Sancar: Sedat Peker’in ifşaatlarıyla ortaya çıkan düzen 2015 konsepti

HDP Eş Genel Başkanı Sancar, Sedat Peker’in ifşaatlarıyla ortaya çıkan düzenin 2015 konsepti olduğunu belirterek, “2015 konseptinin ise 2013 ve 2015 yılları arasındaki “Çözüm Süreci” olduğunu söyledi.

Sancar, “Eğer o süreç samimiyetle yürütülmüş olsaydı, yani hükümet çözüm konusunda samimi olsaydı bugün karşılaştığımız bu kirli düzen ortaya çıkmayacaktı.” dedi.

HDP Parti Meclisi (PM) Eş Genel Başkanlar Sancar ve Pervin Buldan başkanlığında Ankara Çankaya’daki bir otelde toplandı. Siyasal gelişmeler ve yeni dönem demokratik mücadele programının ele alınacağı toplantının açılış konuşmasını Sancar yaptı. Yine çok önemli bir dönemde bu toplantıyı gerçekleştirdiklerinin farkında olduklarını belirten Sancar, şunları ifade etti:

“Türkiye’nin kritik dönemeçleri az değil, içinden geçtiğimiz dönemlerin her zaman bir hassasiyeti ve bir özelliği oluyor ama kanımızca bu dönem artık bir finale yaklaştığımız dinamiklerin işlediği dönemdir. Ya şimdiye kadar gelmekte olan bu mafyatik, inkar ve savaş düzenini hep birlikte değiştireceğiz ya da bu düzen kendini tamir ederek on yıllarca sürecek, aynı zihniyetle uygulamaları yürütecek, bir yenilenme imkanı bulacak.”

‘Kürt sorunu bu ülkenin en temel sorunudur’

Kürt sorununun bu ülkenin en temel sorunu olduğunu belirten Sancar, “Kürt sorununda çözümsüzlük, imha, inkar ve savaş politikalarının böyle bir mafyatik düzeni üretmesi konusunda en somut bilgiler 90’larda ortaya çıktı. Bunların kaynağında 93 konsepti denilen bir anlayış vardı. 93 konsepti Kürtlere yönelik topyekün savaş konsepti idi. Kürt sorununda çözümsüzlüğü temel alan anlayış Kürtlere karşı topyekün savaş yürüttü.” dedi.

‘Hukuk dışına çıkma Kürt sorununda savaş politikalarının sonucudur’

“Biz Kürtlere karşı böyle kapsamlı bir savaş yürütürsek Kürt sorunu da devreden çıkar” denildiğini belirten Sancar, şöyle konuştu:

“Onun için binlerce köyü yaktılar, milyonlarca Kürdü evlerinden yurdundan zorla çıkardılar ve göç ettirdiler. Binlerce insanımız failini bildiğimiz ama ‘faili meçhul’ diye adlandırılan cinayetlerle katledildi. Binlerce insan yargısız infazla yine katledildi. On binlerce, yüz binlerce insan zindanlara tıkıldı. Bütün bunları yürütmek için hukukun tamamen bir kenara bırakılması gerekiyordu. Hukukun dışına çıkma ve hukuku bir kenara bırakma anlayışı Kürt sorununda savaş politikalarının doğrudan ve belki de mecburi bir sonucudur.

Eğer topyekün bir savaşı esas alırsanız bunu hukukla yürütümeyeceğinizi bildiğiniz için hukuku bir kenara bırakırsınız. Bunu devletin hukuka bağlı güçleri ile yürütme imkanını bulamayacağınız için devlet içinde yasa dışı örgütler kurarsınız. Kayıt dışı yapılar oluşturursunuz, devlet dışı çetelerle ve mafyatik yapılarla ilişkiye geçersiniz. Böylece devletle iç içe olan bir kirli savaş ağı oluşturursunuz.”

