Prof. Dr. Kadriye Bakırcı, İstanbul Sözleşmesi’ndeki pek çok konu ve düzenlemenin aslında Anayasa, yasalar ve Türkiye’nin taraf olduğu diğer uluslararası belgelerde de düzenlendiğine dikkat çekti.
Prof. Dr. Bakırcı, İstanbul Sözleşmesi’nin benzeri sözleşmelere göre yaptırım gücünün daha zayıf olduğuna işaret etti:
“AİHM Opuz davasında Türkiye’yi mahkum etti, İstanbul Sözleşmesi kişiye bireysel başvuru hakkı bile tanımıyor, eğer STK’lar gölge raporlarla GREVIO’ya bir durumu bildirecek olursa sorun sadece GREVIO raporuna konu olabilir.”
İrfan Uçar
Bugünlerde İstanbul Sözleşmesi hedef alınmış durumda. İstanbul Sözleşmesi’nin aileyi yıktığı, nafaka yükümlülüğü getirdiği, eşcinselliği teşvik ettiği neredeyse Türkiye’de kötü giden her şeyin müsebbibi olduğu yönünde iddialar var.
Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Kadriye Bakırcı’ya bu konudaki görüşlerini sorduk. Prof. Dr. Bakırcı, iddiaları öne sürenlerin Sözleşme’yi okumadan, incelemeden iddiaları gündeme getirdiğini belirtiyor ve bir düzeltme yaparak sözlerine başlıyor:
“İstanbul Sözleşmesi’nin ‘iptalinden’, ‘feshinden’, ‘ortadan kaldırılmasından’ söz edilmektedir. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki taraf olunan bir uluslararası sözleşmeden, sözleşmenin öngördüğü şekilde ancak ‘çekilmek’ söz konusu olabilir.”
Sözleşmede nafaka ile ilgili bir terim yok
Prof. Dr. Kadriye Bakırcı, İstanbul Sözleşmesi ile düzenlenmiş olduğu iddia edilen pek çok konunun bu sözleşme ile düzenlenmediğini vurguluyor:
“Ev içi şiddete maruz kalanlara yönelik pek çok önleyici, koruyucu ve destekleyici tedbir, kanunlarımızla düzenlenmiş bulunmaktadır. Sözleşme’de nafaka ile ilgili tek bir terim bile yoktur. İddia edilenlerin aksine, Sözleşme, ev içinde şiddete uğrayan herkesi (kadın, çocuk, yaşlı erkekler, engelliler gibi pek çok grubu) şiddete karşı korumaktadır.”
Aynı düzenlemeler Anayasa’da da mevcut
Prof. Dr. Bakırcı, İstanbul Sözleşmesi’yle tanınan ve şikayet edilen bazı hakların, daha geniş şekilde Anayasa ve diğer uluslararası belgelerle güvence altına alındığına dikkat çekti.
İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanların Sözleşme’nin 4. maddesinde yer alan “Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir” şeklindeki düzenlemeye ilişkin olarak da Prof. Dr. Bakırcı, şu argümanlarla karşı çıkıyor:
“Aynı düzenlemeler Anayasa’da da mevcuttur. Anayasa’nın Başlangıç bölümünde ‘her Türk vatandaşının Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanma hakkına doğuştan sahip olduğu’; Anayasa’nın 10. maddesi ise herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve ‘benzeri sebeplerle’ ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu güvence altına almaktadır. Bu düzenlemedeki ‘benzeri sebepler’ İstanbul Sözleşmesi’nin 4. maddesinde sayılan bütün grupları ve daha fazlasını kapsamaktadır.
Dolayısıyla Anayasa uyarınca Devlet bütün vatandaşlarını şiddete karşı korumakla yükümlüdür.”
AY’nın 10. maddesi toplumsal cinsiyet eşitliğini düzenliyor
Toplumsal cinsiyet eşitliği teriminden her iki cinsiyetin kendilerine toplum tarafından biçilen rollerdeki eşitlik olarak anlaşılması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Bakırcı, “Bir başka deyişle haklarda eşitliğin savunulmasıdır. Nitekim Anayasamızın 10. maddesi de devletin toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama yükümlülüğünü düzenlemektedir. 10. madde uyarınca, ‘Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir’. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” diye konuştu.
İstanbul Sözleşmesi diğer sözleşmelere göre yaptırım gücü zayıftır
Prof. Dr. Kadriye Bakırcı, İstanbul Sözleşmesi’nin, Türkiye’nin tarafı olduğu diğer sözleşmelerle kıyaslandığı zaman yaptırım gücü en zayıf sözleşmelerden biri olduğuna da dikkat çekti:
“Örneğin Türkiye’nin tarafı olduğu bazı sözleşmeler, sözleşmenin denetim mekanizmalarına bireysel veya toplu başvuruda bulunabilme hakkı tanımaktadır. Öte yandan şiddete maruz kalanlar, şiddet ayrımcılığın bir türü olduğu için ayrımcılık iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurabilmektedirler. Nitekim Türkiye, kadına yönelik ev içi şiddetle ilgili Opuz davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından mahkum edilmiştir. İstanbul Sözleşmesi’nin ihlali durumunda ise, Türkiye hakkında sadece rapor düzenlenebilir.”
AİHM ilk defa ev içi şiddet nedeniyle mahkumiyet kararı verdi
Prof. Dr. Bakırcı, Opuz davası ile ilgili olarak şu bilgileri verdi: “2002’de, N. Opuz’un, devletin kendisini eşi H.O’nun şiddetinden korumadığı gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduğu bir davadır. Mahkeme, Türkiye’nin şiddet gören bir kadını, savcılığa başvurduğu halde, kocasından koruyamayarak ayrımcılık yaptığına hükmetmiş ve Türkiye’yi tazminata mahkûm etmiştir. Bu karar ile AİHM, tarihinde ilk defa ev içi şiddete karşı vatandaşını koruyamadığı gerekçesiyle bir devleti mahkum etmiştir.”
Şiddet gören ayrımcılıktan BM Ayrımcılık Yasağı Komitesine de başvurabiliyor
Prof. Dr. Bakırcı, BM Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi çerçevesinde, şiddete maruz kalanlar, ayrımcılık iddiasıyla Sözleşme’yi izlemekle görevli Komite’ye bireysel başvuruda bulunabileceğine de işaret etti.
Türkiye BM Şiddet Yasağı Bildirgesine taraf
Prof. Dr. Bakırcı, Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olmasaydı bile, Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Her Türlü Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirgesi’nin gereklerini yerine getirme niyetini dile getirmiş bir devlet olduğuna işaret etti. 6284 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un bu Bildirge’ye uyum sağlamak için kabul edildiğini vurguladı.
Sözleşmeden çekilmek AB hedefine aykırı
“İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, Türkiye’nin AB hedeflerine aykırıdır” diyen Prof. Dr. Bakırcı, “Çünkü Eylül 2017’de Avrupa Parlamentosu, AB’nin İstanbul Sözleşmesi’ne katılımı hakkında ezici bir çoğunluk ile bir Karar kabul etmiştir. Karar, üye devletleri İstanbul Sözleşmesi’nin AB tarafından onaylanmasına ilişkin müzakereleri hızlandırmaya çağırmakta ve herhangi bir sınırlama olmaksızın geniş bir AB katılımı çağrısında bulunmaktadır” diye konuştu.