Mustafa Karadağ
Siyasi iktidarın, Anayasanın 135. maddesine göre kurulan meslek örgütlerinin yapılarıyla, seçim yöntemleriyle oynama isteğinin birçok nedeni var ya da örgütlerin faaliyet alanlarına veya meslek gruplarına göre sebepler çeşitlendirilebilir, ama bu girişimin özünde meslek örgütlerine sahip olma arzusu var.
İktidar, meslek örgütlerine sahip olmak, etkisi altına almak için neden bu kadar hırs yapıyor, fırsat buldukça bu arzusunu ifade ediyor sorusunun cevabı ise gayet basit. Şu an en çok korktuğu şey genellikle bu örgütlerin çalışması, karşı çıkması, davalar açması gibi davranışlardan kaynaklanan güçlü bir sivil muhalefetin oluşturması ve bundan çok korkması. Başka bir deyişle en tehlikeli muhalif yapı olarak bu meslek örgütlerini görmesi ve uzun zamandır zorlamasına, denemesine karşılık hala ele geçirememiş olması.
Örneklemek gerekirse, Cumhuriyet şehri ve başkent olan Ankara üzerinde oynamak istediği oyunların, ODTÜ ormanının, Atatürk Orman Çiftliğinin talanı, yasaya aykırı imar faaliyetlerinin gerçekleştirilememesinin tek engeli var, Mimarlar Odasının açmış olduğu davalar ve öncülüğünde gelişen muhalefet.
Başbakanın, Cumhurbaşkanına rağmen, tüm protokol ve saygı kurallarını ihlal ederek ilk kez Danıştay’ın kuruluş yıldönümü törenini terk etmesinin nedeni Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın bağımsızlığından aldığı güç ile hukuk devleti ve hukukun üstünlüğüne dair kaygılarını açıkça ifade edebilmesi, bunu hak görmesi.
Danıştay Başkanının da yine asıl itibar etmesi gereken Cumhurbaşkanın önünde cübbesinde düğmeleyecek yeri bulamamasının telaşıyla Başbakanın arkasından koşturmasına karşın TBB Başkanı’nın bu “cüreti” kendisinde bulması.
Bunlar gibi TMMOB, ayrı ayrı meslek odaları, TTB ve sivil toplum örgütlerinin yasal muhalefetleri çoğaltılabilir, ama iktidar bakımından bardağı taşıran son damla, Diyanet İşleri Başkanı’nın ötekileştirici, kışkırtıcı, nefret söylemlerine karşın Ankara Barosu’nun Anayasa’yı, temel insan haklarını hatırlatması oldu.
Siyasal iktidarın en karakteristik özelliği her şeyi her zaman ve her şekilde istismar edebilmesi, bir menfaat devşirme aracına dönüştürebilmesi.
Biz bunu, doların Türk Lirası karşısında değer kazanmasından tutun, Ragıp Zarakolu’nun bir analiz ve tespitten ibaret makalesine verilen tepkiye kadar her yerde çokça gördük. Her türlü eleştiriye verilen cevap “bayrak inmez, vatan bölünmez, ezan susturulmaz”. Yani ilgili ilgisiz her olmayı hamasete bağlamada pek ustalar.
Tekrarlamakta fayda var, yoksunlaştırılan, yoksullaştırılan ve eğitimsizleştirilen, mutlu olabilmek için pompalanan “kutsallaştırmalardan” başka bir şeyi olmayan kitleye yedirmekte pek mahirler. Zira iktidarın şu an somutlaştırarak savunabileceği, altını doldurabileceği, ekonomik, siyasi, sosyal veya hukuki hiçbir dayanağı, argümanı yok.
Konjonktür itibariyle elinde covid-19 ve meslek örgütleri üzerinden yaratacağı sunni çatışmadan başka bir şeyi yok. İktidarın yapacağı tek adım ise koronavirüs ile mücadeleye zarar vermesi nedeniyle kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin yapısının, seçim sisteminin, yetkilerinin değiştirilmesi.
Üretimi ve istihdamı artıramayacağına, ekonomiyi iyileştiremeyeceğine, eşit ve adil ücret dengesini kuramayacağına, hele hukuk güvenliği, yargının bağımsızlığı ve adaleti tesis etmekten hiç haz almadığına göre başkaca manevra alanı kalmadı.
Demokrasinin bir tren olarak nitelendirildiği günlerden bugüne geldiğimizde gördüğümüz, dinin devletin yeniden yapılandırılmasında temel işlev haline getirilmeye çalışıldığı ve Cumhuriyet kazanımlarının bir bir yok edildiğidir. Mevcut Cumhuriyet değerleri, siyasi iktidarın devleti bir teokrasiye dönüştürmesine engel teşkil etse bile en azından din temelli bir otokrasiye geçiş en büyük hedefi. Artık bunu iktidar kadroları, bürokrasisi, yargısı, askeri, polisi dahil herkes biliyor.
Bu hedefin önündeki en büyük engel ise hukuk ve sivil muhalefettir. İktidarın amacı da bunları temelli olarak etkisiz kılmak, hatta yok etmek.
Başka bir konuya girmeden kısa keseceğim, Avukatlık Yasası’nda TBB ve Barolara yüklenen bir görev var. Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak.
Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak demek ise yoksullaştırmaya, yoksunlaştırmaya, eğitimsizleştirmeye, haksızlığa, eşitsizliğe, yolsuzluğa, hukuk tanımazlığa, otoriterliğe, ötekileştirmeye, nefret diline hayır demek. Eşitlik, özgürlük, emek ve hak temelli, adil, demokratik bir düzeni savunmak demek.