Yoksulluk, sosyal adaletsizlik ve insan hakları*

İnsanlık tarihinin çok eski zamanlarından bu yana gündemde olan yoksulluk, kapitalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte kitleselleşmiş ve sistematik hale gelmiştir.

BM Yoksulluk ve İnsan Hakları Özel Raportörü: Özelleştirmeyle yakından bağlantılı kemer sıkma politikaları popülist, insan hakları karşıtı siyasetçilerin yükselişinde verimli bir zemin oluşturmuştur.

Yoksulluk, Ankara. Fotoğraf: DepoPhotos

Dr. Öğr. Üyesi Neşe Şahin Taşğın**

İnsanlık tarihinin çok eski zamanlarından bu yana gündemde olan yoksulluk, kapitalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte kitleselleşmiş ve sistematik hale gelmiştir. Kapitalizmin geçirdiği dönüşümler ve toplumsal güç dengeleri çerçevesinde yoksulluğa yaklaşımlar da değişmiştir ve değişmeye devam etmektedir. Yoksullukla mücadele ve yoksulluğu azaltma stratejileri 1990’lı yıllardan bu yana uluslararası toplumun gündeminde bir konu olmaya devam etmektedir. Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği yoksullukla mücadele amaçlı hedefler koymakta ve çeşitli stratejiler geliştirmektedirler. Ancak bu çalışmalar, içinde bulunduğumuz çağda yaşanmakta olan yoksulluğu ortaya çıkaran neoliberal küresel ekonomik politikalar ve “piyasa dostu” reformlar çerçevesinde yapılmaya çalışılmaktadır.

Birleşmiş Milletler tarafından 2015 yılında kabul edilen 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefinden ilki (1) 2030 yılına kadar bütün şekilleriyle yoksulluğa son verilmesidir. Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünya nüfusunun yüzde 10’u hâlâ aşırı yoksulluk içinde yaşamakta, sağlık, eğitim, su ve sanitasyona erişim gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Günde 1,90 doların altında yaşayan insanların çoğunluğu Sahraaltı Afrika’da yaşamaktadır. Kırsal yoksulluk bütün dünyada yüzde 17,2 oranıyla kentsel alanlardaki yoksulluktan üç kat daha fazladır. Yoksulluk en çok çocukları etkilemekte ve beş çocuktan biri aşırı yoksulluk içinde yaşamaktadır. (2) 

Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri çerçevesinde kabul edilen yoksulluğa son verilmesi hedefi, uluslararası toplumun yoksullukla ilgili olarak aldığı ilk karar değildir. Birleşmiş Milletler, 2000 yılında kabul ettiği Milenyum Deklarasyonu ile yoksulluğun 2015 yılına kadar azaltılmasını bir hedef olarak önüne koymuştu. Ancak bu hedefe ulaşılamadığından 2015 yılında yeni hedefler belirlenmiştir. Peki acaba neden böyle olmaktadır?

Neoliberal ekonomik politikalar yoksulluğu artırıyor

Yoksullukla mücadelede izlenen politikalar “ekonomik gelişme”, “kalkınma” günümüzde de “sürdürülebilir kalkınma” gibi konuyu ekonomik perspektiften ve “gelişim” odaklı ele almakta, önerilen çözümler de yine bu çerçevede olmaktadır.

Uluslararası finans kuruluşlarının (Uluslararası Para Fonu-IMF ve Dünya Bankası), uyguladıkları neoliberal yapısal reformlar sonucunda yoksulluk daha fazla artmıştır.

Özellikle 1990’lı yıllarda uyguladıkları neoliberal yapısal dönüşüm politikalarına yönelen eleştiriler çerçevesinde, bu kuruluşların yoksullukla ilgili çalışmaları gündemlerine aldıkları görülmektedir. Ancak yoksulluk bu kuruluşların gündeminde uyguladıkları reformların yaygınlaşmasının önünde bir engel olarak yer almakta ve önerileri de bu çerçevede şekillenmektedir.

Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen yoksullukla mücadele amaçlı strateji ve hedeflerde de (son olarak Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinde de) uluslararası finans kuruluşlarının yaklaşımı etkili olmaktadır.

Sonuç olarak neoliberal ekonomik politikalar çerçevesinde geliştirilen yoksulluğu önleme çabaları, yoksulluğu önleyemediği gibi yoksulluk artmakta ve sosyal adaletsizlik yerel, bölgesel ve küresel düzeylerde giderek derinleşmektedir.

