Ayşegül Ekinci
Geçtiğimiz hafta bir “Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Günü’nü” daha geride bıraktık. Sizi bilmem ama ben ne konuşmalarda ne istatistiklerde sorunu tanımlamaktan öteye giderek şiddeti önlemek için ne yapılacağına dair çözümler üreten tek bir umutlu söz duymadım. Duymadım çünkü suçlunun sanının geçtiğini hiç duymadım. Şiddet mağduru kadınlar ve çocuklar üzerinde post travmatik stres bozukluğu çalışmaları yapılırken, suçluya odaklanan hiç bir çalışma da duymadım.
O yüzden ben işin bir başka tarafını yazmak ve tartışmaya açmak istiyorum bu hafta.
Politika nerede başlar hiç düşündünüz mü? En temel teori der ki, politika dil ile başlar. Yani bir sorunun isimlendirilmesi/adlandırılması aynı zamanda politik bir duruştur. Dolayısıyla yaşanan kadın cinayetlerini konuşurken bunu “kadına şiddet” diye adlandırmak emin olun bir politik duruştur.
Bu sene içinde yaşanan bir başka isimlendirme tartışmasını örnek vereyim konuyu netleştirmek için. Küresel ısınma ile iklim krizi arasındaki fark nedir hiç düşündünüz mü? Aslında temelde aynı bilimsel gerçekliği betimlerken, konuyu “iklim krizi” olarak niteleyen taraf, konunun aciliyeti ile beraber korkunç sonuçlarına da odaklanmayı tercih eder. Bunu bir değişim/dönüşüm değil kriz olarak nitelediği için politik karşılığı da ona göredir. Krizler acil müdahale gerektirir ve müdahalede geç kalınırsa korkunç sonuçlar doğurur; değişimlere ise zaman içinde adapte olur, sonuçlarına alışırız.
Kadına şiddet betimlemesi de temel olarak kadını hedef alan negatif imaya bir örnektir. Burada negatif davranış şiddet uygulayan tarafından yapılmasına rağmen, negatif ima kadını hedef gösterir. Şiddet çemberini kadının üzerinden kurmak, mağdur olduğu halde negatif özneyi kadın yapar. Mesela canavarca davranan, vahşet uygulayan, sinir krizine giren, korkunç şiddet eğilimi gösteren “erkek” betimlemesini ben hiç duymadım. Ya siz? Şiddet uygulamasına, insan öldürmesine, canavarca hisle cinayet işlemesine ve benzeri bir çok suçu “erkeğin” işlemesine rağmen, bu suçların haberi yapılırken erkeğin adının geçirilmeyip, kadının özneleştirilmesi sizce de ilginç değil mi?
Aslına bakarsanız değil!
Erkek aklının yüceltildiği bir sistemde, ataerkil düzende yaşarken ne yazık ki değil. Düşünsenize yaşadığımız düzen Adem’in hayatı ile başlayıp, Havva’nın “suçu” ile kuruldu. Bir de yakın tarih açısından değerlendirirsek hem ataerkil düzen hem de kapitalizm kölelik ve sömürü üzerine kuruluyken erkeğin adının hiç geçmemesi gerçekten şaşırtıcı değil. Sömürüye karşı legal statülerini kazanmış da olsalar ne kadınlar ne siyahiler ne lgbtiq topluluğu ne de aklımıza gelen diğer dezavantajlı gruplar bu düzen içinde eşitliği ve dolayısıyla gerçek adaleti elde edemeyecekler. Sadece tabiri caiz bir kaç uyduruk önlem ile sesleri kısılacak, üzeri örtülecek ya da unutturulacaklar. Para ve güç, üstünlük manasına geldiği sürece eril akıl diğer tüm erilleri korumaya, kollamaya ve onlarla beraber üstünlüğünü korumak için elinden geleni yapmaya devam edecek.
Çünkü ulus devletin eril, adaletin dişil olduğu bir küresel düzende, adelet sürekli ulus devlet tarafından taciz edilirken, tüm dünyada kadına karşı işlenen herhangi bir suçun yok edilmesi mümkün değil…
Ve işin en üzücü yanı da bunun politik bir tercih ve nemalanılan bir gerçek olduğudur efendim…