP Van Milletvekili Sezai Temelli, bazı milletvekilleri ve Kürt siyasetçi Sırrı Sakık da katıldı. Sabah saatlerinde İstanbul’daki adliyede boş duruşma salonu bulunmadığı için Ses ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile duruşmaya bağlanamayan İmralı Heyeti Üyesi Sırrı Süreyya Önder öğleden sonra SEGBİS ile duruşmaya katılarak savunma yaptı.

Kürt sorunu

Önder, HDP İzmir İl binasına yönelik gerçekleşen saldırıda Onur Gencer tarafından katledilen Deniz Poyraz’ı andı. “Hacivat ile Karagöz neden öldürüldü?” filminden alıntı yaparak konuşmasına başlayan Önder, “Kürt meselesi, Cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana gelen yönetimler demokrasi barış, eşitlik ve adalet adına bir yol alamadığı zaman 5-10 yıllık periyotla bu ülkenin gündemine getiriliyor. Ne acı ki her seferinde de belirli bir reytingi oluyor” dedi. 

‘Hayatımın en kıymetli süreciydi’

Türkiye’de 2010’lu yıllardan itibaren, Kürt sorununa ilişkin çözüm arayışının güvenlikçi paradigmayla yürütülmesine karşı iktidarın “Bu mesele sadece askeri güvenlik meselesiyle çözülemez buna siyasi bir çözüm gereklidir” demesiyle çözüm sürecinin başladığını ifade eden Önder, “Bu sürecin içinde hükümetin önerisi, teklifi ve kabulü ile yer aldım ve İmralı Çözüm Süreci Heyetinin sözcülüğünü yaptım. Bedeli ne olursa olsun hayatımın en kıymetli, en değerli bir süreciydi bu. Elbette ki sıkıntıları vardı. Çünkü kendi içtihadımızı kendimiz yaratarak gidiyorduk” diye belirtti.

İspanya Başbakanı’nın sözlerini hatırlattı

Çözüm sürecini hatırlatan Önder şöyle devam etti: “Daha önce bu işin silahsız çözülebileceği konusunda bir arayış bile yapılmamışken tüm yetmezliklerine rağmen bu memleketin gündemine bu meseleyi barışçıl yollardan çözümlemek, ortak geleceğimizi kurtarmak, bundan sonraki can kayıplarının önüne geçmek için bir adım attık. Bakın dün İspanya başbakanı Pedro Sanchez ceza alan siyasetçilere konulan hapis cezalarını hükümetin önerisiyle meclise getirilip af çıkardı. Onlarca yıl hapis cezası almışlardı. Ben İspanya Başbakanı Pedro Sanchez’in konuşmasını çok değerli buldum. ‘Sıfırdan başlayamazsınız ama yeniden başlayabiliriz’ diyor. ‘Bundan öncekini beceremedik ama bundan daha iyisini yapabiliriz’ diyor.”

‘Bir yol daha vardır o da uzlaşma’

“‘Yargı siyasallaşmıştır’ denilerek çok vahim bir şey gözden kaçırılmaya çalışılıyor” diyen Önder, “Siyaset, yargıyı bir enstrüman olarak kullanmaya heves eder ve bunda başarılı olursa siyaset yargısallaşmış demektir. Sizin mahkemenizin birleştirme kararı aldığı bir Diyarbakır dosyam var. Yaklaşık 6 yıldır tek sanıklı tek konuşmalı, kaydı olan bir davadan dolayı 6 senedir yargılanıyorum. Hayati bir şekilde deneyimlediğimiz, gözlemlediğimizle konuşuyoruz. Siyasetin yargısallaşması şu açıdan sıkıntı olur. Ülkemiz açısından, geleceğimiz açısından olacaksa demokrasimiz açısından yapmaya çalıştığım saptamalar. Yargı iki sonuçludur; ya beraat edersin ya da mahkum olursun. Bir diğer husus yargı talihsizdir. Yani daha önce hiç kimseyi öldürmemiş olmanız daha sonra yargılandığınız davada cinayetten yargılanmayacağınız anlamına gelmez. Toplumlar yargıyla değil siyasetle yönetilmeye çalışılıyor. Ama bir yol daha vardır o da uzlaşma” sözlerini kullandı.

‘Düşman icat etmeden idare etme kabiliyeti’

İddianameye dair ise Önder şunları söyledi: “Bu iddianameye baktığımda, ben yargıç olsaydım bunu ‘gidin kendi aranızda görün’ derdim. ‘Bu siyaseten çözülecek bir mesele, biz burada bunu kriminal bir mesele olarak ele alamayız’ derdim. Bu ülke nasıl bu hale geldi, neden sürekli bununla boğuşmak zorunda kaldı” diye soran Önder, Türkler Kürtlerin de olduğu topraklara 150 atlı olarak geldiklerini hatırlatarak, “Bu 150 atlının silahları yoktu, ama yorgun düşmüş bir Roma ve amansız bir kavimler göçü vardı. Peki Türkler neyi başardılar? Çoklu bir yapı olduğunu fark ederek, birlikte yaşam hukuku inşa ettiler. Bu Türklüğün nizam kurabilme kabiliyeti olarak tarihe geçti. Peki ne oldu ‘bizim’ yerine ‘tek millet, tek ırk, tek cins, tek tek teke’ indirilince geri kalan herkes bir düşman olarak anıldı. Bu süreç Türklerin nizam kurabilme yeteneğini ve becerisini hepten kaybetmesiyle çok alakalıdır. Bugün yargılama sebebi olduğumuz şey ile Rojava’da yapılmayan tek şey budur. Çoklu bir hukuk kurabilme çabaları vardır. Düşman icat etmeden yönetme, sevk ve idare etme kabiliyeti haiz değil bu topraklarda nicedir.”

