Sarhoşluğum

Hacer Buyruk

Sahi neyi anlatacak bu yazı, başı dönmüş birinin gözlerinin önünden bütün yaşlarının bir bir geçtiğini mi, sahi ne önerecek tuhaf bulduğu bu seyirden; inancının kuvvet-i kudreti, daha cümlesine başlar başlamaz beden vererek söylediğine, savrulun siz de başınızı döndürene doğru, gidecek başka yeriniz yok diyebilecek mi bir kez daha? Serap mı, yoksa ki vaha, neyi vaat edebilir gördüklerinden çölü kelimelerle geçenlere, çölü kelimelerle geçen.

Dün kokan odalar içinden, kendine yeni bir yaş edinebilecek mi kokusunda yarının sezildiği? Veya: Silecek mi bu defa (hayır yaşları değil) aşka düşmeyi, gülün dalına bağladığı dilek kesesinden, kapının eşiğinde ayrılacak mı doğduğu günün yıl dönümünde, oysaki ondan doğduğundan. Yoksa bir yemin daha mı edecek az sonra mırıltıyla: Bir daha aşk bana sığınırsa, şehirlere sığındığım nasıldıysa, öyle çaresiz, öyle teslimiyetle, ben de ona sığınacağım ve boynuma muska yapıp asacağım, o tarihin sayılarını. Ve elbette sadece bir sorudur şimdilik, yazabilecek miyim defterime, hiçbir kitabın ve sarhoşluğun anlatamayacağını?

./.

Henüz dursun gözlerim gölgeli yerde, siz, ağlamayı bağlamış gülümsemekle, dudaklarımdan başlayın okumaya, öyle resmetmiş olayım yazıdakini; söylemiş ve susmuş olayım daha az önce bir sevda şarkısını. Ağır ağır dönmüş olayım yönümü görünüre, (belki muskasını) sorarmış da bir şeyi ona eğilmiş olsun boynum, şal altında sızlanan, yanıt arayan ve oyalanan bunlarla bir yanı çocuksu, bir yanı durulmuş su, bir kadına da zaten böylesi yakışan, belirsin tatlı esimle üşümüş sağ omzum. İstemiş olayım ki hani, kimse bilmesin yalnızca sevmiş olanın bende bildiğini, Ay ışığı elverirse perde perde örteyim nihavent dilimi (“vücud ikliminin sultanı sensin”).  

./.

Yüzüm, defterim benim, bütün yaşlarımın en iyisi en güzeli en anlamlısı. Ona tuttum aynaları, kendiyle konuşturdum, yüzleştirdim; hakikati hakikatin, sözlerin sözü, adı adımın, az kaldı adımım yetişemedim belki, belki yeni yaşıma aynadakinden erken girdim. Ve fakat yine de: Her birinde alnı açık çıkmış olsun karaya, keşfinden dönen kaptan-ı derya; ayrı ayrı sesleneyim her yılı yıla ekleyen yaşlarıma, ikinci yeminim de buna olsun: unutmamaya.

Elbette kaybolmak da mümkün, anımsamanın yer yer loş, yer yer karanlık dehlizinde. Razıyım. Yo, ağlamadım, dizlerimle yaslandım, balkon demirleri tuttu beni yerle göğün arasında bir yerde, oradan bulutlara çok mu baktığımdan bilmem ki yoksa ne, çise inmiş, daha yakın üzülmekten, segâh yüzüme (“ben seni unutmak için sevmedim”).