Rojda Kızgın
DİYARBAKIR – Resim eğitimini tamamladıktan sonra 19 yıldır resim ve video art üzerine işler üreten Fırat Bingöl, erken çocukluk dönemi, gençlik ve eğitmen eğitimleri düzenliyor. Düzenlediği sanat atölyelerinde ise çocuk hakları ve insan hakları odaklı çalışmalar yapıyor. Fırat Bingöl ile toplumsal yaşamın zarar gördüğü süreçlerde sanatın onarıcı gücü ve kişisel/toplumsal travma süreçleri sonrasında sekteye uğramış becerilerin canlandırılmasına ilişkin konuştuk.
Sanat çalışmalarını kimlere yönelik yapıyorsunuz ya da sanat çalışmalarınızı kimlerle yapıyorsunuz?
Kimi zaman hapishanedeki yetişkinler oluyor kimi zaman ruh ve sinir hastalıkları hastanesindeki hastalar oluyor, kimi zaman sadece ruh sağlığı bozuk kişilerle mesleki rehabilitasyon dediğimiz projelerimiz oldu. Otizmli çocuklar, down sendromlu çocuklar, savaş travması yaşamış, zorunlu göçe maruz kalmış çocuklar, yani ötekileştirilmiş bütün gruplarla çalışmalar yaptım. Yaptığım her çalışmayı sanatla buluşturdum. Çünkü sanatın onarıcı ve iyileştirici gücüne inanıyorum. İnandığım için de hem kendi kişisel işlerimde hem de yaptığım projelerde hep sanatı kullanıyorum.
‘Sanatla uğraşmak kişiyi rahatlatır’
Bahsettiğiniz ‘sanatın onarıcı, iyileştirici gücü’ nasıl ortaya çıkıyor? Sanatla uğraşan herkes bu tür çalışmaları yapabilir mi yoksa özel eğitimler almış olmak gerekiyor mu?
Yapabilir. Yapıyor da. Ben yaptım iyileştim demek biraz zor geliyor bana. Ama sanatla uğraşan herkes zaten bir şekilde bu ruh halinin içine girmiş oluyor. İnsanlar ilk kendilerini sözel dil dediğimiz konuşma dilinden çok sanat dilleriyle ifade ettiler. Bunlar işte hareket, dans, resim ya da işte üç boyutlu ya da sesle müzikle yapılan ifade biçimleriydi. Bunların otomatikman kişiyi rahatlatan bir tarafı var. Çok bireysel ve içsel olduğu için kişi yaşadığı sıkıntıları başka bir dil kanalıyla dışavurumunu sağlıyor. Bu dışa vurum da kişiyi rahatlatır. O yüzden de sanatın herhangi bir dalıyla uğraşıyor olmak zaten kişiyi bu anlamda rahatlatıyor diyebiliriz.
Yani sanat yoluyla kişisel/toplumsal travma süreçleri sonrasında sekteye uğramış beceriler canlandırılabilir…
Tabi ki kişinin önce kendisiyle olan ilişkisini onarır. Kişi iyi hisseder, mutlu olur. Bu İyi hissetme hali doğal olarak en çekirdek yapıda, çevresinde kim varsa ona yansır. Aile, arkadaş, eş dost ve sonra toplumun geri kalan kısmına yansır.
‘Yaptığımız sanat yoluyla dışa vurumu sağlamak’
Risk altındaki çocuklarla çalışıyoruz dediniz. Kimdir bu risk altındaki çocuklar?
Yani şöyle söyleyeyim 90’larda başlayıp 2000lere kadar devam eden köylerin boşaltılmasının ardından ülkenin birçok yeri göç aldı. Diyarbakır’da o dönem sokakta çalışan çocuk sayısı inanılmaz bir şekilde arttı. Ve bunlar sokakta çalışırken risklerle burun burunaydı aynı zamanda. Bahsettiğim o ilk dönemdeki çalışmaları Diyarbakır’da özellikle zorunlu göçe maruz kalmış çocuklarla yaptık. İstanbul’da yürüttüğümüz projelerde de zorunlu göç, savaş sonrası göç ile gelen Suriyeli çocuklarla iki yıl düzenli atölyeler yaptık. Bizim yaptığımız bir şekilde sanat yoluyla dışa vurumu sağlamaktı.