Sosyal ve ekonomik haklar piyasaya müdahale olarak görülüyor

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1992 tarihli 134 no’lu oturumunda kabul edilen kararında, yoksulluğun “insan onurunun ihlali” ve belli bazı durumlarda da yaşam hakkına tehdit oluşturduğu kabul edilmiştir. (3) Yaygın yoksulluğun insan onurunun ihlali olduğu çok sayıda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu belgesinde tekrar edilmiştir. (4) 1993 tarihli kararda, yoksulluğun ortadan kaldırılması ile insan haklarının tümüyle gerçekleştirilmesinin birbiriyle bağlantılı amaçlar olduğu ve yaygın yoksulluk ile insan haklarının gerçekleşmesinin güvence altına alınması sorumluluğu arasında çelişki olduğu vurgulanmıştır.

İnsan hakları-yoksulluk ilgisi çerçevesinde yürütülen tartışmalar, yaygın olarak sosyal, ekonomik ve kültürel haklar ile sivil ve siyasal haklar arasındaki hiyerarşi tartışmasından hareketle sürdürülmektedir. Sosyal, ekonomik ve kültürel hakların da insan hakları kabul edilip edilemeyeceği tartışması, ağırlıklı olarak liberal görüşlerin bu kategorideki haklara olumsuz yaklaşımından kaynaklanmaktadır.

Sivil ve siyasal haklar liberal bir düzenin ve piyasa sisteminin işleyişinin vazgeçilmezleri olarak görülmekte iken, sosyal ve ekonomik hakların piyasa sistemine müdahale anlamına geldiği savunulmakta, bu hakların korunması ve gerçekleşmesinde devletlerin olanakları ölçüsünde ve kademeli gerçekleştirmesi (progressive realisation) kabul edilmektedir.

Yoksulluk ve insan hakları ‘sorgulanamaz piyasa’ ile sınırlandırılıyor

Yoksulluk ve insan hakları bağlantısı çerçevesinde ortaya konulan insan hakları kavramlaştırmasını şekillendiren anlayış ise, devletin müdahalesinden arınmış piyasa sisteminin insan haklarını koruyan ideal toplumsal düzen olduğu yönündedir. Yoksulluk ve insan hakları çerçevesinde yapılan tartışmalarda belirli bir insan hakları kavramlaştırmasının yanında belirli bir ekonomik sistem koşulu da getirilmektedir. Yoksulluk ve insan haklarıyla ilgili yapılan tartışmalar sorgulanamaz gösterilen piyasayla sınırlandırılmıştır. İnsan haklarının neliği, korunma ve gerçekleşme gereklilikleri üzerinde durulmayıp “ezbere” bir insan hakları anlayışı, insan haklarının tek anlaşılma biçimi olarak sunulmaktadır.

Birleşmiş Milletler Yoksulluk ve İnsan Hakları Özel Raportörü Philip Alston, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü vesilesiyle London School of Economics’te yaptığı konuşmada (2016), birçok popülist siyasî liderin milliyetçi, yabancı düşmanı, kadın düşmanı ve açıkça insan hakları karşıtı gündeminde, insan hakları hareketinin stratejilerini yeniden değerlendirmesi ve genişletmesi gerektiğini belirtmektedir. Alston’a göre, uluslararası ve yerel insan hakları hareketleri arasında daha etkili bir sinerji yaratma ihtiyacı bulunmaktadır. Ayrıca refah ve kalkınma hedefleri yerine ekonomik ve sosyal hakları, insan hakları olarak benimsemek ve savunmak gerekmektedir. (5)

Alston, 2018 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyine IMF ve sosyal koruma üzerindeki etkileri (Mayıs 2018) (6) ile özelleştirmenin (Eylül 2018) (7) yoksulluk ve insan hakları açısından yarattığı sonuçları değerlendiren iki rapor sunmuştur.

IMF politikalarının yoksulların insan hakları üzerindeki etkilerinin sosyal koruma konusundaki çalışmaları çerçevesinde incelediği ilk Raporda, IMF’nin eşitsizlik, toplumsal cinsiyet eşitliği, yönetişim, iklim değişikliği ve sosyal koruma gibi konulara odaklanacağı yeni ve büyük değişiklere yönelmiş olmasının insan hakları perspektifinden memnuniyetle karşılandığını belirtmektedir. Ancak soykırım durumları dışında insan hakları normlarına bağlı olmayan IMF, BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesini kendisi açısından geçerli kabul etmemektedir. Öte yandan IMF, özellikle sosyal korumadan ne anladığı konusunda net olmayıp pragmatiktir ve yoksulluğa yaklaşımı da hâlâ neoliberal ekonomik politikalar çerçevesinde şekillenmektedir.

