Suriyeli çocuklara parçası olmadıkları bir kültür dayatılıyor

Burcu Özkaya Günaydın

Türkiye’de 2 milyonu aşkın Suriyeli çocuk var. Annesini, babasını, kardeşini kaybetmiş bu çocuklar; hafızalarındaki savaşın izleriyle Türkiye’ye geliyorlar ve uzun süre de etkisinden kurtulamıyorlar. Anadillerinde eğitim alamadıkları için dersleri anlamıyorlar. Anlayamama ve anlaşılmama bu çocukları sorunlarını şiddetle çözmeye yöneltiyor. Onların sorunlarına çözüm bulamayan öğretmenler ise tükenmişlik sendromu yaşıyorlar. Savaş pedogojisi uzmanı Ünal Özmen, Türkiye’nin çocuklara ait olmadıkları dil ve kültürü dayattığına dikkat çekiyor.

Dünya genelinde savaşlardan dolayı mülteci konumuna düşen insan sayısı her geçen yıl artıyor. Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü (UNCHR) verilerine göre dünya geneli mülteci konumuna düşen kişi sayısı 68.5 milyon. Bu rakam 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez bu seviyeye ulaştı. Türkiye’de çoğu Suriyeli olmak üzere yaklaşık 4 milyon mülteci yaşıyor ve bunun yaklaşık 2 milyonu çocuk. Savaşın hafızalarına kazıdığı izleri unutamayan bu çocuklar; bilmedikleri bir dil ve kültürde yaşamaya çalışıyor. Ayrı bir hikayesi ve unutamadığı bir anı olan milyonlarca çocuk…

Çocuklar gruplaşıyorlar

Kamu Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) ve Beraberce Derneği Mersin, Adana, Antep, İstanbul, İzmir gibi Suriyeli mültecilerin yoğun yaşadığı şehirlerde ortak bir çalışma yaparak raporlaştırdı. Raporda, Suriyeli öğrencilerin yoğun olduğu sınıflarda sorunların üstesinden gelemeyen öğretmenlerin tükenmişlik sendromuna yakalandığı kaydediliyor. Öğretmenlerin bu duruma gelmesinin en büyük nedenlerden biri dil sorunu. Çocukların çoğunluğu Arapça konuşuyor, öğretmenler ise Arapça bilmiyor. Bu rapordan yola çıkarak Hatay’ın Altınözü ilçesi, Antakya Merkez, Maraş, Adana’dan ulaştığımız öğretmenlerle hem yaşadıklarını hem de çocukların yaşadıkları sorunları, psikolojilerini, hikayelerini konuştuk. Haberde öğretmen ve çocukların isimlerini kullanmamaya çalıştık fakat haberi okuduğunuzda siz de göreceksiniz sorunlar da hikayeler de acılar da ortak; tıpkı ‘mülteciliğin’ ağırlığı gibi…

Muhammed babasının ölümünü çizdi

Bir ilköğretim okulunun Suriyeli rehber öğretmeni Kamer, çocuklardan topladığı hikayeleri dili döndüğünce anlatmaya çalıştı. Kamer, okulda tanıştığı kendisini çok etkilediğini söyleyen Halepli Muhammed’i şöyle anlatıyor:

“Muhammed Halep’ten bir çocuk. Bir gün babasıyla bakkala ekmek almaya gidiyor. Yanlarına füze düştü. Babası Muhammed’i sararken öldü. Muhammed’in kıyafetleri kan ve ekmek içinde kalır. ‘Kalk baba annem ve kardeşlerim ekmek bekliyor’ diye babasını kaldırmaya çalışır.

Muhammed daha sonra Türkiye’ye geldi. Okula başladı. Ne zaman çocuklara resim çizin desem Muhammed hep bu görüntüyü çizdi. Babası yerde yatıyor ellerinde ekmek var. Babası da ekmek de kan içinde. Muhammed o anı hiçbir zaman unutmayacak.”

