Figen Çalıkuşu
“Önce Ekmekler Bozuldu” nev’inden, işe 6 Kasım 1981’de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile YÖK’ü kurarak başlandı.
YÖK nedir, YÖK Üniversitenin kışlalaşmış halidir
Maskeli haliyle söylersem:
“Yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yükseköğretim kurumlarındaki eğitim–öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek bu kurumların kanunda belirtilen amaç ve ilkeler doğrultusunda kurulmasını, geliştirmesini ve üniversitelere tahsis edilen kaynakların etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve öğretim elemanlarının yetiştirilmesi için planlama yapmak maksadı ile” kurulmuş olan kurum.
12 Eylül rejiminin Türkiye’ye mirasıdır, kırk yıldır “demokratik” siyasetin bağrına bastığı, huzursuz ve rahatsız olmadığı bir darbe müessesesidir.
Devam edeyim…
Önce YÖK kuruldu, sonra?
Bundan sonra 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununun 2301 ve 2766 sayılı kanunla değişik maddelerince özellikle solcu olduğu düşünülen 71 Üniversite personeli YÖK tarafından görevlerinden uzaklaştırıldı.
Faşizm ilk hedeflerinden biri de değişmez ve şaşmaz şekilde üniversitelerdir. Naziler de böyle yapmıştı.
İlk uzaklaştırmalar Şubat 1983’te başladı.
Genelkurmayın açıklamalarına göre toplam 4891 kamu personeli görevden alınmış ve 38 profesör, 25 doçent, 10 yardımcı doçent 1402’lik olmuştu.
Ancak 1402’lik olmak istemediğinden bizzat istifa yolunu seçenler de dahil edildiğinde bu sayının 20.000 civarında olduğu söylenir.
O darbe mağdurları “1402’likler” olarak anıldı, anılıyor:
Çünkü 1971 yılında çıkarılan 1402 sayılı yasanın ikinci maddesi, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 1983 yılında değiştirildi ve akademik personelden devlet memuruna kadar kamuda çalışan birçok kişinin görevine son verildi.
1402’likler, Türkiye‘de 12 Eylül Darbesi sonrasında 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu çerçevesinde kamuda çalışan birçok kişinin işine son verilmesini ifade etmek için kullanılan deyim olarak kaldı.
Ayrıca, işten çıkarılan kişileri nitelemek/lekelemek için de kullanıldı.
Geçen hafta 12 Eylül Darbesinin kırkıncı yıl dönümüydü.
1402’likleri konuşmadık ama şimdilerde KHK’lılar var…
Sorgusuz, sualsiz, “savunmaları” da alınmadan devletin kapıya koyduğu insanlar…
Nerede çare arayacaklar?
Yaşamlarına benzin dökülen bu insanlar anında mahkemeye gidemiyorlar…
Önce OHAL Komisyonu var…
Mahkeme mi, asla değil…
7 Bürokrat…Hukukun değil, idarenin uzantısı…
İnsanların mağduriyetini uzatmak, yaşamlarının alev alev yanmasına benzin dökmek üzerine bir formül desem yanlış olmaz…
Neden mi çünkü elimde örnek var…
Anayasa’yı yok sayıyor…
Anayasa Mahkemesi Kararı’nı yok sayıyor…
AİHM Kararını yok sayıyor…
Ve mahkeme sonucu beklemeden suçsuzluğu Yargıtay Kararı ile de sabit olmuş insanlar aleyhine keyfi bir şekilde düşmanca karar veriyor.
Dosya bomboş, boşa çıkmış, çürümüş, çöp olmuş iddianameyi dayanak yapıyor…
İnsaf, insaf, insaf…
İnsan yaşamları ve hukuk kurallarıyla bu kadar pervasızca oynamak, Anayasayı yok saymak bir hukuk devletinde mümkün mü?
Asla…
Ama bugünkü Türkiye’de çok mümkün…Fazlasıyla mümkün..
7 kişilik bürokrat devletin meşruiyetini sağladığı bağlayıcı temel metinleri yok sayabiliyor?
Bu aldırmazlığın cesaret hapı nereden? …
6755 sayılı Kanundan…
İşte 37 madde:
“15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz”
12 Eylül darbecileri kendilerini böyle korumuştu…
Bu OHAL Komisyonu’nun 7 Bürokratı “darbecileri” araştırmak için meşru ve hukuka dayalı bir faaliyet içinde çalışmıyor mu?
Meşruiyeti ve hukuku savunduğunu söyleyenler neden yargı denetiminden korkar, kaçar? Darbecilerle aynı çeşmeden su içer?
Benim elimde işlenmiş Anayasal suç örneği var, bunun için mi?
Düşünmek bile istemem…
Ama yargıya gidemiyorsun, suç duyurusu yapamıyorsun, yaparsan ret ediliyor…
Neden, 12 Eylül hukuku benzeri “meşru” bir denetim yapması gereken ve bu nedenle de yargılanmaktan, denetlenmekten korkmaması gereken 7 bürokrat ürktüğü için …
Neden ürkerler ki?
Ancak durum da pek net, pek sarih, pek berrak, pek hukuksal değil…
Anayasal hiç değil…
1980’de 12 Eylül hukuku ve rejimi…
2020’de de OHAL Komisyon hukuku ve rejimi…
Kırk yılda 1402’den KHK’ya, değişen bir şey yok…
Darbe yapan ile darbeyi soruşturduğunu söyleyen aynı noktada birleşir mi?
Rahmetli hukuk devleti…
Zavallı ülkem…