Okullarda da eğitmen eğitimi yapıyorsunuz. Mevcut eğitim sisteminde sanat çalışmalarının etkili kullanılma şansı oluyor mı?
Türkiye genelindeki eğitim sistemi belli kalıplar ve belli sıkıştırılmış hale gelmiş yapılar olduğu için kişi kendisini rahat hissetmiyor. Ve bize öğretilmiş korkular öğretilmiş bilgiler geldiği için kendimizi keşfetmek gibi lüksümüz de olmuyor. Sanatla uğraşıyor olmak kişinin kendisini de keşfetmesine olanak sağlıyor aynı zamanda. Bu kadar sıkıntılı bir eğitim sisteminin içinde insanlara çok lüks de gelebiliyor. Ben karnımı doyuramıyorum ama sanat… Aslında öyle değil çok paralel giden bir süreç bu bir hak aynı zamanda. Kişinin kendisini ifade etmesi ve sanat yapıyor olması aynı zamanda.
‘Önemli olan neyi hissedip neyi söylediğimiz’
Türkiye’de son dönemlerde toplumsal gerginlik çok fazla. Bu durum sizin çalışmalarınızı da etkiliyor mu?
Ya ülkenin gündemi kesinlikle çok direk etkiliyor. Sanat atölyeleriyle ne kadar çok insana ulaşırsak o kadar iyi diye düşünüyorum. Çünkü birçok insan gerçekten bu dil dünyasına kapatmış kendisini. Hitabeti güçlü olan insanlar sadece onların mı konuşmaya hakkı var? Neyi hissedip neyi söylediğimiz önemli.
Sanat çalışmalarında izlediğimiz yol özellikle kişinin kendisini anlamasını sağlamak. Bir kişinin kendisini anlaması keşfetmesi kolay değil tabi ki. Bu bahsettiğimiz ülkenin sıkışık yapısından dolayı da kolay değil. Ama önce orada bir farklılığını fark etmesini sağlamak kişinin. Ben farklıyım, parmak izim de farklı, yüzüm de farklı, tek ortak noktamız insan olmak. Buradan yaklaştığımız zaman kişi gerçekten kendisini ifade edebileceğini hissediyor o zaman.
Sanat çalışmalarına ilişkin var olan önyargılar kısmen kırılmış olsa da bazen sizin de dediğiniz gibi ‘ben karnımı doyuramıyorum açken sanatla mı uğraşılır’ gibi yargılar da devam ediyor…
Bu önyargı tabi ki özüne baktığımızda sanatın o işlevsel kısmı ya da sanatın ne olduğunu bilmemekle ilgili bence. Çünkü yemek yemek nasıl bir ihtiyaçsa yaşadığımız sıkıntıyı dışa vurmakta bir o kadar ihtiyaç. O nedenle sadece travma yaşamış insanların değil gayet sağlıklı insanların da sanatla uğraşması gerektiğine inanıyorum. Travmatik durumlara ilaç gibi gelen bir şey. Kişinin gerçekten kendisiyle olan ilişkisini onaran bir şeye dönüşüyor.
Travma kelimesini çok kullanır hale geldik son dönemlerde…
Yaşıyoruz.
‘Kendimi ifade edememek bir travmaydı’
Yaşadığımız travma ya da travmaları sanatla onarabilir miyiz ya da iyileştirebilir miyiz? Sizin var mı üstesinden sanat yoluyla geldiğiniz travma ya da travmalarınız?
