Ankara Üniversitesi akademisyenleri: Kampüsler açık hava hapishanelerine benzedi

Ankara Üniversitesi akademisyenleri, güvenlik politikaları ve polisiye tedbirlerin üniversitelerin çehresini değiştirdiğini vurgulayarak, kampüslerin açık hava hapishanelerine benzediğini, öğrencilerin muhbir ve özel güvenlikler ile kuşatıldığını ifade etti.

Ankara Üniversitesi’nden (AÜ) 26 akademisyen, Boğaziçi Üniversitesine kayyım rektör olarak atanan Melih Bulu’yu protesto etmek ve Boğazaiçililere destek vermek için görüntülü dayanışma mesajı paylaştı.

AÜ’lü akademisyenler, yaptıkları paylaşımda “Hoca cüppeleri postallarla ezilmez, üniversite kapısı kelepçelenmez” mesajı vererek rektörlerin üniversite bileşenleri tarafından seçilmesi gerektiğini ifade etti. Akademisyenler ayrıca, Boğaziçi protestolarında tutuklanan öğrencilerin serbest bırakılmasını istedi.

Rektör atama uygulaması dışında üniversitelerde problemli olan diğer durum ve uygulamaları Boğaziçi’ne dayanışma videosunda yer alan bazı Ankara Üniversiteli akademisyenlerle konuştuk.

‘Dışarıdan atamalar idari ciddi rahatsızlık yaratıyor’

Akademisyen Erkan Müniroğlu, atama usulünün rektörlerle sınırlı olmadığına dikkat çekerek “Dekanlar, daire başkanları, müdürler de atanıyor. Fakülte bileşenlerinin iradesini temsil etmeyen dekanlar bazen fakülte dışından da atanabiliyor” dedi. Üniversite dışından yapılan diğer yönetici atamalarının özellikle idari personelde ciddi rahatsızlık yarattığını kaydeden Müniroğlu, fakülte/enstitü yönetim kurullarının rektöre danışmadan karar alamadıklarını belirtti.

‘Öğrenciler kameralar, muhbirler ve özel güvenlikler ile kuşatıldı’

Fakültelere danışılmadan bizzat rektörün talimatıyla akademik kadro ilanına çıkıldığını vurgulayan Müniroğlu, “Özel şartlarla, aslında adrese teslim şartlarla, çoğu adayın akademik kadrolara başvurması engelleniyor.” diye kaydetti. Müniroğlu, öğrencilerin kameralar, muhbirler ve özel güvenlikler ile kuşatılmış durumda olduğunu kaydederek, eleştirel bir söz söylediklerinde ise soruşturmalarla cezalandırılıp hedef gösterildiklerini ifade etti.

‘İktidarın yanında yer almayan akademisyenler alt kadrolarla cezalandırılıyor’

 Müniroğlu. “Siyasal iktidarın yanında yer almayan akademisyenler, doçent olup profesörlük şartlarını sağlasalar bile araştırma görevliliği veya alt kadrolarda çalıştırılarak cezalandırılıyor. Bütün bu karamsar tabloya rağmen söz söyleyenlerin her geçen gün arttığını görmek oldukça sevindirici.” dedi.

‘Rektörlerin bazı yetkileri dekanlara devredilmeli’

Üniversitelerde yaşanan bu sorunların çözümünün ülkenin genel sorunlarının çözümünden bağımsız olmadığına işaret eden Müniroğlu, şunları ifade etti:

“Bununla birlikte akla gelen ilk çözüm hem rektörlerin hem de dekanların idari/akademik personel ve öğrenciler tarafından seçilebileceği bir yasal düzenleme yapılmasıdır” dedi. Oy ağırlığının nasıl olacağının mutlaka kamuoyu önünde tartışılması gerektiğini belirten Müniroğlu, “Ayrıca rektörlerin yetkilerinin bir kısmının dekanlara devredilmesi de gerekir. Böylece hem fakülte içinde hem de üniversite düzeyinde alınan kararlarda öğrencilerin ve çalışanların iradesinden bahsetmek mümkün olabilir.”

