Adnan Genç
Size beni ben yapan iki unsurdan söz etmek istiyorum ve inanın ikisi de hak ediyor. Elbette bu iki unsurla sınırlanmış olamaz insanların kişisel gelişimleri veya çıktıkları yolun başlangıcı…
Fatih 13. Taş Mektep’te (Fatih İlkokulu’nda) okuyordum. Öğretmenimiz Fethiye Özcan ve amcam Mahmut Genç, kitap tutkunu insanlardı. Amcam, tv’lerin falan olmadığı günlerde; evimizde kalırdı ve akşamları bize çoğunluk MEB çeviri yayınlarıyla, Varlık Yayınları’ndan kitapları açar ve okurdu. Çeviri metinlerin de en anlayabilecek olduklarımızı seçerdi doğal olarak. Doğu mitosları, Batı masalları gibi şeyler.
Öğretmenimiz de mutlaka her ay bir kitap okumamızı ve özetini çıkarmamızı isterdi. Okulumuzun yakınlarında kitapçılar da vardı, kırtasiyeciler de… Bir de çapraz karşımızda Fatih Millet Kütüphanesi.. Yani bugünlerin Ali Emiri Kütüphanesi. Adının değişmesi doğru olmuştur bence… Hayli ilginç biridir Ali Emiri bey (efendi mi diyecektim, bilemedim)… Muhtemelen hemen her kitabın arkasındaki listede hep adım vardır. Yüzlerce kitap alıp okumuşumdur, oradan… Amcamın hikâyesine az daha dönüp, Ali Emiri’nin öyküsüne geçeceğim (böyle hitap da olmadı, asker arkadaşım gibi oldu)… Aa, evet Yunus Emre diyoruz ama Yunus Emre bey, demiyoruz. Tamamdır…
Pera Müzesi’nin, 2007 başında yarım yıl için açmış olduğu Fermanlar, Beratlar, Hatlar, Kitaplar Millet Yazma Eser Kütüphanesi’nden Bir Seçme sergisinin tanıtım metninden:
“Geçmişin kültür mirasının, özellikle de bu mirasın kolayca yok olabilecek bazı kırılgan parçalarının zamanın tahribine uğramadan günümüze ulaşabilmiş olmasını, bütün hayatlarını bu nesneleri toplamaya, korumaya ve gelecek kuşaklara aktarmaya adamış bir dizi adsız kahramana borçluyuzdur çoğunlukla. Geçmiş dönemlerin birçok önemli ürünü, bu değerbilir insanlar sayesinde savaşlardan, yıkımlardan ya da doğal afetlerden kurtulmuş ve yüzyılları kat ederek günümüzün modern müze ya da kütüphane koleksiyonlarında yerlerini almışlardır.”
Ali Emiri de, Fatih semtinin ilginç simalarından birine pek benzer… Yani bütün varlığını kitap, özel belge, yazma edinmeye ayırmıştır. Gene böyle biri vardır, Sanki Yedim Camii’ni yaptıran kişi. O da harcamamış, mahallede arasında hem de artık bitişik nizamda sıkışmış olan minik mahalle camiini inşaa ettirmiş…
Hayatı ve Eserleri…
Böyle bir başlık hayat boyu beni rahatsız etmiştir ama artık bilerek kullanıyorum… Çünkü hayatı ve yaptıkları bağlamında eserleri önemli, Ali Emiri’nin…
İzninizle sergi tanıtım metni üzerinden biraz devam edelim; çünkü, eserlerinin kategorik olarak nelerden oluştuğunu net olarak anlamamıza yardımcı olacak… Devam edersek:
“Pera Müzesi ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü salonlarında açılmış olan Ali Emîrî Efendi ve Dünyası sergisi, işte bu insanlardan birinin sıra dışı serüvenine ışık tutan bir sergi oldu. Çöken imparatorluğun yıkıntıları arasından toplayıp yaşamı boyunca titizlikle koruduğu, sonra da kendi kurduğu Millet Kütüphanesi’ne bağışladığı ferman, kitap ve hatların yanı sıra Ali Emîrî Efendi’nin “kültür insanı” kimliğini öne çıkaran özel eşya ve belgeleri arasından yapılmış bu derleme, onun tutkuyla bağlandığı bir dünyaya heyecan verici bir yolculuk niteliği taşıdı.
Sergi, üç ana bölüm üzerine kurgulanmıştı. Birinci bölümde, Kanûnî’den Sultan Reşad’a uzanan 500 yıllık bir dönemin tuğra, hat ve tezhip şaheserleri olan ve günışığına çıkmamış 49 adet ferman ve berat yer aldı.
İkinci bölüm ise hat sanatının büyük ustalarına ait 31 adet kıt’a ve levhayı kapsadı. Şeyh Hamdullah, Hâfız Osman, Yedikuleli Seyyid Abdullah, Şeyhülislâm Veliyüddin Efendi, İsmail Zühdi, Mahmud Celaleddin ve Kadıasker Mustafa İzzet Efendi’nin kaleminden çıkma hatlar, Osmanlı estetiğinin ulaştığı baş döndürücü zirveyi gözler önüne seriyordu.
Ali Emîrî Efendi’nin bütün ömrü boyunca topladığı muhteşem ve nadir yazma kitaplardan bir seçmeden oluşan üçüncü ve son bölümde ise Osmanlı padişahlarına ait dîvânlar; tıp, coğrafya, tarih ve tasavvuf konulu bu geniş yelpazede 69 adet kitap sergilendi.
Ali Emîrî Efendi’nin 1914’te keşfettiği ve dünyadaki tek nüshası Millet Kütüphanesi’nde olan, 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı efsane kitap Dîvânu Lugâti’t-Türk ise ilk defa bu sergide yer aldı.
Ali Emîrî Efendi, 1854’te Osmanlı taşrasının önde gelen merkezlerinden Diyarbakır’da doğdu. Düzenli bir eğitim görmedi. Taşrada görev yapan bütün Tanzimat memurları gibi ömrü imparatorluk coğrafyasını boydan boya kat ederek geçti. Gittiği her yerde kaderine terk edilmiş nadide kitapları topladı. Elde edemediklerini bizzat kendisi kopyalayarak kaybolmaktan kurtardı. Kitaplar onun için bir koleksiyon malzemesi değil, okunarak geçmişi keşfetmenin birer aracıydı. Yaşadığı çağın modernleşme hareketlerine fazla ilgi duymadı. En büyük tutkusu, Osmanlı-Türk mirasını yeni kuşaklara tanıtmaktı. Bunun için Millet Kütüphanesi’ni kurdu ve kitaplarını milletine bağışladı.
Ali Emîrî Efendi şair, tarihçi, biyografi yazarı ve yayıncıydı. Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü keşfeden bir kitap meraklısı olarak tanındı. Hiç evlenmedi, hiç fotoğraf çektirmedi ve Beyoğlu’na hiç adım atmadı. Hayatını kitapları ve kedileriyle geçirdi. 1924 yılında İstanbul’da hayata veda etti.”
Hadi Mahmut Genç’in özel öyküsüyle bitireyim:
Amcam (ömrü uzun olsun), belediye zabıta memuru iken, binlerce kitap satın almış ve evini kitaplığa çeviremediği için (azami yük); sandıklarda ‘kara fatmaların’ hizmetine vermiştir. Sonra zorunlu olarak AKM arkasındaki kitaplığa armağan etmiştir. On bin kitap, kütüphaneye on kitap da bana… Kitaplığın onur listesinde adı Vehbi Koç’tan sonra gelir… Kitaplı yazılara devam edeceğiz. Kitapsız kalmayın, efendim…