“Mesela bağlı gözlerimin önündeki karanlığın bir duvar şeklini alacağını ve benim de çenemi kaldırıp onun üzerinden bakmaya çalışacağımı kim önceden söyleyebilirdi ki?” diyor Nazilerin savaş esiri Samuel Mountjoy, ve ekliyor “Olmayan görüşümün önüne geçen ve gerçekte var olmayan ışık patlamaları gördüm. Bir zamanlar aklım olan ve artık hızla dönmeye başlayan bir anafor vardı.”
Meltem Yıldırım
İşkence…
Türk Dil Kurumu “Bir kimseye maddi veya manevi olarak yapılan aşırı eziyet” diye tanımlıyor bu sözcüğü.
Aşırılaştırılmış eziyet olması akla ilk gelen niteliği olsa da, boyutlandırılıp çok yönlü hale getirilmiş eziyet işkence.
Mesela Samuel’ in yaşadığı, gözlerini bağladıktan sonra ışığın hiçbir şekilde sızmadığı bir odaya kapatıp başına neler gelebileceğini düşündürten gerilim işkencesi. Hiçbir fiziki temasları yok ona.
Herkesin karanlıkla o veya bu şekilde bir problemi vardır. Bilinmezliğe, yokluğa dair en güçlü uyarandır karanlık. Varlığını teyit etme ihtiyacını duyurur insanda.
Karanlığın da türleri vardır hem. Işığın bir şekilde kendini duyurduğu.
Ya som karanlık?
İşte onda varlığının teyidini yapamaz insan. Asılı kalır boşluğa. Bedeni büyür, sesi küçülür. Parmağını başından büyükmüş gibi duyar. Uzam, boyut, denge ve zaman duygusunu yitirir.
Sammy, dünyası ışık ve renkler üzerine kurulu bir ressamdır.
Başlar karanlıkta “Serbest Düşüş”ü…
William Golding’in ilk basımı 1959’da yapılan, orijinal adı “Free Fall” olan romanının baş karakteridir Samuel, yani Sammy Mountjoy. Yazarı Golding açısından “Bir itiraf” diyeceği kadar özel bir kitaptır Serbest Düşüş ve özel bir karakterdir Sammy.
Keskin zekalı, gözlem gücü yüksek, özgün kelimesinin hakkını sonuna kadar veren, kendi ne has duygu ve düşünce iklimi olan bir çocuktur Sammy . Günü geldiğinde dört başı birbirinden mamur (zeki,yetenekli,farklı,huzursuz) orijinal bir bir yetişkin olacaktır. Resimleri Tate Gallery’de sergilenecek kadar iyi bir ressamdır. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin eline esir düşen İngiliz askerlerden biri de odur. Tutulduğu esir kampında son zamanlarda firar olayları yaşanmaktadır. Kamptan sorumlu düzeydeki rütbelilerden biri olan Nazi subayı Dr. Halde, firarların nasıl organize edildiğine dair bilgi almak için Sammy’i çağırır. Bu konuya dair herhangi bir bilgisi olmadığını söyleyince Dr. Halde askerlerden onu götürmelerini ister. Sammy gözleri bağlı bir şekilde karanlık bir odaya kilitlenir ve gerilim dolu saatler başlar.
İşkence bir insanlık suçudur ve Nazilerin bu suçun çeşitli yöntemlerle doruklarına ulaştıkları bir dönemde, başına gelecek olası işkenceyi tahmin etmeye çalışarak beklerken Sammy’nin düştüğü ruh hali, artık bir oto-işkencedir. Zihninde işkencecileri konuştururken “Bizler uzmanız. Biz sana işkence etmeyiz. Biz senin kendine işkence etmeni sağlarız” dedirtirken o da farkındadır bunun. Ama benliğinin serbest düşüşü başlamıştır.
Konulduğu odanın ortasında bir şey vardır. Bir köşesine büzüldüğü o küçücük odanın ortasında, kendisinden başka bir şey daha vardır. Ayağını uzatarak oturduğu anda ona temas edecektir. Ne olduğunu bilmediği o şey, som karanlıkta kaybettiği hareket, uzam ve boyut duygusu ile birlikte zihninde burgaçlanarak kocaman bir kara delik açmaktadır. Nedir o? Islak bir şeydir muhtemelen. Islak, kaygan…
Hareket mi ediyor? Bir yılan? Bir yılan olabilir mi?
