Türkiye’nin Basın Özgürlüğü Karnesini yayımlayan Saadet Partisi, en ağır sorunları tutuklu gazeteciler, iktidarın medyayı kontrol etmesi, sansür, baskılar, denetleyici kuruluşların siyasallaşması ve sosyal medya kısıtlamalarını değerlendirdi.
Aysu Demirel
Saadet Partisi İnsan Hakları ve Hukuk Politikaları Kurulu, “Türkiye’nin Basın Özgürlüğü Karnesi”ni yayımladı. Raporda Türkiye’de basının en güncel sorunları, “tutuklu gazeteciler”, “medyanın iktidarın kontrolüne girmesi”, “sansür uygulamaları”, “muhalif yayın organlarını susturmak ve sindirmek için uygulanan baskılar”, “denetleyici kuruluşların siyasallaşması” ve “sosyal medya kısıtlamaları” olarak sıraladı.
En az 75 gazeteci hapishanede tutuluyor
Raporda, basın meslek örgütlerinin raporlarından da yararlanılarak 4 Eylül 2020 itibariyle 75 gazetecinin tutuklu olduğu vurgulandı. Gazeteciler Cemiyetinin yayınladığı Nisan 2019 – Nisan 2020 arasını kapsayan çalışmadaki veriler de aktarıldı:
“En az 103 gazeteci gözaltına alınmıştır; En az 76 soruşturma açılmıştır, Gazeteciler en az 108 ayrı gözaltı işlemine maruz kalmıştır; Son bir yılda gazeteciler en az 239 günü gözaltında geçirmiştir; Gözaltına alınan gazeteciler ortalama 48 saatini gözaltında geçirmiştir; 11 gazeteci gözaltındayken darp edildiğini beyan etmiştir; 2 gazeteci çıplak aramaya maruz kaldığını belirtmiştir.”
İnternet yayınları RTÜK kapsamına alındı
Yapılan yasal değişiklikle internet yayınlarının RTÜK denetimine alındığı ve izne bağlandığı vurgulanan raporda, RTÜK’ün 2019 yılı içinde 2025 kere müeyyide kararı aldığı belirtildi.
“RTÜK kuruluş amacından sapmış, tamamen iktidarın silahşörlüğünü yapmak üzere faaliyet göstermektedir” denilen raporda, iktidarı eleştiren her muhalif yayıncının ensesinde RTÜK’ün lisans iptali tehdidini hissettiğini, ister istemez kendisine otosansür uyguladığını vurguladı:
Muhalif yayınlara yayın durdurma, havuz medyaya müsamaha
“Daha cesur davranan yayın organları ise RTÜK’ün keyfi cezalandırmaları ile yüzleşmektedir. Son 18 ayda ise Halk TV, TELE 1, Fox TV ve KRT kanalları toplamda 28 idari para cezası ve 8 yayın durdurma cezasına çarptırılmıştır.”
RTÜK’ün çifte standart davrandığı da ifade edildiği raporda, “hakkında yüzlerce şikâyet olmasına rağmen ‘havuz medyasına’ karşı olan hiçbir şikâyeti işleme koymadığı” da vurgulandı.
Araştırmalar sansürün yüzde 80.8 olduğunu gösteriyor
Raporda, medya çalışanlarıyla sansür ve otosansüre ilişkin yapılan bir araştırmaya da yer verildi. Raporda şunlar kaydedildi:
“Katılımcıların yüzde 80,8’i sansüre uğradığını, yüzde 19,1 ise uğramadığını beyan ettiği bu araştırma, sansürün Türkiye medyasındaki yaygınlığını bir kere daha gözler önüne sermektedir. Medyadaki sansür oranının, medya organı patronlarının yatırım çeşitliliği ve onların siyasi ilişkileriyle orantılı olduğu düşünülmektedir.”
Sosyal medya yasasıyla Anayasal hakların ihlali endişesi…
Sosyal medya yasasının da eleştirildiği raporda, “Yeni medyadaki irade açıklamalarının sahipleri bakımından ifade özgürlüğü, haber alma hakkı gibi Anayasal hakların ihlali olarak nitelendirilebilecek sonuçlara yol açılabileceği endişesi” doğurduğu belirtildi.
Şirketlerin ofis açmaması ‘vergi’ değil ‘özgürlük’ endişesi
Sosyal medya şirketlerinin Türkiye’de ofis açmamasının nedenin “vergi vermeme” değil, “kişisel verilerin korunması gibi temel yayın ilkelerinden taviz vermek zorunda kalmaya zorlanması” olduğu vurgulandı. Raporda bu durum şu şekilde özetlendi:
“Türkiye’de bundan kaçınmasını; Türkiye’deki ifade özgürlüğü üzerindeki baskıların şirketin menfaatlerini zedelemesi ve şirketi gizlilik, kişisel verilerin korunması gibi temel yayın ilkelerinden taviz vermek zorunda kalmaya zorlamasıyla açıklamak daha doğru olacaktır. Zira bu şirketler çok daha küçük başka ülkelerde hukuki muhataplık tesis etmişlerdir.”
