Sevgilim

Hacer Buyruk

.,Demedim hiç, demedi hiç. Ve aşkın, ki sevdiğim için, birimiz adına aşkın, kanatları açıldı uçuruma, boşluğa ve hatta doluluğa, varlığa ve hatta, bizzat ona meydan okuyarak; korkmuş, sendelemiş, ürkmüş beni, korkusuzca ve sağlamca yanına alarak.

Nasıl da yola düştüm yalın ayak, ne çorabım ne ayakkabım vardı, ne de tabanımda toprak.

O gün bu gündür, elimde tek renkli bir bayrak, bir karşı duruşum, bir delikanlıyım, burçlarda ve yalnız yaşayan. Duymadığı için o insan, kederlerle suskunum; hayret, benim evet, tanrılarla konuşan.

Hâlâ rüyama girer: O, benim varlığımdan haberdar değilmiş henüz, tanımıyormuş, bense onu görmek için Taksim’e gelmişim; İstiklâl Caddesinde yanımdan geçer; sokuldukça sokulur ona birlikte yürüdüğü melun esmer. Kahrolurum; oysa bilirim rüyadayım, razı olamam uyanmaya yine de, kâbusa dönse de seferim. Orada kalmak isterim, uzatırım bir ayağımı uyanmak yerine ölüme.

Sarılmıştı bana yolcu ederken bir defasında rıhtımda. Sandım ki asla bırakmaz, bir başka zaman kovsaydı bile çağırırdı geri, kırsaydı onarırdı, ağlatsa güldürür; küsse kinlense, gün olur bir aynada yüzünü görür, mutlaka öyle olmalıydı ki, iyilikle anımsardı beni; hatta merak bile eder, şöyle bir görmek isterdi, silinip silinmediğini, alnımın ortasında taşıdığım ismini.

Kim istemez ki kalbe dokunmayı, orada bırakmayı izini; işte yalnızca buydu denediği. Aslında herkes gibiydi, buydu onun da büyük arzusu. Sapladı bıçağı, çekmedi geri, tuttu bir an kabzayı, sevindirdi, sanki o değilmiş gibi geldi bana cellâdım. Hayır, canımdan acıyı çıkarmadı, çevirdi içerde bıçağı, genişletti kesiği, dokunmuş oldu böylece kalbime, düşürmüş oldu izini. O bilmiyordu daha hiçbir şeyi, nasıl ki kitaplardan yüzme okuyup hatmetmekle biri, bilmezse denizde yüzmeyi, nasıl ki ateş fotoğrafını nerde görse tanıyan biri, bilmezse ateşin kendini. O bilmiyordu, bilmediğini, o bilmiyordu daha, an’ın içindeki kendini.

Yıllar yıllar evveldi, masalların masal olmak için ihtiyaç duyduğu kadar bir zaman aralığı öncesiydi, türkuaz rengi gömlek giymişti, tesadüf işte, ben de giymiştim o gün aynı rengi, üç gün uyuyamadım sevincimden. Demek bir yanı vardı bana benzeyen; eli aynı renge uzanmış, üstüne aynı rengi kuşanmıştı, ah nasıl da bu beni türkuaza boyamıştı. Günlerce gök mavisine meydan okudum, hadi dedim, yıldızlar hangimizin gecesine doğacak ve hangimizin gündüzünde umman semada batacak? Belki henüz masalların masal olmak için ihtiyaç duyduğu kadar bir zaman geçmemişti daha ki, bir bedduam bile oldu ona: “dudağı uçuklasın, öptüğün biri varsa.” Dudağım uçukladı, sonra aldım geri bu kötü sözlerimi. Belki o da rüyasında öpmüştü beni, hem de unutup yanındaki esmeri, Taksim’deymişiz, İstiklâl Caddesinde mesela.