‘Savaşı finansa etme boyutu var’

Bunun bir de savaşı finansa etme boyutu olduğunu söyleyen Sancar, “Bu kadar kapsamlı bir savaşı finanse edebilmek için bütçenin örtülü ya da açık kaynakları yetmez. Bu nedenle kara ekonomiye başvurursunuz. Her türlü kirli ilişkiyi bu kara ekonomiyle finansa etmeye çalışırsınız. Kaçakçılığa başvurursunuz, uyuşturucu ticaretinde ülkeyi dünyanın en büyük merkezlerinden biri haline getirirsiniz. Orada ortaya çıkan rantın devlet içinde ve devletle ilişkili çeteler arasında paylaşımı da işte yeni bir savaş başlatır: Çeteler arası rant savaşı. 93 konseptinin sonucu olarak yaşadığımız durum tam da buydu.” ifadelerini kullandı.

‘Savaş makinasını bazı kurbanlar vermeyi göze alarak yenilediler’

Bunun yürütülemez hale geldiği bir durumda Susurluk kazasının gerçekleştiğini ve bütün bu ilişkilerin açığa çıktığına işaret eden Sancar, şunları ifade etti:

“Susurluk’ta bu kadar çok bilgi, itiraf ve belge olmasına rağmen o ilişkilerden ve o ilişkiler üzerine kurulan insanlık düşmanı düzenden hesap sorulmadı. Bir suç düzeni ve suçlular ittifakı oluşturulmuştu ve bunun gizlenecek tarafı kalmamıştı. Daha da ötesi her şeyiyle ortadaydı. Birkaç göstermelik dava ile bu düzenin üstünü örttüler. Savaş makinasını bazı kurbanlar vermeyi göze alarak yenilediler, yıkadılar, yağladılar ve ihtiyaç duyduklarında yeniden devreye sokmaya hazır hale getirdiler. Bu düzen kendisini bir şekilde restore etti.”

‘Sedat Peker’in ifşaatlarıyla ortaya çıkan düzen 2015 konseptidir’

Sancar, Türkiye’de hakikat, adalet, barış ve özgürlük isteyen güçler olarak o dönemden çıkarmaları gereken en önemli dersin yüzleşmeyi sağlayamamak ve hesap soramamak olduğunu söyledi.

Bu nedenle o dönemin faillerinin kendilerini sakladıklarını, imajlarını düzelttiklerini sonra yeniden “makbul” kişiler olarak karşılarına çıktıklarını belirten Sancar, “Şimdi yaşadığımız düzen, Sedat Peker’in ifşaatlarıyla ortaya çıkan düzen 2015 konseptidir.” dedi. 2015 konseptinin ise 2013 ve 2015 yılları arasındaki çözüm süreci olduğunu söyleyen Sancar, “Çözüm Süreci, Kürt sorununda demokratik arayış konusunda en önemli girişimlerden biriydi. Eğer o süreç samimiyetle yürütülmüş olsaydı, yani hükümet çözüm konusunda samimi olsaydı bugün karşılaştığımız bu kirli düzen ortaya çıkmayacaktı.” dedi.

‘Tecride karşı itirazımızı anlamak istemeyen çevreler var’

Sancar, 2015’ten itibaren devreye sokulan topyekün savaş politikasının tıpkı 90’larda olduğu gibi mafyatik ilişkileri canlandırdığını, devletin bütünüyle hukukun dışına çıkmasına yol açtığını ve demokrasi adına ne varsa silip süpürülmesi politikalarının hayata geçirilmesine vesile olduğunu söyledi.

Sancar, şunları kaydetti: “Devlette çöküş, toplumda çözülme ve çürüme esas kaynağını Kürt sorununda çözümsüzlük politikalarından alıyor ve buna bağlı olarak topyekün savaş ve imha konseptinden alıyor. Çözüm Süreci ne zaman bitti? Bana göre Çözüm Sürecinin bittiği tarih 5 Nisan 2015’dir. O tarihte HDP heyeti İmralı’da Abdullah Öcalan ile son görüşmeyi gerçekleştirdi. Ondan sonra da görüşme olmadı.”

