Meltem Yıldırım
“Hangi şiire başlasam suskunum sana
Dağ göğsünde bir kaya diliyle suskun
Güneşte kavrulan bir kum tanesi
Çatlayan dudaklarım oluyor her gece
Yağmura suskun yaşamaya suskun
Haykırabilsem
Belki bir nehir köpürebilir sesimde
Silinebilir kuraklığın bütün izleri
Upuzun çöller vadileşebilir içimde”
Bugün şair, öğretmen, akademisyen, ama her şeyden önce dört başı mamur, gümbür gümbür bir yüreğin, Adnan Yücel’ in doğum günü.
Kimseye yakışmaz ya ölüm, sesi ve nefesi bir bahar rüzgârı gibi ruhumuzu nennilemiş bazılarını düşününce daha bir çetin gelir.
Sonrasında insan, ölümsüzlüğe de yine bu acılı hayretin umuda dönüşmesi ile inanır.
Birçok şiiri var, her şiirinin kendi içinde ayrı bir zirvesi var ama şu dizeler Adnan Yücel denilince insanın zihninde bir gül tomurcuğu gibi patlar:
“Sen yürürsün rüzgar yürür
Bir sevinç boylanır dünyada
Çocuklar korkusuz büyür
Kan boğulur susar
Dokunup geçtiğin her kuraklık
Yemyeşil bir vadiye dönüşür”
Devrim ve özgürlüğe dair umudunu, inancını dile getirdiği bu dizeler, onun sesinin, soluğunun, şiirinin geçtiği yerlerde yarattığı iklimin, bir bakıma şairliğinin de özeti gibidir.
Bir şair düşünün ki, en çok cezaevlerinde okunsun, kitaplarının bulunamayan baskıları orada olsun, yankısını en çok cezaevlerinde bulsun!
Kitapları “ateşin ve güneşin çocukları” diye tanımladığı mahpuslar arasında elden ele, şiirleri mektuptan mektuba umutla, sevgiyle, ışıkla dolaşsın!
27 Mart 1953’te Elazığ’ın Dilek köyünde dünyaya gelir. Kendi tabiri ile “Karayollarında çalışan bir işçinin çocuğu”dur. İşçi Hasan Yücel ile Zeliha Hanım’ın oğlu…
İlk, orta ve lise öğrenimini Elazığ’da tamamlar. Lisans eğitimini Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamlar ve 1975 yılında mezun olur. Mezun olduğu yıl Ankara Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapmaya başlar. Sonraki yıllarda Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü’ne girer. “Şiirimizde Garip Hareketi” üzerine yüksek lisans yapar.
Lisans eğitimini aldığı Diyarbakır’da da, öğretmenlik yaptığı Ankara’da da gençlik hareketleri en aktif tartışma ve eylemsellik süreçleri içerisindedir. Bir sosyalisttir Adnan Yücel; ancak doğduğu toprakların kültür ve kimlik sorununu iliklerine kadar duymakta bunun üzerine kafa yormaktadır.
Şiirleri Cumhuriyet, Yeni Halkçı Demokrat gibi gazetelerin yanı sıra Yeni Adımlar, Yeni Olgu, Yazko Edebiyat, Anadolu Ekini, Artı ve Söylem gibi çeşitli dergilerde yayımlamaya başlamıştır.
1979’da Yurt Yayınları tarafından basılan ilk şiir kitabı “Kavgalara Sözlenen Sevda” özellikle toplumcu çizgideki edebiyat eleştirmenlerinin dikkatini çekmiştir.
1980 bir sürek avı ile başlamış ve sonbaharda askeri darbe yapılmıştır.
Binlerce aydın, sosyalist ve devrimci artık zindanlardadır. Çok zor günlerdir. Zifiri karanlığın ve som acının içinde umudu diri tutmak, insan üstü bir çabayı gerektirmektedir.
1982 yılında ikinci şiir kitabı “Soframda Kaval Sesi” işte böyle bir atmosferde yayımlanır. Yıllar sonra o günlerden ve Soframda Kaval Sesi’nden bahsederken şunları söyleyecektir Adnan Yücel:
“Kavganın yenilgiyle ezildiği, kentlerin/sokakların yenilginin sarı rengiyle solduğu 12 Eylül karanlığında yazdığım Soframda Kaval Sesi’ndeki karamsarlık, umutsuzluk, acı bile bir öfke patlaması ve yeniden doğacak olan mavi ve kızıl özlemle aralar.”