Erken çocukluk dönemi dediğimiz dönem 0-5 yaş arası aslında bütün hikayelerimiz orda en derininde netleşiyor. Travma unutamadığımız ve bizde bir iz bırakan yaşanmışlıklardır. Travmayı aşmak yenmek diye bir şey yok onu kabul etmek var. Nedenini bilirsiniz ve onun sizi etkilemesine izin vermezsiniz artık. Sanat ta bunu kolaylaştıran en güzel yollardan biri. Benim yaşadığım bir travma da ne Türkçe ‘min ne de Kürtçe’min tam olmaması mesela… Benim için ilkokula başladığımda bir travmaydı kendimi ifade edememek. Böyle bir örnek verebilirim.
‘Sadece karalamak bile rahatlatır’
Hepimizin bir şekilde çocuklarla teması oluyor. Herkes sanatın onarıcı gücüne ilişkin çocuklarla çalışmalar yapabilir mi? Varsa neler önerirsiniz?
En temelde çocuklarla bu tür çalışmaları yaparken biz yetişkinlerin öncelikle kendimizi konumlandırdığımız yer çok önemli. Biz kolaylaştırıcı mıyız yoksa öğretmen, öğretici miyiz? Bu çok bıçak sırtı bir yer. Öğreticiysek orası tehlikeli geliyor bana. Neden? Çünkü bilen kişi sizsiniz çocuk bilmeyen kişi! O zaman müdahale başlıyor. ‘Bunu böyle yapma bunu böyle yaparsan şöyle olur bak ver şöyle çizelim’ diyerek otomatikman çocuğun kendisini ifade etmesi kesiliyor. Ama kolaylaştırıcı olduğumuz zaman çocuğa ortam hazırlarız. İşte kil bırakırsın, resim malzemesi bırakırsın onun kendisini ifade edebileceği alanlar açarsın. Kil mesela çok etkili. Kişiyi rahatlatan bir malzeme. Toprak ve sudan oluşuyor. Parmaklarımız en hassas noktalarımız. Hiçbir şey yapmazsak bir şekil çıkarmasak bile onunla biraz uğraşıyor olmak, kili yoğuruyor olmak bile müthiş rahatlatıyor. Yani kili, resim yapmayı kesinlikle öneriyorum. Ben iyi resim çizemem kaygısına düşmeden sadece karalamak bile rahatlatır.
‘Çocuğu merkeze almak gerekiyor’
Yetişkinler, ebeveynler ya da eğitmenlerde yaygın görülen davranışlardan biri de çocukları kendi istediklerine göre yönlendirme. Çocuk katılımı kavramı sanırım çok uygulanamıyor. Ne dersiniz?
Çocuk katılımını sağlamak, kişiyi ya da çocuğu merkeze, odağa almak gerekiyor. Onun ilgisi merakı neye varsa oradan desteklenmesi gerekiyor. Çocuklara resim yaptırırken çocuklardan biri çok hareketli ve dans etmek istiyor. Sen gel burada dans et dediğinizde o an ona dansta alan açtığınızda çok mutlu olur. Çünkü onu gördüğünüzü ve desteklediğini hissedecek. Birazcık öyle bakmak gerekiyor. Çocuk katılımını daha güçlü hale getirmek için onların ihtiyacı ve merakı ne yönde onu görmek gerekiyor. Gözlemi yaparken gerçekten objektif şekilde çocuğun ihtiyacını merakını görmek için yapmalıyız. İhtiyacı olanları birbiriyle buluşturmak gerekiyor. Bunu yaptığınız zaman çocuk katılımının daha berrak daha net olduğu katılım gerçekleşiyor.
‘İçine kapanık genç kil atölyesinde kendisini ifade etti’
Uzun yıllardır farklı gruplarla akıl hastanesi, hapishane gibi farklı mekanlarda sanat atölyeleri yapıyorsunuz. Var mı bizimle paylaşmak istediğiniz bir hikaye?
Evet var. Tekirdağ F Tipi hapishanesinde 2007-2008 yılları arasında yaptığımız bir çalışma vardı. Ben orda heykel atölyesi yürütüyordum. 10 kişilik bir grup. Herkes tek ya da üç kişilik odalarda kaldığı için uzun bir süredir birbirlerini görmemişlerdi sürekli bir sohbet halindeydiler. 22-23 yaşlarında genç bir katılımcı vardı. Hiç kimseyle konuşmadı, temas etmedi. Ben o genci de dahil etmek istiyorum dışarda kalsın istemiyorum. Gidip konuştuğumda tepki koydu ‘istemiyorsanız giderim’ dedi. Ben de ‘hayır kal izle’ diye orda kalmasını sağladım.
