‘Takas Evi’ ya da ‘Adı Olmayan Yer’in hikayesi

Şair Mustafa Köz, İstanbul Kadıköy’deki evi ve “tek kişilik vicdan örgütlenmesi”ne dair yaptığımız söyleşide, “Her şeyin alt üst olduğu, yalnızlaşmanın, yabancılaşmanın diz boyu olduğu bir toplumda insanın diğerinin yarasına dokunmasının önemli olduğunu, bir defa daha burada görmüş oldum.” diyor.

Ayla Türksoy

Her şey Şair Mustafa Köz’ün, pandemi döneminde Kadıköy Yeldeğirmeni Rasimpaşa Mahallesi’ndeki evinin önüne koyduğu büyük çiçek saksılarının davetkârlığıyla başlamış olabilir. Çiçekleri izleyen askıda kitaplar; şiir panosu; kayıp hayvan ilanları; kullanılmış giysi dolabı derken, ünü ve paylaştığı şeyler hızla artan ev, şiirini kaybetmiş bir dünyada, Recaizade Sokak 64 numarada ikamet ediyor. 

Olabildiğince küçük, temsil ettikleriyle ise engin bir yaşam alanı olan bu yer, salgınsız ve maskesiz günleri özlediğimiz şu günlerde, parasız ve zengin karşılaşmaların olasılığına; mahallesine tutulmuşlarla oradan geçmiş, başka ülkelerden göçmüş olanların, bitkilerin, hayvanların ve şiirlerin de buluşmasına vesile olan ütopik bir yer… Köz’ün “tek kişilik vicdan örgütlenmesi” olarak tarif ettiği “burası”; kendi ifadesine göre “sosyal okumalar” için de çok müsait. Not olarak, kendisinin değil, içi ve dışıyla yaşayan evinin fotoğraflarını çekme izni olduğundan başrolde onlar var…

Buranın bir ismi var mı? Önce bununla başlayabilir miyiz hikâyeye girerken?

Buranın bir adı yok ama yaşananlardan dolayı “Takas Evi denmeye başladı. Yani bir trampa hali (değiş tokuş) yaşandığı için… Kitaplar giysiler, sürekli bir şeyler geliyor. Geçenlerde bir aile geçerken “Bak bak!” dedi, çiçekleri ve giysileri göstererek: “Burası Takas Evi; buradan çiçek, tomurcuk, giysi, ayakkabı her şeyi alabiliyorsun.”  dedi.

Bir ev, bazen işyeri gibi görünüyor. Geçenlerde Suriyeli bir aile geldi ve baba, yetişkin oğlu için giysilerin içinden bir ayakkabı aldı. “İki yetişkin kızım var onlar için de kadın giysisi alabilir miyim?” diye sordu. “Tabi” dedim, “istediğin zaman gel.” “Kaça kadar açıksınız?” diyor sonra da. Dedim ki, “24 saat açık, istediğin zaman gel, burası ev.”  Yani ev ve bir yaşam alanı arasında bir yer…

Nereden çıktı bu düşünce?

Sıkıntıdan. Pandemide çiçekleri koyunca, baktım ki güzel bir ada oluştu burada. “Bu ada nasıl genişler?” diye düşündüm. Konteyner kenarına bırakılan giysileri görünce, “Onlar boşa gidiyor, oraya da bir küçük sandık koyayım, takas olsun, gelen bir şey bıraksın bir şey alsın. “diye düşündüm. Sonra çevre geniş, duvarlar bol olunca “duvarları da doldurayım” diye düşündüm. Başka bir tarafta sokak duyuru tahtası var. O çok ilginç oldu aslında. Tahtadaki ilanlar üzerinden sosyolojik bir okuma yapılabilir; çok değişik insan karakterleri, farklı okumalar var. Değiştiriyorum ve atmıyorum onları, yani o sosyolojik okumayı tamamlayabilmek için.