O günlerde, bir sistematik işkence ve insan öğütme merkezi olarak hayata geçirilen Diyarbakır Bağlar’daki 5 No’lu Cezaevi, artık tüm akıl yürek zorlayıcı cenderesi ile bölge insanının beynindeki ur, kalbindeki kara delik gibi hayatındadır.
Zor zamanlardır. Yaşam sessiz bir ağıdın iç çekişinde devam etmektedir. Ama bir yandan tutsakların müthiş direnişi söz konusudur.
Mahkemedeki savunmasında “Bu insan çığlıklarını unutmayın!” derken Mehmet Hayri Durmuş, insanlık tarihine Diyarbakır Zindanı şerh düşülmektedir.
Şairin en bilinen eseri, “Ateşin ve Güneşin Çocukları” da işte bu duygu ikliminin ürünüdür. 1991’de basılacak eserin duygusal ve düşünsel zemini bugünlerde atılmıştır.
“Diyarbakır zindanında yaşananlardan etkilenerek yazdım ben o şiiri.” dediği Ateşin ve Güneşin Çocukları, bir kitap hacmindeki uzun şiiridir. Şair adeta acıyı, zulmü, direnişi, tükenmez bir umudu kağıda nakşetmiş gibidir.
“İşte dünya
İşte sen
İşte toprak
Dört ayrı ülkenin rüzgârlı dallarında
Savrulup duruyorsun yaprak yaprak” diye seslendiği halkının geçmişten bu güne, acı, özgürlüğe hasret ve umut dolu hikayesidir Ateşin ve Güneşin Çocukları.
Onun, Diyarbakır’ı ve o günleri yazmaya iten duygusunu, “iç çekişim” diye tanımladığı şairliğini kendi ağzından dinlemek de çarpıcıdır. Ruhunu, gümbür gümbür atan yüreğini tanımlayışındaki sadelik, insanı bir kez daha umudun tok maviliği ile sarar.
“..Bin yıldan beri düşüncesi, ismi yasaklanmış bir toplumun sesi nasıl çıkar? Sesi kan içinde çıkmıştır hep. Toprakları acılı topraklara dönüşmüştür. O topraklarda açan çiçekler bile acı renginde olmuştur hep… İç çekişim ve başkaldırışım bu yüzden.
Kavganın o zor, fırtınalı, zamanında mekanında ‘yenilgi sarısına boyandığı’ günlerinde, yüreğime dolan acıyı, patlamaya hazır öfkeyi yeraltı nehirlerinin soluğunu duyduğum anda güçlü bir gelecek inancına dönüştürmeye çalışan bir şairimdir sadece.”
Öğretmenlik yaptığı bu yıllarda sırası ile Bir Özlem Bir Türkü (1984), Acıya Kurşun İşlemez (1985), Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek (1986) kitapları yayımlanır. Şair acıya karşı umudu ve direnci kelimelerle örerek var olmaya, var etmeye devam etmektedir.
1987 yılından itibaren, emekli olana kadar çalışacağı Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Türk Dili Öğretim Görevlisi olarak görev yapmaya başlar. Adana ve Çukurova günleri, akademisyenliğin yanı sıra birçok uğraşı bir arada başarıyla götürdüğü günlerdir.
Şair aynı zamanda bir insan hakları savunucusu ve aktivistidir. 1991 yılında Diyarbakır’da katledilen Vedat Aydın’ın cenazesi sonrası gazeteci Yavuz Özcan’a verdiği röportajda şunları söyleyecektir:
“Vedat benim arkadaşım ve çok sevdiğim biri. Bu nedenle yüreğimde bir parça koptu. Sevgili kardeşim Vedat da 1953 doğumlu ben de 1953’lüyüm. Vedat 1979’da Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nden mezun olmuş, ben de Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden 1975 yılında mezun oldum. Gördüğün gibi yaşamımızın kesiştiği yönler çok. Vedat’ın cenazesine giderken Adana İHD Başkanı Avukat Elif Tuncer ve İHD yöneticileri Hasan Üzüm, Yusuf Üzüm, Celal Ölçmez ve İmam Turan’ı trafik kazasında kaybettik. Bu arkadaşların çoğunu tanıyordum. ‘Beşlerin Türküsü’ şiirini onlara ve Vedat şahsında, dostluğa, kardeşliğe armağan ediyorum.”
1991 tarihli bu röportaj, Adnan Yücel’in o güne değin verdiği en uzun ve kapsamlı röportajdır. Sanatına, hayata bakışına, akademisyenliğine, çalışmalarına dair birçok bilgiye ilk elden, şairin kendisinden ulaşım imkanı sağlayan bir başvuru kaynağı niteliği taşımaktadır.
