Özgeçmiş

Hacer Buyruk

Doğmuşum, az katık, çok ekmek, tanesiz aştan, et, kemik, kan olmuşum. Düşüneyim bir, doğduğum ilk şehir hangisiydi, defalarca izbelerde kemiğimi yitirip, defalarca etimi bir acımada, kanımı kendi ellerimde bulunmuşum. Bir daha doğmuşum, bir daha doğmuşum, bir daha doğmuşum, terk ettiğim kitaplar, şehirler ve aşktan, akıl, kalp, ruh bürünmüşüm.  

Küllere yazmışım adımı, henüz kullanılmamış bulaşık teli koklamış gibi olmuşum, incecik tellerle yumak, metal bir koku duymuşum adımı okurken bu yangının ılık izlerinde; soyadımı soyadım okumuş, soyumu ise, onlar ki üçü de cağnımın içidir, köpeklerden, ağaçlardan ve yıldızlardan bilmişim.

Özgeçmişimi, özde geçmemiş olanımı, işte ben onu, alçı ile ağırlaştırılmış bacağımı büke büke, bir ağaç kabuğunu silah etmişim de kendime, cam kırığı savurur gibi savurup, gelin ulan, gelin ulan diye diye, bilmem kaç hergeleye karşı savunmuşum. Ve savrulmuş omzumdan geriye doğru, bir rüyadan uyanışıma sağdığım ipten ördüğüm pelerinim, yıldızlara değmiş, kabuktan boşta kalan diğer elim, kendi eksenimde dönerken. Derken, gökten bir dil inmiş, kanatlanmış tahta atım, kendimi âlem içre âlemde uçar bulmuşum.

Ağaç kabuğunu (hani şu hergeleye savurduğum), kanatlı atıma binerken, sağlam kemerime bağlamışım. Bir siyah bakış ile herkesi yalanından vurmuşum. Çok ağlamışım, çok sevinç bulmuşum, hatta, Mutlu Akış diye, bir de şiir yazmışım, konunun resmedildiği.

./.

Sıralarında, kampüslerinde, kütüphanelerinde yokmuşum, ama yine de, onlar “benim üniversitelerim” olmuş, binalarına komşu iş yerlerinde çalışmaktan, komşu evlerde oturmaktan onur duymuşum. Isınmışım, kışın tüten bacasını izleyerek, vallahi böyle.

./.

Mandalina kabuğunun koklamadan atılmaması gerektiğini Ahmet Erhan’dan, kahvemize konyak katarsak olacakları, zamanın hızlanacağını Ahmet Telli’den öğrenmişim. “Kuşa süt kısmet olmaz, anasından olmuş mu ki başkasından olsun” diyen annemden “kaderin hükümlerini” duymuşum; o, kendisi ve benden söz ediyormuş, ben ise, oğlum ve beni dinliyormuşum. Yılmaz Odabaşı’nın “zamanın vicdanı vardır” sözünü bir hukuk terimi olan iktisab-ı mürur zaman’da anımsamışım. Ve oğlumda, duyduğum en güzel kokuyu duymuş, zamanın ebedi bilgisini sezmişim; ona, kuş mememden süt vermişim.

./.

Her ne kadar adam olmuşsam, ben onu şiirden edinmişim. Nesnel gerçeği, atom fiziğini, birinin birine sevdasını dediğini, ilk defa şiirde görmüşüm.

./.

Özgeçmiş işte, geçmeyen özde ne ise, işte o.