Sarıtaş: Emeklilik geliri kamusal bir haktır, bireyselleştirilemez!

1999’da kamusal emekliliği zorlaştıran, emeklilik yaşını ve prim günü sayısını arttıran ve şu anda da EYT’liler olarak bildiğimiz kesimin ortaya çıkmasına neden olan düzenleme yapıldı. Ardından Bireysel Emeklilik Sigortası sistemi getirildi.

Halit Elçi

Hükümet Bireysel Emeklilik Sistemi’ni (BES) zorunlu hale getirdi. BES’e para yatıranlar veya yatırmak zorunda kalanlar zarar etti. BES ile ilgili çalışmalarıyla bilinen akademisyen Serap Sarıtaş, “BES gibi sistemlerde garanti olan tek şey herhangi bir garanti olmadığıdır” diyor. Sarıtaş, emeklilik gelirinin kamusal bir hak olduğunu ve bireyselleştirilemeyeceğini söylüyor.

“Sermayeyi BES’lemek: Bireysel Emeklilik Sistemi ve Emekliliğin Finansallaşması” adlı kitabın yazarı akademisyen Serap Sarıtaş’ın, otomatik BES’in Türkiye’deki ve dünyadaki uygulanışı, emekçiler için ne anlama geldiği, emeklilik hakkının kamusallığının önemi üzerine görüşlerini sunuyoruz.

Akademisyen Serap Sarıtaş

Türkiye’de Bireysel Emeklilik Sistemi’nin (BES) uygulanışında hangi aşamalardan geçilerek bu günkü duruma gelindiğini kısaca anlatır mısınız? Şu anda kaç kişi otomatik BES kapsamındadır? Cayma hakkını kullananların sayısı ne kadar? 

Türkiye’de birikim esasına dayalı özel bir emeklilik sistemi yaratma fikri, ilk olarak 1994 yılında hükümetin Dünya Bankası (DB) ile borç anlaşmasına şart olarak koşulmasıyla gündeme geldi. Bu dönemde Dünya Bankası “Yaşlılık Krizinden Kaçınmak” başlıklı ünlü raporunu hazırlamış, otuzdan fazla ülkenin lideriyle emeklilik reformu konusunda görüşmelere başlamıştı. Bu çerçevede Türkiye’ye de nüfustaki yaşlanma ve sosyal güvenlik harcamalarındaki artış beklentisi argümanlarıyla bireysel ve finansal bir sistem yaratma telkininde bulunuldu. Türkiye bu bağlamda Dünya Çalışma Örgütü’ne (ILO) görev vererek bir rapor hazırlamasını istedi. Rivayet odur ki bu raporun hazırlandığı projenin finansmanı da DB tarafından yapılmıştır.

Velhasılıkelam, ILO raporunda önerilen emeklilik sistemi üç katman içermekteydi: Birinci katmanda çalışanların katkılarıyla oluşturulan kamu emeklilik sistemi (bugünkü SGK), ikinci katmanda bireylerin kişisel katkılarıyla finanse edilen bir özel fon (bugünkü BES) ve üçüncü katmanda da herhangi bir sosyal güvenlik geliri veya birikime sahip olmayanların kapsandığı bir sosyal yardım uygulaması (yaşlılık aylığı) vardı.

Serap Sarıtaş’ın kitabı BES’in aslında sermayeyi beslediği ortaya konuluyor.

Bu doğrultuda, Türkiye emeklilik sistemini üç aşamada düzenledi. İlk olarak 1999 yılında kamusal emekliliği zorlaştıran, emeklilik yaşını ve prim günü sayısını arttıran ve şu anda da EYT’liler olarak bildiğimiz kesimin ortaya çıkmasına neden olan düzenleme yapıldı. Daha sonra 2001 yılında BES kuruldu ve 2003’te hayata geçirildi. Son olarak da 2006 yılında tüm sosyal güvenlik modelini üç katmanlı emeklilik önerisine göre düzenleyen sosyal güvenlik yasası (2008 yılında son halini almak üzere) hayata geçirildi.