Sosyal medya yasa teklifi hazırlanırken 2017 yılında Almanya’da yürürlüğe girmiş olan sosyal medya düzenlemelerinin temel alındığı hatırlatılarak Meclisten geçirilen yasa ile Almanya’da uygulanan arasındaki farklılıklar da özetlendi.
Türkiye’de 1 milyon, Almanya’da 2 milyon…
Bunlardan birinin Türkiye’den günlük erişimi 1 milyondan fazla olan yurt dışı kaynaklı sosyal ağ sağlayıcılarına Türkiye’de en az 1 temsilci belirlemek zorunluluğu getirilmişken, benzer nüfusa sahip Almanya’da bu kriterin 2 milyon olduğu belirtildi.
Türkiye’de tüm bakanlıklara yetki verildi…
Almanya’da internet ortamında yer sağlayıcılara veya sosyal medya platformlarına kendilerine yapılan erişim engelleme kararına karşı doğrudan doğruya devlet tarafından sağlanan bağımsız bir panel nezdinde itiraz hakkı tanındığı, itiraz sonucu verilen karara göre uygulama yapıldığı hatırlatıldı.
Türkiye’de ise tüm bakanlıklara ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na peşinen erişim engelleme kararı tanındığı vurgulandı ve bu durumun Türkiye’de yasama ile yürütmenin hiçbir şekilde ayrılmadığı anlamına geldiğine dikkat çekildi.
Almanya’da ırkçılığı önlemek, Türkiye’de medyayı kontrol etmek
Almanya’daki yasanın çıkış noktası iktidar partisinin sosyal medyayı kontrol etmek istemesi değil, sosyal medya üzerinden güçlenen ve organize olan göçmen karşıtı aşırı sağ neo-nazi gruplarının nefret söylemlerinin engellenmesini sağlamak olduğu hatırlatıldı.
Türkiye’de yasanın çıkış noktasının iktidarın sosyal medyayı da ana akım medyayı olduğu gibi kontrol altına almak istemesi yattığı vurgulandı. Raporda bu durum şu şekilde analiz edildi:
“Tamamen kontrol altında tutulan geleneksel medyaya güvenin kalmaması ve artık insanların haber almak için interneti kullanmaları iktidarın otoritesini sosyal medya mecraları üzerinde kullanmaya sevk etmiştir. Bu düzenlemenin amacı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haziran ayında halka seslenişinde sarf ettiği ‘Sevgili vatandaşlarım, biz bu tür sosyal medya mecralarının tamamen kaldırılmasını, kontrol edilmesini istiyoruz’ cümlesinden açıkça görülmektedir.”
‘Türkiye bu fotoğrafı hak etmiyor’
Türkiye’nin düşünce, ifade ve basın özgürlüğü konusunda uluslararası platformlarda oldukça zor duruma düştüğü dünya sıralamasında son sıraların gediklisi haline geldiği vurgulandı ve “Bu fotoğrafı Türkiye hiç hak etmemektedir. İktidarın kendi çıkarları için ülkemizi bu duruma düşürmeye hakkı yoktur.
Saadet’in kırmızı çizgileri…
Saadet Partisi, “basının tam anlamıyla özgür olmasını”, “objektif ve evrensel kriterler dışında hiçbir müeyyide ile karşılaşmamasını”, “gazetecilerin gazetecilik faaliyetleri nedeniyle takibata uğramamasını”, “sosyal medyanın her türlü farklı fikrin özgürce ifade edildiği bir mecra olmasını” kırmızı çizgileri olarak tanımladı.
Özgür basın demokrasi mücadelesi veriyor
Raporda, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin güçler ayrılığını tamamen ortadan kaldırdığını, özgür basın ve medyanın ise neredeyse tek başına demokrasi mücadelesi verdiğini kaydetti. Raporda şu noktalar vurgulandı:
‘Demokrasinin inşası baskıların kaldırılmasıyla mümkündür’
“Vatandaşların yanıltılmadan, manipüle edilmeden gerçeğe ulaşabilecekleri mecraların sesi kısılmaktadır. Eleştirilerin sesinin kısılması ve halkın haber alma hakkının engellemesi hiçbir şekilde Türkiye’nin lehine değildir. Son yıllarda ciddi yara almış demokrasinin yeniden inşası öncelikle basın ve gazeteciler üzerindeki baskının kaldırılması ile mümkün olacaktır.”