‘Çözümsüzlük politikaları ile tecrit aynı anlama geliyor’

Çözümsüzlük politikaları ile tecridin aynı anlama geldiğini söyleyen Sancar, şöyle devam etti:

“Savaş politikalarıyla tecrit birbirinin karşılıklı beslendiği acı ve yıkıcı gerçeklerdir. Savaş politikaları tecritle derinleşiyor, çözüm politikaları İmralı’da görüşmeler varken büyüyor gelişiyor. O nedenle biz çözümsüzlüğe karşı mücadelenin tecride karşı mücadeleyle büyütülmesi gerektiğini ısrarla söylüyoruz. Demokratik çözüm için mücadele tecridin kaldırılması talebiyle iç içe olmak zorunda. Bazen tecride karşı HDP’nin bu itirazlarını, tepkisini ve mücadelesini yeterince anlatamadığımızı düşünüyorum ya da anlattığımız halde ısrarla anlamak istemeyen çevreler olduğunu görüyoruz. Tecride karşı mücadele Kürt sorununda çözümsüzlüğe ve savaş politikalarına karşı mücadeledir. Tecridin kaldırılmasını istemek demokratik çözümü ve barışı istemektir. Bunlar birbirinden koparılamaz.” 

‘Geleceği karartılmak istenen hepimiziz’

Doğayı talan eden ve halkın ekmeğini gasp eden düzenin Kürt sorununda çözümsüzlük politikaları üzerinden yükseldiğini belirten Sancar, “Topyekun savaş anlayışı üzerinden derinleştiriliyor.” dedi. Çözümün belli olduğunu söyleyen Sancar, “Çözüm hep birlikte bu düzene karşı mücadele etmektir, Türkiye’de en geniş demokrasi ittifakını kurmaktır. İkizdere’den Hopa’ya, Salda’dan Munzur’a, Şêxan’dan Dersim’e, Cudi’den Lice’ye kadar doğaları tahrip edilen ve hayat şartları yok edilen köylülerin, emekçilerin bir araya gelmesi ile çözüm yolu açılabilir. Çünkü burada canı yanan ve geleceği karartılmak istenen hepimiziz.” dedi. 

‘Demokrasi ittifakı çağrımız soyut bir çağrı değildir’

Demokrasi İttifakı çağrılarının soyut bir çağrı olmadığına vurgu yapan Sancar, “Bu çağrımız talan düzeninden ve savaş politikalarından rahatsız olan, bu anlayışın bedelini ödemek zorunda kalan en geniş kesimleri mücadele ortaklığında bir araya getirmeyi hedefliyor.” şeklinde konuştu.

HDP’nin bu çağrıları yardım için yapıyormuş gibi yaratılan algıların hepsinin saçma ve komik olduğunu belirten Sancar, “HDP Türkiye’deki demokrasi ve barış mücadelesini, özgürlük ve ekmek mücadelesini bütün baskılara rağmen kararlılıkla yürütmeyi başarmaktadır. Büyümeye ve büyüyerek yoluna devam etmeye azimlidir. Buna da birikimi ve devraldığı mücadele geleneği yeter. Yeterince de kaynak verir!” şeklinde konuştu. 

‘Muhalefeti AKP ile ortak hareket etmesini engelleyemedik’

AKP politikalarının Suriye’de hangi yıkımlara yol açacağını başından beri anlattıklarını söyleyen Sancar, “Muhalefete de aynı uyarılarda bulunuyoruz. Meclis’e sınır ötesi operasyon tezkereleri geldiğinde bu operasyonların Türkiye halklarına karşı yapıldığını ısrarla söyledik. Suriye’de de Güney’de de Libya’da da nerede olursa olsun yürütülen bu operasyonların ülkede çete düzenini daha da güçlü bir şekilde tahkim edeceğini anlatmaya çalıştık. Maalesef muhalefetin bu konuda AKP ile ortak hareket etmesini engelleyemedik.” dedi.