Ne var ki BES’e rağbet tüm teşviklere rağmen pek olmadı. Zira hem getiri oranları devlet katkısına rağmen çok düşük olduğu için, hem de kesintiler yüksek olduğu için (örneğin bazı yıllarda bankalardan daha çok kâr eden tek sektörün emeklilik fonları olduğu konuşuldu). Bu nedenle de hükümet OHAL döneminde bir yasayla apar topar otomatik BES’i (OKS olarak da biliniyor) hayata geçirdi. 2017’den itibaren aşamalı olarak 45 yaşın altındaki tüm işçiler işverenleri tarafından OKS’ye (Otomatik Katılım Sistemi) kaydedildi. 2019 itibariyle OKS’ye 16,7 milyon kişi kaydedildi, 11,3 milyon kişi cayma hakkını kullandı ve 5,4 milyon kişi sistemde kaldı. Sistemde kalanların oranı kamuda, hayata geçirildiği koşullardaki politik ortam da göz önünde bulundurulursa tahmin edileceği üzere, özel sektörden daha fazla.

16 yılda hepi topu 6 milyon kişi gönüllü BES’te kalmıştı, oysa hükümet katılımı otomatik yaparak iki senede 5,3 milyon kişiyi daha ikna etmiş oldu sistemde kalmaya. Dolayısıyla gönüllü olarak yılları alan katılım arttırımı, zorunlu olunca bir çırpıda halledilmiş oldu. Bu açıdan bakılınca hükümetin otomatik BES hamlesinin kendi açısından işe yaradığı görülebilir.

Zorunlu BES’in bir tür vergi olduğu görüşünü paylaşıyor musunuz? İşçi ve emekçiler açısından bu sistem ne anlama geliyor?

Evet, zorunlu BES’in bir tür finans vergisi olduğunu savunanlardanım. Zira, 2016 yılında asgari ücrete yapılan zammın bir kısmı, 2017 yılında otomatik BES adı altında emekçilerden kesilmiş oldu. Kaldı ki Olağanüstü Hal koşullarında sistemden çıkış yapmaktan çekinen insanlar için bu bir birikim değil, otoritenin simgesi haline gelen bir finansal vergi türü olarak addedilebilir.

Özellikle 2008 krizi sonrasında emeklilik fonlarının sermaye piyasasında yaşanan iniş çıkışlara ne kadar hassas olduğu tekrar hatırlanınca bazı ülkelerde emeklilik sistemlerinde tersine reform diyebileceğimiz politikalar üretildi.

“Sermayeyi BES’lemek” adlı kitabınızda bu sistemin ilk olarak Dünya Bankası tarafından 1994’te yayımlanan bir raporla tüm dünyada gündeme sokulduğunu yazıyor, kapitalizmin finansallaşma eğiliminin bir sonucu olduğunu anlatıyorsunuz. BES benzeri uygulamaların dünyadaki örneklerinden söz eder misiniz?

BES benzeri özel finansal emeklilik modeli ilk olarak Şili’de 1981 yılında kamu emeklilik sisteminin yerini alan AFP adı verilen sistem ile hayata geçirildi. AFP’nin adını 35 yılın ardından ilk kez 2016 yılında duyduk. Zira, Şili’de 500 bin emekçi o yıl sokaklara dökülmüş ve düşük emeklilik gelirini protesto etmişti. Son aylarda da sık sık gerçekleşen kitlesel protestolarda Şilililerin taleplerinin başında emeklilik reformu yer almakta. Ne var ki bu tip sistemlerin etkileri çok uzun yıllar sonra görüldüğü için ve Dünya Bankası’nın meşhur propagandası sonucunda, özel emeklilik modelleri 90’lı yıllarda çok sayıda Güney Amerika ülkesine yayıldı. Yine benzer biçimde, neoliberal dönemde finansın hayatın gittikçe daha fazla alanına nüfuz etmesiyle yani finansallaşmayla birlikte, Post-Sovyet ülkeler dediğimiz Doğu Avrupa ülkelerinde ve bazı Merkez Asya ülkelerinde de emeklilik özelleştirilmesi değişik ölçülerde de olsa mutlaka hayata geçirildi. Bazı ülkelerde çalışanların birikimlerinin yüzde 3’ü, yüzde 5’i özel fona aktarılırken, bazılarında belli bir yaşın altındaki tüm çalışanlar otomatik ve zorunlu olarak özel emeklilik fonuna kaydedildi. Yine de özellikle 2008 krizi sonrasında emeklilik fonlarının sermaye piyasasında yaşanan iniş çıkışlara ne kadar hassas olduğu tekrar hatırlanınca bazı ülkelerde emeklilik sistemlerinde tersine reform diyebileceğimiz politikalar üretildi. Mesela Arjantin, sistemi yeniden kamusallaştırdı.

