ABD’nin Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi el-Mühendis’i Irak’ta öldürmesinin ardından cehennemin kapıları açılabilir.
Trump, İran’ın kültürel yapılarına askeri saldırı tehdidinde bulunurken, İran ve müttefikleri Amerikan askerleri varlığını bölgeden çıkarmaya hazırlanıyor.
Süleymani’nin ölüsü, ABD’ye sorun yaratmaya devam ediyor.
Erman Çete
Aylardır protestoların, ölümlerin, elçilik kuşatmalarının ve ABD bombalarının sahnesi haline gelen Irak, sonunda uzun zamandır beklenen savaşın sahası haline geldi. ABD, Bağdat’ta İran’ın ünlü Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani ile Haşd eş-Şaabi’nin komutan yardımcısı ve Ketaib Hizbullah gücünün kurucusu Ebu Mehdi el-Mühendis’i öldürdü.
Ancak ABD saldırganlığı bu aşamaya son suikastla ulaşmadı. Hatırlatmak gerekirse; ABD Başkanı Donald Trump daha seçilmeden önce İran’ı hedef tahtasına oturtacağının ve İran’la 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmadan çekileceğini ilan etmişti.
İran ve bölgedeki müttefiklerinin kendilerine verdikleri isimle “Direniş ekseni”ne yönelik başka hamleler de, özellikle ABD ve İsrail işbirliğiyle uygulama başlanmıştı:
Hizbullah liderlerine yönelik suikastlar, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması, İsrail işgali altındaki Suriye toprağı Golan Tepeleri’ndeki İsrail egemenliğinin kabul edilmesi, Suriye’deki Amerikan askeri varlığının devam etmesi bu adımlardan yalnızca birkaçı.
İran ve müttefiklerinin Irak, Suriye, Lübnan ekseninde ABD ile giriştiği mücadelenin gidişatı ile Süleymani suikastı arasında doğrudan bir bağ var. Kasım Süleymani, Ortadoğu’nun kritik ülkelerinde önce IŞİD karşıtı mücadelenin örgütlenmesinde rol oynadı, sonrasında Suriye’de kritik muharebelerde görev yaptı ve nihayetinde ABD’ye karşı İran’ın bölge politikalarını belirleyen en kritik halkaydı. Dolayısıyla Süleymani, bölgedeki ABD karşıtı güçleri örgütlemeye gayret ederken, aynı zamanda bu ittifakın zayıflıklarının da en fazla farkında olan isimlerden birisiydi.
Bu nedenle, ABD’nin askeri ve siyasi etkisinin göreli olarak fazla olduğu Irak’ın suikastın sahnesi olarak seçilmesi de tesadüf değil. 2019’un son gününde Amerikan elçiliğini kuşatan Ketaib Hizbullah taraftarlarının, sonrasında siyasi bir karar sonucunda geri çekilmeleri, durumun nazikliğini gösteriyor.
Şii partilerinin bölünmüşlüğü, en önemli Şii liderlerden Mukteda es-Sadr’ın bir süredir İran karşıtı bir pozisyon alması “İran etkisi” iddialarının en hafifinden şüpheyle karşılanması gerektiğini gösteriyor.
Irak parlamentosunun Amerikan askerlerinin ülkeden çıkmasını isteyen kararının, gücü sıfırlanmış ve istifa etmiş bir hükümet tarafından fiili olarak uygulanması hayli zor görünüyor.
Bunun yanı sıra, Irak’ı hâlâ istifa etmiş bir başbakan yönetiyor ve yakın zamanda bu meselenin çözüleceğine dair de bir işaret görünmüyor. Dün ABD askerlerinin Irak’tan çıkışını isteyen kararın alındığı meclis oturumunda Kürt ve Sünni partilerinin yanı sıra bazı Şii milletvekillerinin (Ammer el-Hekim ve eski başbakan Haydar el-İbadi’nin ekipleri) de yer almaması da bir başka işaret olarak kayıtlara geçmeli.
Benzer bir durum Lübnan için de geçerli. Irak gibi mezhepsel temsil ile yönetilen ülkede aylardır süren protestolar ve çıkmaza giren siyasi sistem, dengelerin hassaslığı nedeniyle büyük çaplı adımlara müsaade etmiyor.
Suriye’de Amerikan işgali sürse de, Rusya ve Türkiye’nin de varlık göstermesi ABD’ye yönelik nihai hamlenin gecikmesine neden oluyor.
İsrail ablukası altındaki Gazze’deyse, Hamas bir süredir İsrail’le olan ateşkesi bozacak hamlelerden kaçınıyor.
ABD’den misillemeyi dengeleme çabaları
Bütün bunlar, yukarıda çizilen tablonun olduğu gibi kalacağı anlamına gelmiyor. Statükonun devamı stratejisi, görüldüğü üzere, ABD ve İsrail’in bölgedeki etkisini kırmıyor.
Dahası, ABD’nin İran ve müttefikleriyle topyekûn bir savaşı göze alıp alamayacağı da şüpheli. Süleymani’nin öldürülmesinin ardından, ABD’li yetkililer “gerilimi azaltmak” istediklerini çeşitli kereler dile getirdiler. Bazı iddialara göre, Washington İsviçre’nin Bağdat büyükelçiliği aracılığıyla, Tahran yönetimine öneriler götürdü. Misilleme yapılmaması karşılığında yaptırımların kaldırılması, “orantılı” misilleme yapılması gibi öneriler İran tarafından reddedildi.
