Yeni Bir Mecra ve Başka Bir Hikâye

Nejla Kurul

İktidarın hamuruyla yoğurulmuş haber akışlarının nasıl tektipleştiğini bilmeyen kalmadı. Egemen medyadaki haberler incelendiğinde, haber alma hakkımızın ne kadar büyük bir tehlike altında olduğunu görüyoruz. Hakikatler, hatta firari olanlar bile iktidar aygıtınca kapılıyor, yeniden işlenip kamuoyuna tek merkezden servis ediliyor. Hakikatin peşindeki eleştirel gazeteciler işsiz! Muhalif medya için kapatılma, gazetecilerin gözaltına alınması, tutuklanması gündelik bir hikâye haline geldi. Bu nedenle siyasal iktidarın ve piyasaların ele geçiremediği haber portalları ortaya çıkıyor.


Yeni1mecra yayın hayatına başladı, ben de yaşadıklarım ve yazılarımla güç vermek istedim. Yeni1mecra’da insana, topluma ve doğaya dair umudun ve onurun hikâyeleri kadar yer altı olgu ve olaylarının, görünmez kılınanların, sessizleştirilenlerin, belli bir biçimde konuşmaya zorlananların hikâyeleri anlatılacak. Yayın Koordinatörü İrfan Uçar, “Çalışanların, çalışma imkânı elinden alınanların, işsizlerin, göçmenlerin, ötekileştirilmiş olanların, haksızlığa, hukuksuzluğa uğramış olanların, kadınların sorunları, gündemleri gündemimiz olacak” diyor. Bu gündemler bugünün kötücül Türkiyesi’nde insan hayatlarının eksik ve yetersiz kalan yönlerini vurgulayacak olsa da başka bir hikâyenin mümkün olduğunu, yani insanın hayatındaki ‘fazla’yı da gösterecek. Belki birincisi kederi, ikincisi ise sevinci anlatacak, böylece hikâyeler çoğalacak.


Gündelik hayatlarımız genellikle iki hikâye arasında geçiyor: Yedisinde neyse yetmişinde o olan bireyler (doğa, fıtrat) ile ne ekilirse onun biçildiği boş bir tarla/levha olarak bireyler. Birisi Tanrı’nın her nasıl istediyse öyle yarattığı varlıklar, diğeri ise cinsiyetinin, mahallesinin, toplumsal sınıfının, renginin, etnik kimliğinin, kısaca irili ufaklı topluluğun ve toplumun ürünü olan insanlar. Her iki hikâyede de kişi her neyse o, başka türlüsü olamaz: böyle davranıyor, çünkü böyle yaratıldı/oldu. Toplumların devrimci dönemlerini yitirdiği tüm koşullarda bu iki hikâye geliyor ve gündelik hayatın merkezine yerleşiyor. Bu hikâyeler, kişiyi ve toplumu bir öz, bir kendilik ve bir varlık olarak tanımlıyor. Hayatı kaplayan süreç ya ve ya da’lar. Bu hikâyelerde boğucu bir seçeneksizlik var. Hikâye kişileri, en iyimser tabirle az sayıda seçenekle yaşamak zorunda olan kederli insanlar.


Spinoza “Biz hala bir bedenin neler yapabileceğini bilmiyoruz” diyerek insan için seçeneklerin çoğulluğunu anımsatıyor: Doğada belirlenmiş bir varlığa sahip olan tüm tekil varlıkların, varlığını sürdürmeye ve var olma direnci göstermeye hem güçleri hem hakları var. Nietzsche, yürümeyi öğrendim: o zamandan beri bırakıyorum kendimi koşmaya. Uçmayı öğrendim: o zamandan beri yerimden kımıldamak için itilmeyi beklemiyorum diyor. Marx insan tarihin öznesidir, değişir ve değiştirir derken verili koşullara mahkûm bir bireyi reddediyor ve Spinoza’nın sevincini çağrıştırıyor. Deleuze ve Guattari, organsız bedeni bir direnç makinesi olarak tanımlıyor. Bedenleri, hiyerarşiye, özdeşliğe, kurumsal düzenlemelere girmeyen ve başka bedenlere eklemlenen bir makine olarak düşündürüyor yazarlar. Zincirlenmiş, bağlanmış ve kesilmiş akımların karşısına şekilsiz, kalıplaşmamış bir akışkan, bir oluş hali içindeki insanı çıkarıyorlar.


İnsanı ve toplumu yeni açılardan öğrenmek ve yaşamak, başka bir hikâyenin mümkün olduğunu gösteriyor. Başka bir hikâye, virgülün yerine getirdiği işlevi anlatıyor. Ve, ve, ve,… Ve’lerin neden olduğu şey, yeni karşılaşmalar, bakışmalar ve etkileşimlerin etkisinde, oluş içindeki bir toplum ve birey, yaşamı olumlayan ve demokratikleştiren bireyler. Bir öğrenme, umut ve sevinç mekânı olarak kentler, sokaklar, işyerleri, okullar, hastaneler, bu bakış açısı ile ele alınıyor. Hayatın hakkını vermek, ‘şimdi’nin hakkını vermek üzere yol alınıyor. Ben de Yeni1mecra’nın yapmak istediği gibi yazılarımda gündemdeki hikâyelerin başka türlüsünü düşünme ve yazma uğraşısını denemek istiyorum. Belki bunun ilk eylemcisi ben olurum belki de siz? Denemeye var mısınız?