Barış bildirisini imzaladığı için Anadolu Üniversitesi’nden ihraç edilen Yrd. Doç. Dr. Ozan Devrim Yay, yargılama süreçlerini, hayata tutunma serüvenini, üniversite kampüsü dışındaki çabalarını anlatıyor.
Büşra Taşkıran / Eskişehir
11 Ocak 2016’da “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiri basın toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu. Bildiriye 1128 akademisyen imza atmıştı. İmzacı akademisyenlerin bazıları görev yaptıkları üniversiteler tarafından açığa alındı bazıları ise gözaltına alındı. Haklarında Terörle Mücadele Kanunu’ndaki (TMK) “örgüt propagandası” suçlamasıyla iddianame hazırlandı. Bildiriye destek veren akademisyenlerin sayısı da 1128’den 2212’ye çıktı ve bildiri Meclis’e sunuldu.
Anayasa Mahkemesi, bildiriye imza atan barış akademisyenlerinin “silahlı terör örgütü propagandası yapmak” suçundan ceza almalarını ifade özgürlüğü ihlali olduğuna karar verdi. Aradan geçen 4 yıla rağmen OHAL İnceleme Komisyonu hala imzacı akademisyenler hakkında karar vermedi.
7 Şubat 2017’de 686 sayılı KHK ile Anadolu Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nden ihraç edilen Yrd. Doç. Ozan Devrim Yay, kendi yaşadığı süreci Yeni1Mecra’ya şu sözlerle anlattı: “Anadolu Üniversitesi, Temmuz 2016’dan hemen sonra ilk açığa alma işlemini yapan kurum oldu. 5 Ağustos 2016’da ben ve bildiriye imza atmış olan tüm arkadaşlarım önce görevden uzaklaştırıldık. Ben sözleşmeli bir pozisyonda yardımcı doçent olarak çalışıyordum. 3 yılda bir sözleşmemin yenilenmesi gerekiyor. 2016 yılı Eylül ayında biten sözleşmem o sene yenilenmedi.”
Görevden uzaklaştırma ve sözleşmenin yenilenmemesine kararına karşı Eskişehir İdare Mahkemesi’nde iptal davası açan Yay, davayı kazanıyor ancak bu sırada 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ihraç olduğu için mahkeme kararı uygulanamıyor.
Yay, ihraç kararlarının ardında başlayan Terörle Mücadele Kanunu’ndaki (TMK) “örgüt propagandası” suçlamasıyla açılan dava süreçlerini şöyle anlattı:
“Ceza davaları kapsamında ceza alan yaklaşık 10 öğretim üyesi vardı. Hatta onlardan Füsun Üstünel’in hükmü Eskişehir Kadın Kapalı Cezaevi’nde infaz edilmişti. Bu kişilerin Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurusu vardı. Başvuruları üzerine böyle bir metne imza atmanın ifade özgürlüğü kapsamına girdiği Anayasa Mahkemesi kanaat getirdi. Maalesef yargının içler acısı halini ortaya koyan bir süreçte Anayasa Mahkemesi’nin bu kararına kadar sonuçlanan hiç bir dosyada beraat kararı çıkmamıştı. İstisnasız tüm mahkemeler ceza vermişti” dedi.
Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu, “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzaladıkları için “terör örgütü propagandası yapmak” gerekçesiyle cezalandırılan 10 akademisyenin bireysel başvurusu hakkında ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verdi. Bu karar ardından Ağır Ceza Mahkemeleri, ‘beraat’ kararları almaya başladı. Görev süresi 1 yıl daha uzatılan OHAL İnceleme Komisyonu ise imzacı akademisyenler için hala bir karar almadı.
Barış imzacılarının talebi neydi?
