‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun’ krallıkları

Akın Olgun

“Hiçbir şey olmaz” rahatlığı dolanıyor çevremizde. 

Birbirini tekrar eden analizler “böyle gitmez” diyor gözlerimize bakarak. 

İç rahatlatıcı cümleler birikiyor bir yerlerde!

Kendini kurtarmış cümleler, kelimeler, tepeden bakıp, anlayamayan ahmaklığımıza öfkeleniyor.

Toplumsal muhalefet araçlarının ortadan kaldırılması, örgütlü seslerin ve iradelerin boğulması, kendine geniş alan bulmuş ve muhalefeti kendi kişisel görünürlüğüne adamış olanların her yerde patlaması, ne kadar çok şey anlatıyor oysa.

Adım adım geriletilmiş, sindirilmiş ve devlet şiddetinin her türlüsüyle karşı karşıya kalmış o seslerin yerine ikame edilenler, iktidardan alınmış izin belgeleriyle kanalları, köşeleri tutup, nabza göre verdikleri şerbetle yükselttikleri vasatlıkta haklıyorlar izleyenleri.

Ekranlarda kavga kıyamet, ekranların karşısında “yürü be”, “çaktı ve gol oldu” sesleri…

Ve reyting çubuğu libidolarını yükseltip, göstergeleri çıldırtınca, günü tatlıya bağlayan “bölünmez bütünlük” cümleleri ile noktayı koyduktan sonra bir restoranın kapısında birbirlerine kapı girişi önceliği vermek için tevazu yarışında eğilenlerin dünyası.

“Sen benim kim olduğumu biliyor musun” krallığında kendilerine açılan yeri kollamanın olmazsa olmazı, “vatan, bayrak, şehit, ced” üzerine yükselen cümle atakları..

Baskı ve zorbalıkla boşaltılan muhalefet alanını hızla bunlarla doldurup, yükselen öfkeyi televizyon kanallarına hapsetmek ve insanların dışarıda söyleyemediklerini, güce yatkın şöhret budalalarının ağzından söyletip ve en sonunda devlete, vatana bağlılık hizasında tutarak, milyonları “hazır ol” çizgisine çekmek yeni bir şey değil elbette.

Türkiye siyaseti, medyası, futbolu, sanatı, müziği bu pespayelikten zehirli ve bundan beslene gelmiştir hep. Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde karşılık bulamayacak adamların, kendi ülkelerinde kazandıkları paye, onları kendi alanlarının küçük kralları yapıyor. En tepedekinin birer kopyası olarak, bulundukları alanları işaretleyip krallıklarını ilan ediyorlar.

İşkence, şiddet, taciz, tecavüz, cinayet ve kötülük işte böyle nüfuz ediyor her yere.

Herkes krallığında, kendisinden daha zayıf olanı ezip, kendisinden daha güçlü olana taparak varlığını koruyor.

Her şeyi yapabileceklerini, her şeyi yapıp, her haltı yiyip yırtabileceklerini defalarca deneyimlemiş olanların, kendi kötülük sınırlarını daha fazla zorlayarak, “olmaz” denilen ne varsa yapmalarından geriye kalan tek şey oluyor cesetler.

Senin, benim, bizim cesetlerimiz.

“Sen benim kim olduğumu biliyor musun” krallıklarında, tüketilmiş kaç kadın, iç edilmiş kaç çocuk, kaç aile ve yaşamasına izin verilmemiş kim bilir kaç hayat var.

Hepsi gözlerimizin önünde oluyor ve gözlerimizin önünde son buldukça kanıksanan vahşet, bir başkasının canının peşine düşüyor.

Bir başkasının ayağına takıyor çelmeyi, bir başkasını tekmeliyor derken çiğnenir oluyor her erdem, sövülür oluyor her onur. İyilik ahmaklık, dürüstlük salaklık, duruş ise marjinallik olarak işaretlenip taşlanıyor.

Her şeyin unutulmasını salık verecekleri günler uzak değil. Yaptıkları, yaşattıkları ve ortağı oldukları tüm kötülükleri “barışmaya ihtiyacımız var” denilen o sihirli sözde aklayıp, “yüzleşmeliyiz” diyen herkesi topa tutarak göz önünden çekecekleri anın ezberindeler hiç şüphesiz.

Öldüğümüzle kalalım istiyorlar yine.

Yine çektiklerimizle yaşayalım,

Acılarımızı içimize gömüp, kahrolarak önce içimizde tükenelim istiyorlar.

Yakaları hiç bozulmasın, enseleri hep kalın kalsın, göbekleri genişlesin ve paçalarına hiç çamur bulaşmasın diye üzerimize basarak yürümek istiyorlar.

“Nasıl olsa unutulur” rahatlığını, unuttuklarımızdan kazandılar. Belki de unuttuklarımızı hatırlatmalıyız her gün kendimize.

Yaşattıkları tüm kötülükleri hatırlayıp, bir daha yaşanmasın diye nerede nefes alıyor, nerede kuruyorsak hayatın cümlelerini, oraya not düşmeliyiz.

Yoksa bu arsız günler, kendisini yarına devredecek ve başka arsızlarla buluşup, elimizde kalan tek şeyi yani vicdanımızı çürütecek ve her çürüyen, “sen benim kim olduğumu biliyor musun” krallığına dönüşecek.

Tanıyamayacağız birbirimizi.

Asıl bir birimizi tanımazlıktan geldiğimiz gün yenilmiş olacağız.