‘Eskiden en azından kör topal bir demokrasi vardı’

Akademisyen Özgür Yaren de, yakın zamana kadar, rektörlerin belirlenmesinde öğretim üyelerinin seçim usulünden tamamen vazgeçilmesinden önce üniversitelerde kör topal işleyen bir tür demokrasi olduğunu belirtti. Yaren, son kararı yine YÖK’ün düzenlemesiyle Cumhurbaşkanı’nın verdiğini ancak rektör adaylarının seçimden önce öğretim üyelerine kendini anlatmak ve olabildiğince çok öğretim üyesinin oyunu almak için uğraştıklarına dikkat çekti.

Bu uygulamayla üniversitelerde, seçimde en az oy alan rektör adaylarının yarıştan çekildiğine değinen Yaren, “Böylece YÖK ve Cumhurbaşkanı müdahalesinin etrafından dolanıyordu. Bu sınırlı demokrasi kurum içinde de işliyor, en azından merkezi üniversitelerde dekanlar ve bölüm başkanları da öğretim üyelerinin, yasalarca düzenlenmediği için adına seçim denemese de eğilim yoklamasıyla belirleniyordu.” diye kaydetti.

‘Eski sistem az da olsa hesap verme sorumluluğu barındırıyordu’

Yaren, eski sistemin yöneticilere bir dereceye kadar meslektaşlarına hesap verme sorumluluğu getirdiğine dikkat çekerek, “Bölüm toplantılarında, fakülte kurullarında, üniversite senatosunda tartışmaların ve fikir anlaşmazlıklarının da çıkabileceği bir ortam ihtimali doğuruyordu” dedi.

‘Tüm karar alma toplantıları formaliteye dönüştü’

Rektör seçimleriyle birlikte dekan ve bölüm başkanı seçimlerinin de buharlaştığını ifade eden Yaren, “Üyelerinin karar almada etkili olduğu her tür senato ve kurul toplantısı da yasalara aykırı bir biçimde formaliteye dönüştü. Bunun sonuçları çok yıkıcı oluyor. Üniversiteye siyasetin doğrudan müdahale etme isteğinin yarattığı gerilimler ortada.” şeklinde konuştu.

‘Eskiye dönülse de sorunlar ortadan kalkmayacak’

Sorunun bununla sınırlı olmadığını ifade eden Yaren, “Kararların yukarıdan, kimsenin fikrini sormadan, kimi zaman fiziksel olarak toplanılmadan ‘imzaya açılarak’ alelacele alınması kurumsal işleyişi bozuyor” dedi. Bugün “eskiye” dönülse de sorunların ortadan kalkmayacağını vurgulayan Yaren, şunları ifade etti:

“Üniversiteler, en seçkin olanları da dahil, ülkenin ve dünyanın geri kalanının ikliminden doğrudan etkileniyor. Tek adam mantığı, kimseye hesap vermeyen güçlü yöneticiler doğurup kurumsal kapasiteyi yıkıyorlar. Bilginin ve akademik işgücünün piyasalaşması pek çok çarpık semptomu beraberinde getiriyor. Güvenlik politikaları ve polisiye tedbirler üniversitelerin çehresini değiştiriyor. Kampüsler yüksek duvarlar, kameralar ve kalabalık güvenlik ekipleriyle üç kişinin bir araya gelmesinin olağanüstü bir güvenlik durumu olarak görüldüğü açık hava hapishanelerine benziyor. Araştırmacılar özgür bir düşünce ortamı bulamıyorlar. Bu sorunlar öğretim üyeleri rektör adaylarına oy verirken de vardı.”

‘Hem mali hem yasal özerkliği garanti altına alınmış üniversiteler gerekli’

Yaren, çözüme ve ideal bir üniversiteye en yakın şeyin, ifade özgürlüğünün kutsal olduğu ve korunduğu, kurum içi demokrasinin işletildiği, liyakat ilkesinin şeffaf kurallarla uygulandığı hem mali hem yasal özerkliği garanti altına alınmış bir üniversite ideali olduğunun altını çizdi.

Bunların kulağa şimdilik soyut ifadeler gibi gelebileceğini ifade eden Yaren, özgür, demokratik ve özerk bir üniversite idealine sonunda bir dizi yasal düzenlemeyle, kurumsal ilkelerle ve bunların uygulamasını gözeten akademisyenlerle, idari personelle ve öğrencilerle yaklaşılabileceğini kaydetti. Yaren, “Yeter ki üniversite bileşenlerinin iradesi ve arkalarında hissettikleri toplumsal destek olsun” dedi.

Yeni1Mecra