ABD bürokrasisinde anlaşmazlık…
ABD’nin iç kamuoyunun terazisi de bu sıkleti kaldıracak gibi görünmüyor. Obama döneminin yetkilileri (örneğin Joe Biden), yarım ağızla da olsa suikastın ABD’nin başına öreceği çoraplardan bahsederken Amerikan devlet kurumları arasındaki anlaşmazlık da zaman zaman su yüzüne çıkıyor. Bunun son örneği, Trump tarafından görevden alınan eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın “içerideki” adamı olarak görülen Richard Goldberg’in istifası. Goldberg’in istifasına, İran’a yönelik “maksimum baskı” stratejisine itiraz eden Hazine Bakanlığı ile olan anlaşmazlığın neden olduğu öne sürülüyor.
ABD’de İran’lılara yönelik cadı avı
Amerikan yönetiminin İran kökenlilere yönelik cadı avı başlatması da cabası. Dün gece gündeme gelen haberlere göre, Kanada’daki bir konserden dönen İran kökenli ve yeşil kart sahibi 60 ABD vatandaşı, İç Güvenlik Bakanlığı’nın emriyle gözaltına alındı.
Bir başka olayda İran kökenli yazar John Ghazvinian, JFK Havaalanında güvenlik tarafından gözaltına alınıp sorgulanarak “İran’la yaşanan son olaylar hakkında ne düşündüğü” sorularına maruz kaldığını açıkladı.
Moda yazarı Hoda Ketabi de, ABD’de doğup büyümüş olmasına rağmen havaalanında 11 saat boyunca gözaltında tutulup sorgulandığını duyurdu. ABD’nin “savaş pozisyonu” aldığı, ancak kamuoyu hazırlığının pek yapılmadığı görülüyor.
Doha, Ankara, Riyad dengelemeye çalışıyor
Üstelik ABD’nin bölgedeki müttefikleri için de gerilimin savaşa dönüşmesi büyük bir tehlike arz ediyor. Katar’ın suikasttan hemen sonra soluğu Tahran’da alması, Doha yönetiminin ülkedeki ABD üssünün İran tarafından hedef alınmasından korktuğunu gösteriyor. Ekonomisini toparlamaya ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerini tekrar rayına oturtmaya çalışan Katar, ABD ile İran’ın savaşmasını isteyecek son ülkelerden birisi.
Katar haricinde Türkiye’nin ve Suudi Arabistan’ın tutumu da hayli önemli. Ankara, Süleymani suikastından sonra dengeli görünmeye çalışıyor, ancak AKP tabanı ve medyasının Süleymani’ye yönelik düşmanca tavırları gözden kaçmıyor.
İran’la gerilimin en önemli aktörlerinden Suudi Arabistan hakkındaysa çok önemli bir iddia ortaya atıldı. Dün parlamentoda konuşan Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi, Süleymani’yi Irak’a kendisinin davet ettiğini, İranlı komutanın Suudi Arabistan’ın gerilimi azaltma teklifine yanıtını iletmek için Bağdat’a geldiğini söyledi. Yemen’deki işgal nedeniyle büyük zararlar gören, ekonomik olarak toparlanmaya çalışan Riyad yönetiminin İran’la müzakere yolları aradığı görülüyor.
İran’ın savaş kararı: Çölde uyuyan kaplan mı?
Uzun yıllardır ABD’nin hedefinde olan İran yönetimi açısından, artık daha dramatik adımların atılmasının gerektiği an gelmiş görünüyor. Nitekim, ABD yönetiminin tüm tahriklerine ve tek taraflı olarak çekilmesine rağmen 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmaya sadık kalan İran, bundan böyle anlaşmanın getirdiği yükümlülüklere uymadığını ilan etti. İran’ın bu hamlesi, yalnızca ABD’yi değil, nükleer anlaşmadan çekildiği için ABD’yi eleştiren Avrupa Birliği ülkelerini de hedefliyor. Uzun bir süredir AB ile ABD arasındaki gerilimlere de oynayan İran’ın bu meseledeki diplomatik ve askeri adımlarını hızlandırmasını bekleyebiliriz.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın dün bölgedeki Amerikan askerlerine saldırı talimatı vermesi, Mukteda es-Sadr’ın ABD’nin bölgedeki askeri varlığına karşı ortak cephe kurulması çağrısı yapması, Yemen’de Ensarullah Hareketi’nin (Husiler) Sadr’ın çağrısına ilk karşılık veren grup olması misillemenin yalnızca İran’ın vereceği cevapla sınırlı kalmayacağını gösteriyor.
İran’ın sakin ve etkili bir cevap vererek hem ABD’nin bölgedeki askeri varlığını en azından sınırlandırmayı, hem de Ortadoğu’da topyekûn bir savaşa mahal vermeden misilleme yapmayı planladığını düşünmek en akla uygunu. İran’ın yalnızca Ortadoğu’da değil, Afrika’da da ABD ve müttefiklerine zarar verecek araçlara sahip olduğu da unutulmamalı.
Bununla birlikte, bir kıvılcımın tüm bölgeyi küle dönüştürecek bir yangına yol açabileceğini aklımızda tutalım. Belki de, büyük İranlı şair Sadi’nin dediği gibidir her şey: “Çölü boşluktan ibaret sanma/İhtimal ki içinde uyuyan bir kaplan vardır.”