İlanlarda yazılanlardan nasıl bir okumanız oldu?

Farklı insan karakterlerinin bu sokaklarda dolaştığını gördüm. Çoğunlukla genç ağırlıklı bir topluluğun Yeldeğirmeni’nde sürekli yer değiştirdiğini gördüm. İlan tahtasına yazıp kendi hallerini anlatırken, toplumsal bir durumu da vermiş oluyorlar. Aşk kırgınlıkları, bunun dışında çoğunlukla kayıp ilanları, kedi, köpek, evcil hayvan ilanları oluyor. O kadar çok, değişik, hayvan kayıpları var ki! Bir anlamda kedilerin, köpeklerin bulunmasına yardımcı olan bir tabelaya dönüştü. Uluslararası bir hal de almaya başladı. Örneğin, İspanyolca bir ilan var İspanyolcam yok ama muhtemelen iyi günler dileyen bir ileti. İngilizce, Arapça mesajlar da oluyor.

Yıllar önce “Mavi Yaka” yı, yakın zamana dek ise “Şiir Oku” dergilerini çıkarmıştınız. Evinizin dış duvarlarında asılmış şiirler ve kapının önünde ise bir şiir sepeti var. Bu sepet nasıl oluştu?

Şiir sepeti ilgi görmeye başladı. Bu anlamda bir ilgi olmasa da bazı şeyleri zorlayarak yapmakta yarar var. Şöyle yapıyorum. Her hafta değişen şiirler var; Türkiye’den bir şairle, Batıdan, Doğudan bir dünya şairini yan yana koyuyorum. İlginç şeylerle de karşılaşıyorum. Geçen iki Rus genç kız geldi, Mayakovski’yi gördü ve şaşırdı. Yani gurbette bir hemşerisini görmüş gibi. Bunlar, bu estetiği tamamlamak, bu dil bilincini oluşturmak, görselliğe farklı bir boyut katabilmek için önemli.

Bireysel çabanız ön planda. Burada yaptıklarınızın ilçe belediyesi ya da yerel kurumlarla bir ilişkisi oldu mu?

Bürokrasiden hep korktuğum için, korktum derken yapılacak işleri yapmaya engel olunduğu için çoğu zaman bireysel devrimini yapmak daha kolay oluyor. Çünkü o bireysel devrimin içinde “Merhaba!” daha kolay. Komşularla böyle selamlaşıyoruz, çiçek getiriyorlar. Geçen çorba geldi, böyle faydalı yanları da var. Bireysel devrimin içine, kendi bilincini taşıdığın bir estetik yapıyı da kendi keyfine göre oturtabiliyorsun, kurabiliyorsun. Bu anlamda bağımsız, tek kişilik bir vicdan örgütlenmesi olmasının, gelişmesini kolaylaştıracak bir durum olduğunu düşünüyorum. Yoksa başka türlü olursa müdahaleler olacaktır. 40 kapıya 40 değnek vurmaktansa, kendi kalbimle, vicdanımla burada bir şeyler yapmanın doğru olduğunu düşündüm

Ne kadar işleyebilir bu durum? Hayaliniz ne?

Çok açılmasını istemiyorum doğrusu. Çünkü bir sorumluluk da getirmeye başlıyor. Yani dükkân açar-kapar gibi olmaya başladığında, kendi hayatını da almaya başlayacak. Mümkün olduğunca, kendiliğinden ne kadar genişlerse o kadar genişlesin. Kendimi dışarıda tutmayı da yeğliyorum. Çünkü, evet, ben yaptım, burada özne oldum ama sonuçta kolektif bir şey yapılıyor. Yani insanların sahiplenmesi önemli. Geçen hafta İstanbul dışına çıktığımda mahallenin gençleri ilgilendiler; çiçekleri suladılar, giysilere baktılar. Önemli olan bu, birlikte bir şey yapmak.  

Raflarda kitaplar, az ilerde giysi sandıkları; başka neler var?