Devletin Güneydoğu’daki vatandaşlara yönelik uyguladığı şiddete son vermesini talep eden Yay, ihracına neden olan barış talebini şöyle anlattı:
“Bildiri, 2015 yılında iktidarın Haziran seçimlerini kaybetmesinden sonra muhaliflere özellikle Kürt şehirlerinde yaşananlara uyguladığı şiddete dikkat çekiyor ve sürece uluslararası gözlemcilerin dahil edilmesinin gerektiğinin altını çiziyor ve iktidarı sert bir şekilde eleştiren bir metin” dedi.
“Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriye imza attığı için pişman olmadığını vurgulayan Yay “Bildiriye imza attığımız için hakkımızda üniversitelerde idari soruşturma açılmıştı. İdari soruşturma sürecinde bir arkadaşımız kendisine sorulan ‘Pişman mısınız?’ sorusuna ‘Daha fazlasını yapamadığım için pişmanım’ diyerek cevaplamıştı. Belki bu soruya verilecek en güzel cevaplardan birisi budur” dedi.
Toplumsal hafıza
Ozan Devrim Yay aynı zamanda Eskişehir’de bulunan Yaşam Bellek Özgürlük Derneği’nin eş başkanı ve dernek çalışmalarını şu şekilde anlattı:
“İnsan, hayvan ve çevre haklarının savunulması, geliştirilmesi ve ismimizde de vurgu yaptığımız gibi toplumsal belleğin canlı tutulmasına katkı sağlamak, hak ve özgürlükleri savunmak toplumsal belleği canlı tutmak için çaba göstermek” diye konuştu.
Toplumsal belleği hafızaya almanın gerekliliğine değinen Yay “Bazı şeylerle hesaplaşmadan bugünü demokratikleştiremiyoruz. Nasıl ki biz bir dönemin hafızasının silinmesinden şikâyetçiyiz. Bugünün hafızasının kayda geçmiş olması için birilerinin bunu bugünden yapması ve geleceğin bugüne dair belleğini oluşturması gerekmekte olduğunu düşünüyoruz” diye konuştu.
Türkiye’nin bir türlü yüzleşemediği bazı kırmızı çizgileri olduğunu vurgulayan Yay, “Gerçeği ortaya çıkarmak gittikçe zorlaşıyor Örneğin Eskişehir’de Kent Belleği Müzesi var. Eskişehir’in doğası, tarihi, coğrafi yapısı, etnik yapısı gibi bir bölüme giriyorsunuz ve bir tane Rum, Ermeni lafı geçmiyor. Oysa biliyoruz ki 20. yüzyılın başlarına kadar Eskişehir’de ciddi bir Ermeni ve Rum nüfusu yaşardı. Bu bir şekilde yok sayılıyor. Bu yereldeki yok sayma ulusal devlet politikasının uzantısı” eleştirisinde bulundu.
Toplumsal belleği oluşturmak adına yaptıkları faaliyetleri anlatan Yay, şöyle devam etti:
”Yaşam Bellek Özgürlük Derneği’nde insan hakları izleme grubu oluşturduk. 2019 yılından itibaren düzenli raporlama yapan bir insan hakları izleme grubu var. Böylece umuyoruz ki bundan yüzyıl sonra Eskişehir’de neler olmuş insan hakları adına merak eden birisi olursa o belleği görebileceği bir belge bırakmayı umuyoruz.”
Akademisyen Yay, “Son dönemde yükümüz çok arttı. Bazen yaptığımız izlemelerin yarısı artık kendimiz olmaya başladık. Çünkü insan hakları savunuculuğunun kendisi bir suç gibi gösterilmeye ve bundan bir suç oluşturulmaya başlandı” dedi.
‘Bilgiyi biz her yerde paylaşabiliriz’
Yay, Anadolu Üniversitesi ve Osmangazi Üniversitesi’nden ihraç edilen öğretim elemanlarının bir araya gelerek dayanışma derslerini başlattığını şöyle anlatıyor:
“Bilimsel birikim, bilgi sadece o üniversitenin dört duvarı arasında anlatılan bir şey olmak zorunda değil. Bu bilgiyi biz her yerde paylaşabiliriz. Hatta daha da anlamlı olur diye düşündük. İhraçtan sonra kendimize isim de bulalım dedik. Başka şehirlerde bunun ismi dayanışma akademisi olmuştu. Eskişehir’de biz kendimizce başka nedenlerle ‘Eskişehir Okulu’ ismini tercih ettik.”