Onu nasıl dahil edebilirim diye düşündüm. Sonra gidip oturdum masaya onunla göz göze geldik. Ben de bir an nerde olduğumu unuttum açıkçası. ‘Ne olur rahat bırak özgür ol bir şeye dokun’ dedim uzaklaştım. Hapishanede kalan birine ‘özgür ol’ dedim. Ona bir alan açayım derken alanı daha da kapatmış olabilirdim. 10 dakika geçtikten sonra hiç konuşmayan genç elini kaldırıp beni çağırdı. Bu hareketi bile bir adımdı kırılma anıydı.
Ben de gittim yanına kilden bir plaka açtı plakanın sağına soluna duvarlar koydu arkasına duvar koydu öndeki duvarı açık bıraktı. ‘Sen bana özgür ol dedin ya ben dedi havuz yaptım suyunu da bıraktım gitti özgürleştirdim’ dedi. Bu benim için de onun için de kırılma noktasıydı. Sanatın iyileştirici gücü onarıcı gücü ya da kişideki değişimine yol açabilecek yapısını bir daha görmüş olduk. İçine kapanık olan o genç bana bir hikaye anlattı ve benimle temasa geçti ifade etti kendisini. Kısa da olsa hayalini kurduğu suyla beraber özgürleşti. Hiç unutamadığım anlardan biri.
‘Barış için müzik projesine devam etmek istiyorum’
Devam ettiğiniz projeleriniz var mı?
Şu an bağımsız atölyeler yapıyorum. Oyun kampta ile doğa ve sanat kampları yapıyorum. Ve erken çocukluk dönemi ve sanat eğitiminin önemi üzerine bir kitap çalışmamız devam ediyor. Zaman zaman mülteci çocuklarla, Tarlabaşı Toplum Merkezinde de atölyeler yapıyorum. Okullarda eğitmen eğitimi yapıyorum. Bazen çocuklarla buluşup yaratıcı atölyeler yapıyorum.
2013’te Diyarbakır’da 40 kişiyle başlattığımız ‘hip hop’ projesinde Mardin, Batman, İstanbul’dan gelen talepler üzerine 280 gence ulaştık. Ayrımcılık şiddet konuşup tartıştık. Albüm çıkardık. 2017’de bunun ikinci ayağını yaptık. Bu ikinci proje ‘Barış için müzik yapmak’ oldu. Buna Eskişehir, İzmir de dahil oldu. Şimdi projenin üçüncü ayağı için fon arayışı yapıyoruz. Yeni kentleri de dahil edip daha çok kişiye ulaşmak istiyoruz.
Son olarak var mı vermek istediğiniz bir mesaj?
Dediğim gibi Türkiye’nin bir çok yerinde farklı gruplarla çalıştığım için hep şunu görüyorum. İnsanlar öğretilen bilgi üzerinden hareket ediyor. Gerçekten ‘benim neye ihtiyacım var’ diye bakmıyor insanlar. Biraz o tarafa bakmak gerekiyor. Bir de daha barışçıl kolaylaştırıcı olmak gerekiyor. Çocuk çalışmaları yapanlar, anne babalar, yetişkinler çocuklara şefkatli olmalı, yargılamamalı.
Çocuklara sanat eğitiminin öneminden bahsedelim. Çocuk bu şekilde sözel dile ihtiyaç duymadan kendisini ifade eder. Çözüm odaklı olmayı öğretir. Sanat güven yaratır, çünkü sanat yapmanın tek bir yolu yoktur. Her çocuk ürettiği çalışmalar ile kendisiyle gurur duyabilir. Çocuğunuz gözlem yapmayı, analiz etmeyi ve yorumlamayı öğrenir. Sanat çocukları dünya kültürleriyle tanıştırır.