Tirad

Hacer Buyruk

Su kamışlarının kulağına yaban kazlarının fısıldadıkları gök, kurtar beni yeryüzünün esir eden çekiminden.

./.

Unuttular adalet vaatlerini, yere indi tanrılar, kendi elleriyle vurdular atlarını; anımsamayacaklar, gitmeyecekler geri, değiştiler ten’e deriyi, değiştiler göğe yeri. İnsana benzeyen yanıyla yücelerde var olanlar, insana benzeyen yanlarıyla, yok oluşlarını deniyorlar şimdi. Tıkınıyorlar işte, düşüp kalkıyorlar, tıkınıyorlar şehvet emziklerini; cılk çıbanlarından tütüyor her birinin cerahati, meğer onlarda da olan kalplerinin bacasından.

Vazgeçtim aşkı aramaktan, başkalarının ağzına düşmüş yeminimden, vazgeçtim dilime dolanan küfrü bile söylemekten, türlü türlü, şirin şirin kabuklar içindeki kuruyemişten, süt ve incirden, zencefil koklamaktan, tarçın içmekten ve işte bunlardan bulduğum teselliden.  Vazgeçtim; kurtar beni su kamışındaki fısıltı, bir iğne tutar gibi mıknatısı, yapışıp kaldığım basitliğim ve bu basitleştirilmiş küreden.

Bir gemiye biner gibi içine girdiğim yatağım götürüyorsa da beni uyku denen yere, alıp getiriyor gerisingeri; türlü kurnazlıklarla uyanık, canımdan can, benden ben alan kavimlerin yaşadığı aynı sığlara. Hikâyelerle bakmak yırtık ayakkabılara, masallarla hayret yaratmak çocukların gözlerinde, olmayacak şey, korkunun ve umudunun arasında heder olmuş imanla. Yanıtsız bırakıyorum düşlerim hakkındaki soruları, ateşin içinden aldığım kitabı ve eğilip meyvesini veren ağacı, söylemiyorum.

./.

Sana ermek için gök, bir yolum da yok değil hani, içlerine beni alabilir senden haberdar yabankazları; defalarca ellerimde kurşun tutturan, boynumu vurdurmaya ferman çıkaran dünyanın, yutmadım daha, öpüşlerle, dilini dilime dolayışla ağzından ağzıma verdiği zehri.

Yabankazları, onlar, içlerine alırmış yarası olanı, kanadı tutmayanı. ‘İşte’, der gösteririm sırtımdaki kamçı izlerini, kolumdaki kırıkları, safsataya batmış iddia bıçaklarının kemiklerimi buluşlarını. Yaralıyım derim, hâlâ kefaret gerekiyorsa keserim bileklerimi, yeryüzünün üstünde kış kırmızısı olan her yere kanımı dökerim. Aksi türlü, aksi türlü işte ne olabilir ki, ya o congulus yutacak beni, ya da kendim için, bir uçurum yaratacağım bulantımdan ki açabileyim kanatlarımı.

./.

Su kamışlarının içindeki gök, nefes nefese, nefes nefeseyim, koşmadım oysa konuşuyorum, dizlerimin üstünde eğilmişim sazlığa, dildaşsız kalmışım, yaban eldeyim, yaban kazlarının yurtsuzluğu ve öksüzlüğündeyim.