‘Özelleştirmeler insan haklarının korunmasını olumsuz etkiledi’

Özelleştirme uygulamalarının insan hakları ve yoksulluğa etkileri üzerine odaklanılan ikinci Raporda ise, devletin rolünü özeleştirme yoluyla küçültmeyi amaçlayan neoliberal politikalar eleştirilmekte, özelleştirmenin insan haklarının korunmasını sistematik olarak olumsuz etkilediği ve düşük gelirli kişilerin ve yoksulluk içinde yaşayanların durumunu daha da marjinalleştirdiği belirtilmektedir.

Mevcut insan hakları hesap verebilirlik mekanizmalarının, büyük ölçekli ve yaygın özelleştirmelerin getirdiği zorluklarla başa çıkmak için açıkça yetersiz olduğunu belirten Alston, insan hakları savunucularının yaklaşımlarını temelden yeniden gözden geçirmeleri gerektiğini vurgulamaktadır. Özelleştirmeyle ilgili standartların geliştirilmesini, özelleştirmenin belirli alanlarda insan hakları ile yoksul ve marjinalleşmiş topluluklar üzerindeki etkilerine yönelik çalışmaların yapılmasını, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi amacıyla yapılan düzenlemelerin özellikle insan haklarına etkilerinin ele alınması konusunda ısrar edilmesini ve Sözleşme organlarının (BM Sözleşmeleri), özel prosedürlerin, bölgesel mekanizmaların ve ulusal kurumların özelleştirme bağlamında devletleri ve özel aktörleri sorumlu tutabilecekleri yeni yolların araştırılmasını acil olarak yapılması gerekenler olarak önermektedir. 

Birleşmiş Milletler Yoksulluk ve İnsan Hakları Özel Raportörünün, uluslararası finans kuruluşlarının yoksulluk yaratıcı neoliberal politikaları gözden geçirmeleriyle ilgili eleştirileri ve insan hakları savunucularına yaptığı çağrılar son derece önemlidir. Alston’un şu sözleri yoksullukla mücadeleye ve özellikle dünyada ve ülkemizde son dönemde yaşanmakta olan insan haklarıyla ilgili olumsuz gelişmelere ışık tutması bakımından önemli görünüyor: “Özelleştirme ayrıca, Hükümetlerin kamu mal ve hizmetlerinin tahsisine karar vermedeki rolünü marjinalleştirerek demokrasinin altını oyar (undermines), bu da vatandaşları seçimlere katılmaları için daha az teşvik eder. Son yıllarda birçok devlette, özellikle düşük gelirli insanları etkileyen siyasî sömürgecilik eğilimi ortaya çıkmış ve özelleştirmeyle yakından bağlantılı kemer sıkma politikaları popülist, insan hakları karşıtı siyasetçilerin yükselişinde verimli bir zemin oluşturmuştur” (8).

Dipnotlar

* Bu yazı Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Bülteni’nin Mart 2020’de yayımlanan 6. sayısından alınmıştır.

**Maltepe Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi.

(1) Diğer hedeflerden bazıları şunlardır: sağlık ve esenlik, kaliteli eğitim, toplumsal cinsiyet eşitliği, insana yakışır iş ve ekonomik büyüme, eşitsizliklerin azaltılması, sürdürülebilir şehirler ve topluluklar…

(2) https://www.un.org/sustainabledevelopment/poverty/

(3) United Nations General Assembly (1992). Human Rights and Extreme Poverty. A/RES/47/134, 92nd plenarymeeting, 18 December 1992. http://www.un.org/documents/ ga/res/47/a47r134.htm

(4) 1993/13 ve 2001/31 tarih ve sayılı kararlar.

(5) Alston, Philip (2017), “The Populist Challenge to Human Rights”, Journal of Human Rights Practice, 9, s. 1-15.

(6) A/HRC/38/33 https://documents-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/G18/127/23/PDF/G1812723.pdf?OpenElement

(7) A/73/396  https://undocs.org/A/73/396

(8) Alston, Philip (2017), Report of the Special Rapporteur on Extreme Poverty and Human Rights, A/73/396: 25

Not: Spot ve ara başlıklar editör tarafından çıkarılmıştır.