Sancar, Sedat Peker’in ifşaatları ve bunlar üzerine güya açıklama yapan muhatapların itiraflarının, başta diğer muhalefet partileri olmak üzere bugüne kadar savaş politikalarına kayıtsız ve sessiz kalan geniş çevreleri uyandırmasını diledi.

‘O tuğlayı çekmeyi şimdi başarmak zorundayız’

Sancar, Uğur Mumcu’nun katledildiği olayın hemen ardından Mehmet Ağar’ın Güldal Mumcu’nun “Neden failler bulunmuyor, neden bunlar yaşanıyor” sorusuna verdiği “Bir tuğlayı çekersek duvar yıkılır” sözlerini hatırlattı. Sancar, “Maalesef o dönem o tuğlayı çekmeyi başaramadık ama şimdi bunu başarmak zorundayız. Gelin hep birlikte tuğlayı çekelim bu karanlık düzen yıkılsın.” dedi.

‘Mücadele programımızı hep birlikte belirleyeceğiz’

Bu sefer bu tuğlayı çekecek güçleri olduğuna herkesin inanması gerektiğini söyleyen Sancar, “Tuğlayı ne Sedat Peker’in ifşaatları ne bu iktidarın kontrol altında tuttuğu yargı ne de işlevsizleştirilmiş parlamento çekebilir. Tuğlayı halkların ortak iradesi ve mücadelesi çekebilir. Tuğlayı en geniş demokrasi ittifakında bir araya gelen ezilenler, kadınlar, gençler ve köylüler çekebilir. İşte o nedenle diyoruz: Güçlerimizi birleştirelim ve bu tuğlayı çekelim!”

Sancar, bundan sonraki dönemde hayata geçirecekleri mücadele programını da PM üyeleriyle enine boyuna tartışacaklarını belirterek, yol haritalarını hep birlikte belirleyeceklerini söyledi.

İnce’nin Kürt diline ilişkin söylemine tepki

23 Şubat’ta inisiyatifler öncülüğünde başlatılan “Kürt dili resmi dil olsun ve eğitim dili olsun” imza kampanyasının devam ettiğini hatırlatan Sancar, isim vermeden Memleket Partisi Muharrem İnce’nin Kürt diline ilişkin açıklamasına tepki gösterdi. Sancar, şöyle konuştu:

“Pervasızca Kürt dilini aşağılama cesareti bulanlar yüzlerini gizleme gereği bile görmüyorlar. Biri çıkmış efendim Kürtçe anadilde eğitime pedagojik olarak uygun değildir diyor. Bakın tarihteki bütün önemli ırkçı gelişmelerin, düzenlerin temelinde de biyolojik bakış açısı vardır. Mesela siyahlara karşı ırkçılık, ister Amerika kıtasında isterse Güney Afrika’da, siyahların biyolojik olarak eşit olmadığı tezine dayanıyordu. Bu biyolojist bakış aynı şekilde 1900’lerin ilk yarısında Yahudilere karşı başlatılan ırkçı kampanyaların ve soykırımla sonuçlanan ırkçı düzenin temelinde de vardı. Diyorlardı ki ‘Yahudiler biyolojik olarak aşağı insanlardır. Şimdi biri çıkmış ‘Kürtçe anadilinde eğitim pedagojik olarak uygun değildir’. Bu söylediğim görüş sadece o kişinin temsil ettiği bir zihniyet de değildir.” 

‘Kürtçe eğitim dili olsun kampanyasını sahiplenelim’

Demokratik çözüm ve anadilde eğitimin temel talepleri olmaya devam edeceğini söyleyen Sancar, “‘Kürtçe resmi ve eğitim dili olsun’ kampanyasına bulunduğumuz her yerde daha sıkı sarılalım, daha çok sahip çıkalım.” dedi.

Yeni1Mecra