AKP’ye yakın finansal otoriteler BES emeklilik fonlarını bu yöntemle üretilmiş “sukuk” dediğimiz “faizsiz” finansal araçların yaygınlaştırılması için kullanmaya karar verdiler.

Türkiye’de siyasi iktidar ve sermaye sınıfının kamusal emeklilik sisteminin yanı sıra çalışanlar için BES’i zorunlu kılmasının nedenleri nelerdir?

Öncelikle şunu belirtelim ki Türkiye iktidarlarının ilk aşamada özel emeklilik sisteminden doğrudan bir çıkarları yoktu. Daha çok uluslararası finansal kuruluşları memnun etmek için ve biraz da onların çizdiği yaşlılıkta yoksulluk ile ilgili senaryolara ciddi ciddi inandıkları için bu reformları hayata geçirdiler. Örneğin, Erdoğan’ın 2006/8 reform sürecinde dile getirdiği Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu genç nüfus durumunun bir fırsat penceresi olduğu söylemi, gerek Dünya Bankası’nın gerekse de IMF’nin raporlarında sıklıkla kullandığı bir kalıptır.

Bununla birlikte, özellikle 2009 yılında dünyadaki sermaye hareketlerine karşı Türkiye’nin ne kadar kırılgan olduğunun fark edilmesiyle ve 2010 yılındaki Anayasa referandumundaki zaferinin etkisiyle AKP iktidarı bu reformu kendi politikaları doğrultusunda değerlendirme yoluna gitti. Bu çerçevede de şüphesiz BES’e dair en çok beklenti yaratan, sermaye piyasalarına etkileri ve dolayısıyla da Ortadoğu’nun finans merkezi olma yönündeki hayalleri oldu. Hiç teorik bilgiye girmeden şöyle anlatabiliriz: BES gibi sistemler emeklilik fonlarının yapısından kaynaklı nedenlerle, sermaye piyasalarında kurumsal yatırım araçları dediğimiz, bireylerin çok iyi tanıdığı geleneksel yatırım araçlarından (mesela tahvil, hisse senedi vb.) başka yatırım araçları üretilmesini mümkün ve hatta gerekli kılarlar. Bunlar da menkulkıymetleştirme (sekuritizasyon) dediğimiz oldukça karmaşık finansal yöntemlerle hayata geçirilir.

İşte bu çerçevede AKP’ye yakın finansal otoriteler BES emeklilik fonlarını bu yöntemle üretilmiş “sukuk”* dediğimiz “faizsiz” finansal araçların yaygınlaştırılması için kullanmaya karar verdiler. Şimdi devlet teşviklerinin değerlendirildiği fonlar ve tahmin edileceği üzere OKS çerçevesinde konuya aşina olmayan işçileri adına işverenlerin tercih ettiği fonlar ağırlıklı olarak “faizsiz” olduğu gerekçesiyle bu kira sertifikalarına yatırım yapıyorlar. Tabii sukuk dediğimizin faizsiz olması kesinlikle risksiz olduğu anlamına gelmiyor. Sukuk yatırımında dünya lideri olan Malezya’nın izlediğine benzer bir yol izlemeye çalışan AKP iktidarının neyi kendine örnek aldığı kolayca görülebilir.

Sosyal bir hak olarak emeklilik sınıfsal bir olgudur, oysa finansal bir yatırım olunca emekliliğin herhangi bir sınıfsal dayanağı kalmaz, bireysel bir risk haline gelir.

Emekliliğin bir “sosyal hak” olmaktan çıkarılıp “finansal yatırım”a dönüştürülmesi sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun çalışanlar açısından doğuracağı sonuçlar nelerdir?

Her şeyden önce emekliliğin sosyal hak olması demek, talep edilebilir ve uğruna mücadele edilebilir olması demektir. Mesela bir finansal yatırım batarsa gidip emeklilik fonundan herhangi bir talepte bulunamazsınız. Size söyleyeceği, “Sizin isteğiniz doğrultusunda yatırım yaptık ve battı, dolayısıyla bu sizin sorumluluğunuz, sizin ile piyasa arasındaki bir mesele” olacaktır. Oysa, emeklilik hakkınızı savunmak için, örneğin simdi Fransa’da olduğu gibi, örgütlenip sokağa dökülebilir, sendikalarınız ve meslek örgütleriniz aracılığıyla müzakere yürütebilir, yeri geldiğinde geri çağırma ilkesine binaen hükümeti uyguladığı politikalardan dolayı değiştirebilirsiniz. Mesela, Macaristan’da özel emeklilik reformu ve emeklilik şartlarındaki zorlaştırma hükümet değişikliğine dek giden politik sarsıntılar getirdi.

