Yılan hikâyesi (1)

Ulaş Kızılsu

Bayanlar, baylar, ağaçlar, çocuklar, hayvanlar; “Yılan Hikâyesi” isimli, iç bayıltan, hayattan soğutan, insanı sinirden içten içe yiyip bitiren yeni yazı dizimize hoş geldiniz!

Geçtiğimiz hafta Hayvan Haklarını Araştırma Komisyonu, raporunu Meclis Başkanlığına sundu; olanı biteni anlatmak da bizim boynumuzun borcu oldu. Bugünden itibaren, hayvan hakları savunucularının yıllardır verdiği hukuk mücadelesini ve kanun çalışmalarını dünden bugüne aşama aşama sizlerle paylaşacağım.

Neden “yılan hikâyesi”? Hayvan Hakları Kanunu çalışmaları, bu araştırma komisyonunun kurulmasından çok daha öncelere dayanıyor ve bu kanun nasıl oluyorsa bir türlü çıkmıyor.
Bakınız:

2004 yılında 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu çıktığında başlıyor hayvan hakları savunucularının mücadeleleri. Uzun yıllar Meclis koridorlarını aşındırıyorlar ve ilk somut adım 2008 yılında Bülent Baratalı, Emin Nedim Öztürk ve Necati Özensoy’un kanun teklifleriyle atılıyor.

O süreçten bugüne kadar yüzlerce gündem dışı konuşma yapılıyor, araştırma önergeleri, kanun teklifleri, soru önergeleri veriliyor.

2011 yılında HAYTAP Başkanı ve bir grup sanatçı; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kadir Topbaş ve Egemen Bağış tarafından misafir ediliyorlar, Çevre Bakanı Veysel Eroğlu’yla defalarca görüşmeleri oluyor ve Hayvan Hakları Kanunu için destek sözü alıyorlar.

2012 Şubatında Meclis’te HAYTAP’ın ve dört partinin birden katılımıyla bir basın toplantısı gerçekleştiriliyor, “Bu yasa çıkacak, başka yolu yok.” deniyor.

Hayvan hakları savunucularının toplumu bilinçlendirme çabalarına verdiği önem sonucu kanun değişikliği geniş kitleler tarafından talep edilmeye başlanıyor ve 2012 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla bir kanun tasarısı geliyor ama ne tasarı!.. Kısırlaştırılan hayvanların “doğal yaşam alanı” denilen alanlara atılıp insanlardan soyutlanması, tehlikeli köpek ırkı -o da ne demekse- barındıranların hayvanlarını belediye barınaklarına teslim etmesi, aksi takdirde hayvanlara zorla el konulacağı, evde bakılacak hayvan sayısına sınırlandırma getirilmesi gibi akıllara zarar maddeler barındıran tasarı infial yaratıyor.

30 Eylül 2012’de Türkiye tarihinin en büyük hayvan hakları yürüyüşü yapılıyor, on binlerce kişi Galatasaray’dan Taksim’e kadar meydanları dolduruyor ve bu olaydan birkaç gün sonra Hükûmet tasarının revize edileceğini açıklıyor.

Geldiiik 2014 yılına.

Tasarı Çevre Komisyonu’na geliyor. Selçuk Özdağ Başkanlığındaki alt komisyon ve Erol Kaya Başkanlığındaki ana komisyon tam 58 STK, 29 belediye, 10 baro, 5 üniversite ve 3 meslek odasından görüş alıyor ve çok ayrıntılı saha çalışmaları yapılıyor. Sonuç itibarıyla birkaç ufak eksikliğe rağmen STK’ların ve tüm siyasi partilerin uzlaşmasıyla kanun komisyondan çıkıyor fakat Genel Kurul aşamasına gelemeden araya seçimlerin girmesiyle kadük kalıyor.

O günden sonra da her hayvan katliamı haberi çıktığında devletin üst kademelerinden kanun değişikliği yapılacağına dair açıklamalar geliyor, önce “24 Haziran seçiminden sonra yasa çıkacak.” deniyor, o olmuyor, “31 Mart seçiminden önce çıkacak.” deniyor, o da olmuyor. Olmuyor da olmuyor…

Peki olması gereken ne? STK’ların üzerinde uzlaştığı kadük olan tasarı yeniletilip yasalaşabilirdi. Fakat bunun yerine, yerel seçimler öncesi yasayı çıkarma sözünü tutamayan AKP, tuttu Binali Yıldırım’ın önergesiyle bir Araştırma Komisyonu kurdurdu. İstanbul seçimleri öncesi önemli bir yatırımdı muhakkak fakat bu halk bunu yemedi, komisyonun ismini “Oyalama Komisyonu” koyuverdiler.

Neden?

Çünkü Araştırma Komisyonları sadece tavsiye kararı alır ve bu kararların bir bağlayıcılığı yoktur, kanun yapmaz. Dolayısıyla bu komisyonun sunduğu “harika”ya yakınsayan rapor, üyelerinin tüm iyi niyetine rağmen, şu aşamada kanunlaşmadığı sürece hiçbir şey ifade etmemektedir.

Raporun ayrıntılarına önümüzdeki yazılarda değineceğiz.

İyi haftalar…