Askıda kitap, evin iki ayrı duvarında var.  (Karşıdaki) Bu yıkık binanın da kullanılmasını istiyorum, çünkü bir zaman sonra çöplüğe dönüyor. Ama bu anlamda kulllanılırsa orada da giysi dolabı, askıda kitap olabilir. Kedi evi var. Artık sokağı tanıdığım için sokakta dolaşan kedileri ve köpekleri de biliyorum. Onlar çoğu zaman burada yiyecek arıyorlar. Onlara bir kap yemek, bir tas su, sıcaklarda iyi geliyor. Bu anlamda onların da sevineceği bir sokak haline geldi. Sokak için başka düşüncelerim de var aslında. Bir ‘sessiz sokak’ uygulaması gibi. Gereksiz, uyutmayacak kadar çok korna sesi var. Yol zaman zaman kapanıyor. İki dakika kapansa çığlık çığlığa başlıyorlar korna sesleriyle, rahatsız oluyorsun. En azından hiçbir şey olmasa da, moda söyleyişle farkındalık yaratılır. Böyle bir uygulama nasıl olur bilemiyorum. Sonuçta resmi bir şey olmayacak, orada yine bir sivil durum olacak.

Ne kadar zamandır bu sokaktasınız?

Üçüncü yılım burada.  Çalışmak, pandemi koşulları, evlere kapanmak derken, artık evdeyim, sıkıldıkça bir şey yapıyorum, iyi geliyor. Sokak için bir esnaf haritası da yapmak istiyorum. Esnaflar nerede, ne satıyorlar, iletişim bilgileri, telefon numaraları, yaptığı işle ilgili bir iki cümle, logosu, amblemi vs. olan bir harita. Bunu tabi resmi bir yer yaparsa daha iyi olur, ona param yok. Zaten burada para geçmiyor. Dağıtılan her şey parasız. Parasız olmasına karşın bazı şeylerin çalınmasından rahatsızlık da var tabi. İnsan soyunun bir hali var; ufacık bir şeyi bile çalıyor. Dağıtılan şeyi bile çalar hale gelen bir toplumdan söz ediyoruz.  Söylese alacak zaten.

Gezi’yi de anımsatan bir şey  var bu alanda. Bir etkilenme oldu mu?

Yok ama bir şeyi paylaşmak istiyorsan eğer, her yer “Gezi”dir zaten. Bir şeyi paylaşmak, kalbinden vermek istiyorsan, her yer Gezi Parkı’na dönüşebilir…

Buranın bir şiiri var mı?

Henüz yok ama öykücü olsaydım, iyi öyküler çıkardı. Başta dediğim gibi toplumsal okuma yapılabiliyor burada. Çok farklı insanlarla sohbet ediyorum. Farklı yerlerden, sokaklardan gençler geliyor, gece yarılarına kadar felsefe, şiir konuşuyoruz. Beni de şaşırtıyor ama demek ki gereksinim var bu tür şeylere, yakınlaşmalara… Her şeyin alt üst olduğu, yalnızlaşmanın, yabancılaşmanın diz boyu olduğu bir toplumda insanın diğerinin yarasına dokunmasının önemli olduğunu, bir defa daha burada görmüş oldum.

İnsanlar, maske-mesafe ile birbirinden uzaklaştırılırken, maskeleri de mesafeleri de yıkıp atıyorsunuz bir anlamda… 

Bu aslında devlet dili. Onlar istedikleri zaman yan yana olabiliyorlar. Mesafe bize, onlar kucak kucağa…Mesafe falan yok yani…

Fotoğrafta neden siz yoksunuz?

Böyle yapan çok. Bir yerde yüzünü kullanıyor. Yaptığı iş değil, yüzü öne çıkıyor. Yapılan iş önemli. Bir başkası da yapabilirdi. Sonunda yaptığın iş herkese ait oluyor…