Tragedya

Hacer Buyruk

Hayır, asla, düşürmüyor, sendeletmiyor bacaklarımı, eğdirmiyor başımı, bulantım tutuyor beni ayakta. Ve ben tiksindikçe yeryüzünü kuşatmanın budala uğraşından, uçsuz bucaksız gökyüzü kendinden biliyor beni, seziyorum hünerinden ki o da tanıklıkta, azalmış gözlerimden seyrediyor kendini, işte bu büyülüyor beni ve bendekini.

Yuvarladım yürüdüğüm yokuştan gerisin geri, zaferle döndüğümde taçla yer değişecek miğferimi.

Perde neye açılacak, epeydir seziyordum da, söze dökemediğimden vücut bulamıyordu sahne. Ateşler içinde, bıçaklar altında, çarmıhlarda yazılmış yazılan. Şurada, sonu gelmek bilmeyen anımsatmayla, yas günleri, intikam yeminleri dura dururken, dura dururken savaş alanlarında kan ve etle mührü basılan, meydanlarda zafer bağıran mermerler dura dururken, evler ve ülkeler arasında dikenli çitler örülüyken, nasıl olur da bütün varlığımla kedere dönüşmeden anlatabilirdim başka hikâyeyi. Nasıl derim dilim tutuşmadan, üstlenmek istemediğim bin yılların kinini, nasıl anlatayım, kahramanlık bana göre değil. Asker olmak bana göre değil. Bana göre değil silah kuşanmak, namlu doğrultmak, vurmak, bana göre değil; narin bardaklar üstüne düşünmek, zaten az kalmış gözlerimle, onlara uzun uzun bakmak varken, cam kırmak, can yakmak bana göre değil; şifayım ben baştanbaşa, tüketmek ve tükenmek bana göre değil.

Niçin böyle donattılar beni, bu hazin sahneye, göğsü sırmayla işlenmiş bu giysi, daha çok yakışmaz mıydı düğüne? Kurt düşmüşse etine, buruşmuşsa kumaşı, öz kokusundan başkaca kokmuşsa, o meyve dönebilir mi ilk hali, yaşamak arzusu uyandıran parlayışına? Ara ki bulasın onu, bir yıldız kaymışsa; yön bilgisi verebilir mi kaybolmuş, kaybolmuşa?

Kederim, sevgili kederim, davar sürüsü kinin güdülmesi ve almakla söylenen tuhaf ödeyiş, intikam, sevdanın değil savaşın yeminleri benden umulan; kederim, kendim için, yüzümdeki gülsüz dikenim benim; beni kimseye benzemez kılan, kinin ve nefretin yanaşamadığı yüzümü yüz yapan. Dikenim, yüzümdeki gülsüz dikenim benim, razı olmadığımın batışı gündoğumunda.

Ben ki bunlara hevesliyim, elimde bir değnekle toprağı gıdıklamaya, ıslak solucanlarla karşılaşmaya, seyre dalmaya çalı çiçeklerini, ıslık çalmaya kuş sesleri içinde, yaprakların türlü renginden hüzün boyanmaya, sevinç duymaya geçmiş bir ağrıdan. Önce ve sonra, ortasında yahut ucunda, bütün yaşlarımda böyleydim, böyle olacağım bütün yaşlarımda biliyorum; sevdim de demirciyi, sevemedim demiri, kalıplara kurşun dökmeyi, yay germeyi, ok atmayı, övülecek bir şey olarak görmem, yumrukla kan tükürtmeyi; doğru bulurum, üzüntünün içindekini gülümsetmeyi.

Hiçbir övgüye de itibar etmem, terk edebilirim kendi yazdığım kitabı dahi; çekmek istiyorum perdeyi ve açmak güllerin bildiğini.