Zihninin o cenderesinde, duygularını tüm boyutları ile sorgulayıp anlamaya çalışan çok uç bir kişiliktir Sammy. Ayağını uzatarak bu işkence içindeki işkenceye son verme dürtüsü ile varoluşundan getirdiği karanlık ve kaygan şeylerden kaçınma güdüsü müthiş bir çatışma halindedir.
“Bacaklarda, göbekte, göğüste ve başta olmak üzere vücudumda birçok tüy ve her bir tüyün kendine ait birer hayatı vardı; her birinde de hızlı yürüyen, kayan ya da sürünen şeylere karşı kalıtımla geçmiş, yüzbinlerce yıllık bir nefret ve korku vardı.” diye zihninden geçirirken başka bir ihtimal gelir aklına;
Ölü bir beden! Tepede asılı duran ölü bir bedenden düşmüş parçalar!
Işığın oralarda bir yerde olduğuna dair umudunu besleyecek tek bir işaret yoktur. Ve Sammy bir ressamdır, beş duyusundan en baskın olanı görmektir. O an düşünür, karanlık işkencesinin ona özel olarak seçilmiş olabileceğini;
“İlk adım ışığın yok edilmesi, bir görsel sanatla uğraşan birinin elinden ışığın alınmasıydı. O bir ressam, diyerek birbirlerine bakıp gülümsemişlerdir herhalde. Müzisyen olsaydı kulaklarını yünle tıkardık. Gözlerine pamuk tıkıştıracağız. Sonra hücrenin küçük olduğunu fark edecek, bu da ikinci adım. Gerinerek uzanamamanın sıkıntısına dayanamadığı anda, verevlemesine yatacak ve o zaman da onun için bıraktığımız şeyi bulacak; bulmayı beklediği şeyi. “
Korkmaktadır ancak korku duygusu benliğini tamamıyla ele geçirmemiştir. Durmak bilmeyen zihni arı kovanı gibi uğuldamaktadır. Nazilerin elinde, işkence ile öldürülerek yok edilmeye bu kadar yakınken kendi varlığını kilit noktaları ile sorgulamaya başlar. Mutsuzdur, mutsuzluğunun tek sebebi bir mucize olmazsa birazdan işkence ile öldürülecek olması değildir. Özgür değildir, özgürlüğünü savaşta esir düşmesiyle yitirmemiştir. Daha başka bir şeydir bu. Kalbi, ruhu, nihayetinde benliği özgür değildir. Zihnini birdenbire tüm keskinliği ile bu soru doldurur: “Burası mı?” Özgürlüğünü, özgür iradesini ilk defa nerede yitirdiğini sorgulamaya başlar ve hayatının kilit noktalarına, doğumundan başlayarak kronolojik sıçramalar halinde dönüp eğilir.
Bulur o noktayı. O noktadan bugüne gözünün önüne gelenlere ve düşünüp hissettiklerine dair idrakının keskinliği, zihnine ve duygularına hakimiyetini elinden yitirmesine sebep olur.
O noktanın neresi olduğu üzerinde ayrıca durulmayı hak eden, bu yazının kapsamını aşan, başlı başına bir inceleme konusu.
Sammy o hücreden çıkabildi mi, odanın tam ortasındaki o şey neydi öğrenebildi mi, bilenler biliyor.
Bugünlerde beni Sammy’nin hikâyesine döndüren, Ratko Milodiç’in aldığı ömür boyu hapis cezası oldu.
Dr. Halde’ye ne oldu, bilmiyoruz.
Kaç ressamın gözlerinden ışığı, kaç müzisyenin kulaklarından sesi, kaç ruhtan bedenlerini aldılar bilmiyoruz.
Bunca kötülük asılı dururken boşlukta iyi olmanın yetmediğini sanırım artık hepimiz biliyoruz.