Gazeteci Yavuz Özcan “Cenaze dönüşü görüşmek üzere sözleştik. Sonrasında 2 saat boyunca ben sordum, Adnan Yücel sorularıma cevap verdi. Gazetecilik yaşamım boyunca böylesine keyifli bir söyleşi yapmamıştım. Şiiri yayınladım ama söyleşiyi zorda kalmasın diye yayınlamadım ve öylece bu güne kadar arşivimde kaldı. Ölümünün 14. yılında kendisini saygı ile anarak yayınlıyorum.” diyerek 2016’da röportajın tamamını yayınlamıştır.
Yavuz Özcan’ın, Vedat Aydın’ın faili meşhur-meçhul bir cinayete kurban gittiği o günlerde kaygısını anlamak mümkün. Zira sorular kadar Adnan Yücel’in verdiği cesur cevaplar da çarpıcı.
“Ateşin ve Güneşin Çocukları’nda hakim sisteme de bayrak açıyorsunuz, bundan korkmuyor musunuz?” sorusuna şu cevabı veriyor Adnan Yücel:
“…ne bireysel olarak sistemin başıma açacağı veya öreceği tecrit duvarlarını, ne karşılaşabileceğim sinsi tecrit ve sindirme yöntemleri umurunda bile değil. O devasa halk pınarının içine koyuverdim kendimi ve Dehaklar’dan başlayarak bugünün modern özgürlük savaşının sunduğu sınırsız imgelerle buluşarak Kürt halkının yarattığı destanları geleceğe uzanan tarih bilinciyle yeniden yeniden yoğurup armağan ederim Kürtlere. “
Çukurova Üniversitesi’nde Türk Dili derslerine giren Adnan Yücel, bir yandan da edebi ve akademik üretimine devam etmektedir. Rüzgarla Bir (1989), Ateşin ve Güneşin Çocukları (1991), Karacaoğlan, Yaşamı, Çağı, Kişiliği, Sanatı ve Seçme Şiirleri (araştırma-inceleme, 1992), Çukurova Çeşitlenmesi (1993) bu yılların ürünüdür.
1996 yılında Rotterdam’da düzenlenen şiir festivaline Türkiye’yi temsilen katılan Adnan Yücel’in on şiiri Hollandaca’ya çevrilmiştir.
Yoğun ve üretken bir tempo ile geçen Adana yıllarında bir yandan da Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN Yazarlar Derneği, Edebiyatçılar Derneği, Çukurova Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği üyelikleri bulunan Adnan Yücel, içinde bulunduğu tüm bu yapılara aktif emek vermektedir.
Ve 24 Temmuz 2002… Bir süredir akciğer kanseri tedavisi gören şair 49 yaşında gözlerini yumduğunda bu erken vedayı kabullenebilmek kolay değildir.
Koca bir yüreğin aşkla bağlı olduğu toprakların ritmini tutan şiirler, bu şiirleri her okuyuşunda yüreği umudu ve direnci vuran binlerce insan…
Ve sevda ile bağlı olunan kadın Ayşe Yücel, iki güzel evlat…
Ve dostlar, sevgileri kadar sitemleri de büyük olan dostlar…
Kızgındır Şükrü Erbaş. Ölümün kendisine, kansere, adını koyamadığı daha bir çok şeye… “Şiirimizin itiraz damarlarından birisi daha kesildi. Erken, haksız ve aptal bir ölüm. Yüksek sesini özleyeceğim. Güneşin çocuklarının başı sağolsun.” diyerek savurur dünyaya sitemini.
Sennur Sezer’in ruh hâli de pek farklı değildir ondan. “Adnan Yücel, döğüşüne ara verdi. Onun durumu başka nasıl açıklanabilir ki?” der ve çok sevdiği arkadaşının adını ölüm ile anmaktan ısrarla kaçınır. Ve devam eder: “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek çileler çekilecek, kavga sürecek… Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek… Çünkü sevda kavgalara sözlenmiştir. Şiir okumayı, yorumlamayı, yazmasını bildiği kadar bilen bir şair ara verdi kavgaya.”
Bugün, “Ölümüm bahar olsa” diyen Adnan Yücel’in 68. doğum günü.
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya, yani dört mevsimlik bahara dek daimi devre tabi ruhunun, çağımızla, gözlerimizle, gönlümüzle buluşmasına vesile olan bugünü, onun bir şiiri ile taçlandıralım.
Anısına saygıyla…