Diğer bir deyişle, sosyal bir hak olarak emeklilik sınıfsal bir olgudur, oysa finansal bir yatırım olunca emekliliğin herhangi bir sınıfsal dayanağı kalmaz, bireysel bir risk haline gelir. Ayrıca, sistemden kârlı bile çıkacağını düşünen orta sınıf çalışanlara da bir noktayı hatırlatmak isterim. Her ne kadar şimdi çalıştıkları süre boyunca bir de devlet teşviklerinin etkisiyle iyi biriktirebildiklerini düşünseler de aslında emeklilik fonlarından elde edecekleri getiri de emekli oldukları zamanın koşullarına göre belirlenecektir. Mesela İngiltere’de uzun yıllardır vergi teşvikiyle korunan üst sınıfların emeklilik geliri, kemer sıkma politikaları ve artan eşitsizliğe tepkiler sayesinde tartışmaya açıldı. Dolayısıyla tamamen fiktif olarak hak kazanıldığı düşünülen bu teşviklerin ne kadarının ödeneceği yalnızca o zamanki piyasanın performansına değil, emekli oldukları devirdeki iktidarların inisiyatifinde de olacaktır. Uzun sözün kısası, BES gibi sistemlerde garanti olan tek şey herhangi bir garanti olmadığıdır.

İnanın BES fonlarına nasıl bu kadar zarar ettirebildiklerini bazen benim dahi aklım almıyor! Resmen paranızı yastığınızın altına koysaymışsınız daha da kâra geçecekmişsiniz.

Çalışanlardan kesilen ödentilerin BES fonlarındaki getirisi ile döviz veya altın gibi yatırım araçlarının getirisini karşılaştırabilir misiniz? OECD ülkeleri arasında BES benzeri sistemlerde sigortalısı zarar eden tek ülkenin Türkiye olmasını nasıl açıklıyorsunuz?

BES fonları birçok alt grup tür ve cinsten oluşmakta ve bunların her birisi farklı getiri ve risk özellikleri içermekte. Ne var ki emeklilik fonlarının Türkiye’de bazı dönemlerde altın ve döviz gibi yatırım araçlarının çok altında kaldığı bizzat otoritelerin yayınladığı Emeklilik Gözetim Merkezi raporlarında ya da uluslararası finansal gazetelerde görülebilir. İnanın BES fonlarına nasıl bu kadar zarar ettirebildiklerini bazen benim dahi aklım almıyor! Son OECD (2019) raporunda yayınlandığı üzere Türkiye emeklilik fonları geçen yıl yüzde 11,3 negatif getiriye, diğer bir deyişle zarara neden olmuş. Yani, bırakın sizi enflasyona karşı koruyup birikimlerinizin değerini arttırmayı, resmen paranızı yastığınızın altına koysaymışsınız daha da kâra geçecekmişsiniz.

Tabii ki burada kişisel hatadan kaynaklı münferit bir zarardan bahsetmiyoruz. Tam tersine, bu olguyu Türkiye’nin uluslararası finansal piyasalarda işgal ettiği çevre ülke rolü, yerel paranın değerinin uluslararası sermaye hareketlerine bağlılığı, kırılgan ekonomik sistem ile iniş çıkışlı politik konjonktürün belirsizliği gibi ve daha birçok ekonomi-politik, sistemik finansal özelliğe bağlayabiliriz. Son nokta olarak şunu da ekleyebiliriz ki, son rapora göre Türkiye zarar eden tek ülke değil; Polonya ve Hong Kong emeklilik fonları da geçtiğimiz yıl zarar etmişler. Tabii bunun bize kendimizi iyi hissettirmesi için herhangi bir neden yok!

Emeklilik geliri yurttaşlık hakkına dayandırılarak ve her insanın toplumsal değer üretimine verdiği doğrudan ve dolaylı katkı sebebiyle kamusal bir hak olarak yeniden tanımlanması gerekir.

BES’e kesilen ödentilerin, BES yerine kamusal emeklilik sistemine eklenmesi bu sistemin zorluklarını aşmakta çözüm olabilir mi?