Dolmabahçe Mutabakatı hatırlatması

Önder sözlerini şöyle sürdürdü: “Toplumsal barışı kurmaya çalışırken Kürdün sadece anadille konuşmaması ya da günlük yaşamda uğradığı ayrımcılıklar eksenini genişleterek daha demokratik bir ülke olması eksenine oturttuk. Biz İmralı heyeti Dolmabahçe’de bir mutabakat metni imzaladık. 10 maddelik bir mutabakattır. Onun bir Kürt manifestosu değil bir demokratikleşme manifestosu olduğunu göreceksiniz. Oysa biz bu mahkemede hep birlikte yaşadık. Bir sanık anadilinde savunma yapmak istedi tercüman olmadığı için mahkeme heyetinin eli kolu birbirine dolandı. Bunun tam tersi bir durum projekte ederek yaşananlar üzerine bir empati geliştirilebilir. Kürtler, rüyasını görmedikleri, ninni olarak dinlemedikleri bir dille hayatın her alanında muhatap olmak zorunda kalıyorlar. Bunun ne bir kitapta yeri vardır ne genel hukuk prensiplerinde vardır. ‘Kaleme kitaba sığmaz’ dedikleri bir şey varsa o da budur.

Ölenle ölen insanlarız

Yargıladığınız insanların hepsi isteseler kendi konforlu alanlarına çekilip yaşayabilecekken, bu memleket daha iyi olsun diye mücadeleyi dert ettikleri için yargılanıyorlar. Bunun konuşma yeri Meclis olmalıydı, mahkeme salonu değil. Biz yaralı birini görünce kanayan, ölenle ölen insanlarız. Bunun en açık delili, böyle bir yaşam tercih etmesek buradaki her arkadaşımız için hayatın en konforlu alanları hazır olurdu.

Teşekkür edilmesi gereken bir konumdan…

Davaya bakıyorum, savunma yapmak istiyorum ama iddianameyi anlayabilmiş değilim. Ben neyle suçlanıyorum? Bu cinayetlerin sebebi olacak ne yapmışım? Ama teşekkür edilmesi gereken, en azından ‘Allah razı olsun’ denilmesi gerek bir konumdan bunların failiymişiz gibi huzurunuzdayız. Gereken derken hayali bir şeyden bahsetmiyorum. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanları bizzat şahsımıza bu süreçte gösterdiğimiz emek ve çaba için teşekkür ettiler. Adı geçenlerin hepsi yüzümüze karşı dinlensin, ‘teşekkür etmedik’ desinler, ‘delil göster demeyeceğim’ neyse fermanımız ona da razıyım.

O zaman biz’dik şimdi ben’e indik

Bu aşiret hukukunda bile böyle olmaz. Kanunlarla çözüm süreci yasası gibi bir yasayla koruma zırhlarına büründürülen bizler, bir partiye süreç değişti diye mahkeme salonları gösterilemez. Aşiret hukukunda, ilkel hukukta bile rastlanmayacak bir şey. O zaman ‘bizdik’ şimdi ‘ben’e indik. Nazi Almanyası’ndan başka hiçbir yerde kullanılmayan ‘tek devlet tek millet’ kavramını bir şey sanıyoruz. Ama meselenin çözümü yüzyıllarca da sürse, en kötü müzakere bile tarafların kolayına gelen çatışmadan daha iyidir. Çünkü giden bir canın yerine konulması mümkün değildir. Düşmanların istilacıları bu topraklardan koptu ama bu rejimlerin inşası hep mahkemelerle oldu. Sıkıyönetim mahkemeleri, OHAL mahkemeleri, özel yetkili mahkemeler…

Bu partinin neferiyim

Biz bunları dert eden insanlarız. HDP’nin hiçbir şey vaat ettiği yoktur. HDP ve benzeri partilerde yargılanmak, itibarından olmak gibi bir dizi sonuç getiriyor. Peki biz deli miyiz? Şahsım adına bir şey söylemeyi zul addediyorum. Bir canlıya kastetmek iddia ediliyor. Ben bu ülkenin sanatçısıyım, barış gönüllüsüyüm bu partinin de bir sıra neferiyim. Hepsiyle ayrı ayrı gurur duyuyorum. Cezanın bizler için bir yaptırım değeri yok. Bizi utanma duygusu öldürür. Bizi mahcup olma duygusu berbat eder. Bize verilen 5-10 senenin utanmamızın, başaramamış olmamızın, barışı demokrasiyi getirememiş olmamızın yanında hiçbir değeri yoktur.

Bir gün barış kurulacak

Bu ülkeye sevdalıyız burası ortak vatanımız. Ortak geleceğimiz de burada. Süreci çok değerli kılan şey de ilk defa başkalarının müdahalesine gerek kalmadan yüz yüze, bazen halk diliyle bazen literatürle bir kolaylaştırıcılık görme görevini aldık. Ama karıncanın su taşıması misali Türkiye halklarına da helali hoş olsun. İllaki bir gün bu barış kurulacaktır. Ama savaşın sürmesi herkesi kirletir ve barışı uzaklaştırır. Cezaevlerinin, cezaların bir yaptırım değeri yok o utanma duygusunun yanında. Ama olan toplumsal barışa ortak geleceğimize olur. Mahkemenizde 9 aydır gidip karakollara imza atıyorum, yurt dışına çıkamıyorum. Hiçbir şekilde bu ülkeyi savaştan beslenen insanlara terk etme gibi bir niyetimiz yok. Fakat artık zulüm aracına dönmüş olan imza uygulamasından vareste tutulmayı talep ediyorum.”

Önder’in savunmasının ardından duruşmaya yarına kadar ara verildi.

MA / ANKARA