Bu haksızlığa ‘direniyoruz’
Yaşanan zor koşullara rağmen ‘kaybolmadık ve buharlaşmadık,’ vurgusu yapan Yay, “Burada dayanışma dersleri, atölyeler, konferanslar düzenleyerek sürekli gündemde tutuyoruz. Ve ‘biz hala bir şey ifade ediyoruz ve birikimimizi toplumla paylaşmak ve toplumla birlikte öğrenmek için bir şeyler yapıyoruz’ diyoruz. Bunlar bir bellek aslında yaşananların raporlanması bir yerde tutulması bazen yazılı bir rapor olabilir bazen böyle görüntülü bir kayıt olabilir bazen de ‘bu haksızlığa direniyoruz’ demenin kendisi de bugüne dair hikayeler yaratmanın bugünün belleğinin bir parçası olmanın bir yolu diye düşünüyorum” şeklinde konuştu.
Barışa ezgiler
“Bu suça ortak olmayacağız” bildirisi açıkladıklarında sonra iktidarın ve basının baskısını “sanki bir kıyamet kopmuştu” diye tanımlıyor Yay ve bu süreçte kurulan müzik topluluklarını ise şöyle anlatıyor:
“4 arkadaşımız tüm imzacılar adına bir basın açıklaması yapmıştı. 4 arkadaş sonra tutuklandı. Silivri Cezaevi’nin önünde zaman zaman dayanışma nöbetleri oluyordu. Biz de bir gün buradan oraya gitmek istedik. Sanatçı Suavi de dayanışma nöbetlerinden birine gidecekmiş. Cezaevindeki arkadaşlardan biri ondan bir parça istemiş. Bizim de çok çat pat çaldığımız enstrümanlar vardı. Silivri’nin önünde birkaç parça seslendirdik bir tanesi ‘Özgürlük tutkusu’ isimli bu parça olmak üzere. Orada ilk defa bir şey ifade etmeye çalıştık. Bir de isim koyduk ‘Barış’a Ezgiler’ diye madem süreç barış ile başladı. Sonra dayanışma amaçlı birçok konser verdik. Geçtiğimiz ay Rize’de festivalde konser verdik” dedi.
Toplumsal barış süreci
Barış Akademisyenleri dışında ihraç edilen farklı siyasi gruplardan binlerce kişi var. Bu süreçte ihraç edilen kişilerle temasını anlatan Yay, şöyle devam etti:
“Tüm çalışmalarımızın amacı toplumsal barışın, çatışmasızlığın ama onurlu bir barışın tesis edilmesi. Farklı mahallelerde bulunan kişilerin buluşmasını önemli buluyorum. Belki bu kötü sürecin içinde olumlu şeylerden bir tanesi bu buluşmaları sağlamaktı. Bazen kendi mahallende yaşamak daha kolaydır daha güvenlidir daha az çaba gerektirir. Fakat herkes farklı mahallelerde yaşayınca bambaşka bir erk alıp yürüyebilir. Bu buluşmalar bu kötü sürecin olumlu yanlarından biri oldu diyebiliriz. Birbirimizi dinlemeye başladık, birbirimizin dilini öğrenmeye başladık. Çünkü fark ediyorsunuz ki eski dilinizde ısrar ederseniz bazı kesimlere asla ulaşamayacaksınız. Diğer mahallede görüyor ki eski dilde ısrar ederse başka bir mahalleye ulaşamayacak o yüzden bir ortak dil ve ortak mücadele oluşturmak önemli. Birbirimizi güçlendirmek, birbirimize eleştirmek, özeleştiri yapmak, özelleştirme yapmamıza karşılıklı vesile olmak. Bunların hepsi önemli ve değerli diye düşünüyorum.”