BES gibi sistemlerin orasından burasından çekiştirilerek kurtarılacak türde özellikleri yoktur. Dolayısıyla herhangi bir aktarım mekanizması vesaire bu sorunları çözemez. Benim politika önerim, emeklilik sisteminin tamamen ‘finanssızlaştırılması’dır. Diğer bir deyişle, emeklilik gelirinin finansal herhangi bir mekanizmaya bağlı olmadan, yurttaşlık hakkına dayandırılarak ve her insanın toplumsal değer üretimine verdiği doğrudan ve dolaylı katkı sebebiyle kamusal bir hak olarak yeniden tanımlanması gerektiğidir. Sosyal güvenlik sisteminde emeklilik gelirini de tehlikeye düşürecek şekilde ortaya çıkmış sorunların kökenine inmek ve işgücü piyasalarında neoliberal ekonomi politikalarından kaynaklı olan bu sorunları çözmek emeklilik meselesinin tek çözümüdür. Çünkü, nedensellik emeklilikten işgücü piyasalarına değil, emek politikalarından sosyal güvenlik sisteminedir.

Şili halkı bireysel emekliliğe karşı mesajını vermek için tam 35 yıl bekledi. Türkiye halkları bu tecrübelerden ders çıkarırsa belki ve umarım o kadar geç kalmaz.

Siyasi iktidarın zorunlu BES uygulaması ile kıdem tazminatının fona devredilmesi planları arasında bir bağ olduğu, ortak bir fon oluşturulabileceği yönündeki tahminleri nasıl değerlendirirsiniz?

Maalesef günümüzde ağırlıklı olarak fonlama esasına göre emeklilik sistemine sahip olan Anglo-Sakson ülkelerde çok uzun zaman önce kıdem tazminatları emeklilik fonlarına devredilmiş, bir süre sonra bunların takibi yapılamadığı ve finansal piyasalardaki sarsıntılardan nasiplerini aldıkları için bir noktada emeklilik gelirlerinin arasında erimiş gitmişlerdir. Dolayısıyla, kıdem tazminatı fonunun devredilmesi yalnızca mümkün değil, maalesef muhtemel politikadır.

Yalnız, şunu unutmamak gerekir ki asgari ücretin genel ücret olduğu, işe başlayan emekçiyle emeklilik yaşına gelmiş emekçinin aynı, asgari ücreti aldığı bir ülkede, kıdem tazminatı işçinin kıdemine uygun olarak almış olması gereken gelir artışının toplu bir biçimde iadesi gibi bir anlam ifade etmektedir. Yani, buna havadan gelen bir para olarak değil, zaten yıllarca maaşlara yapılmamış olan ve fakat yapılmış olması gereken zamların birikimi olarak bakmak gerekir. Bu nedenle, işçiler hem BES’e otomatik katılım uygulamasının iptal edilmesi ve şimdiye kadar maaşlarından yapılan tüm kesintilerin tamı tamına geri iade edilmesi, hem de kıdem tazminatına ne olursa olsun dokunulmaması talepleriyle seslerini çıkarmalı ve bunu bir an önce yapmalıdırlar. Şili lideri Pinera en son ‘mesajı aldık’ dedi fakat Şili halkı bu mesajı vermek için tam 35 yıl bekledi. Türkiye halkları bu tecrübelerden ders çıkarırsa belki ve umarım o kadar geç kalmaz.

*Sukuk: Faizsiz bono olarak da tanımlanan finansal sertifikanın Arapça adı. Sabit getiri, faiz taşıyan bonolara İslamiyet’te izin verilmemesi nedeniyle, sukuk, faiz ödemeyi veya faiz masrafı yüklemeyi yasaklayan İslam hukuku prensiplerine uygun sayılan menkul kıymetlerdir.

Serap Sarıtaş

İstanbul Üniversitesi’nde iktisat lisans ve yüksek lisansını bitirdikten sonra SOAS, Londra Üniversitesi’nde ekonomi doktorasını 2016 yılında tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde doktor araştırma görevlisiyken “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metnini imzaladığı için 2018 yılında 701 No’lu KHK ile kamu görevinden çıkarıldı. “Sermayeyi BES’lemek: Bireysel Emeklilik Sistemi ve Emekliliğin Finansallaşması” kitabının yazarı, bağımsız araştırmacı.

Sermayeyi BES’lemek: Bireysel Emeklilik Sistemi ve Emekliliğin Finansallaşması, Serap Sarıtaş Oran, NotaBene Yayınları, İstanbul, 2017.