Meryem’in hem kardeşi hem saçları gitti

Kamer’in, görev yaptığı başka bir okulda tanıdığı Meryem’in hikayesi şöyle: “Bir gece Meryem ve ailesinin oturduğu eve füze düştü. Meryem ve kardeşleri vuruldu. Füze Meryem’in kafasına isabet etti. Meryem daha sonra Türkiye’ye geldi. Kaldığı yere yakın okul olmadığı için Meryem epey süre okula gidemedi. Meryem okula başladığında Türkçe bilmediği için çok zorlanıyor, entegre olamıyor. Öğrenme zorluğu yaşıyor. Onu düşük seviyeli sınıfa aldılar. Bir de Meryem’in kafasına isabet eden füze nedeniyle kafasında saç çıkmadı. Meryem’in kafasında kocaman bir boşluk var. Meryem bu duruma çok üzülüyor. Sınıfta Meryem’le alay edilince o da okula gelmek istemiyor.”

Abdullah: Burada ev var, ışık var…

Kamer öğretmen, bir ders sırasında tanıştığı Abdullah’la arasında geçen konuşmayı şu sözlerle ifade ediyor:

“Savaş başladığında annesiyle birlikte uzun bir süre Suriye-Türkiye sınırında yaşayan Abdullah, daha sonra yanlarında anne babası olmadan kardeşiyle sınırı geçerek Antakya’ya gelir. Abdullah buraya gelince çok şaşırır. ‘Burada ev var, çok insan var, ışık var’ dedi. Sonra Abdullah sınıfta anne-babasının olmadığını söyledi ve ağladı. Uzun süre savaş gördüğü için her şey Abdullah’a değişik geliyor.”

En büyük sorun anadil

Altınözü ilçesinde öğretmenlik yapan aynı zamanda Eğitim-Sen temsilcisi Mürsel Salmanoğlu, sınıfların çoğunluğunun 40 kişi olduğunu ve en az yarısının da Suriyeli öğrenci olduğunu söylüyor. Çocukların en büyük sorununun anadil olduğunun altını çizen Salmanoğlu, devamla şunları aktarıyor:

“Bu çocukların anadili Arapça. Sınıfın yarısına Türkçe, yarısına Arapça ders anlatmam lazım. Ben buralı olduğum için Arapça biliyorum, anlatmaya çalışıyorum ama öğretmenlerin çoğu Arapça bilmiyor, çocuklar da Türkçe. Öğrenciyle, öğretmenin anlaşamadığı bir ortamda ders nasıl anlatılsın? Öğretmen ders anlatamadığı için psikolojisi bozuluyor. Dersi anlamayan çocuk da sıkılmaya başlıyor. Okula gelmek istemiyor. Gelse de hırçınlaşarak, kavga ediyor.”

Sağır sanıyordum meğer anlamıyormuş

Maraş’ın Elbistan ilçesinden bir öğretmen ise sınıfında 6 Suriyeli öğrenci olduğunu, bunlardan ikisinin Türkçeyi çok iyi bildiği için çok başarılı olduğunu, diğer öğrencilerin ise dersleri anlamadığı için sıkıldığını ve okula gelmek istemediğini kaydediyor. Öğretmenlik yaptığı sınıfın öğrencilerinin maddi durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarından olduğunu; aynı şartlarda yaşayan öğrencilerin de birbirini dışladığını vurgulayan öğretmen, gözlemlerini ve düşüncelerini şöyle ifade ediyor:

“Aynı mahallede oturuyorlar. Aynı yoksulluğu yaşıyorlar ama okulda Suriyeli arkadaşını dışlıyor. Sürekli bir kavga halindeler. Arapça bilmediğim için ne ben kendimi anlatabiliyorum, ne de onlar derdini anlatıyor. Bir öğrenci vardı sınıfta hiç tepki vermiyordu. Ne desem sesi çıkmıyordu. Benim dediklerimi de duymuyor gibiydi. Sağır ve dilsiz sanıyordum. Meğer hiçbir şey anlamadığım için konuşmamış bir süre sonra tepki de vermemeye başlamış. Yavaş yavaş anladıkça değişmeye başladı. Bu çocuklar anadillerinde eğitim görse çok başarılı olacaklar.”

Çadır okuldaki Suriyeli çocuklara kırtasiye yardımı yapıldı.

Çaresiz kaldıkça depresyona giriyoruz

Bir başka öğretmen çocukların sınıfının dışındaki Suriyelilerle gruplaştığını, onlarla oyun oynadığını söylüyor. Sınıfında 9-10 yaşında daha okuyamayan öğrenci olduğunu, 6 yaşındaki çocukla aynı sınıfa almak zorunda kaldığını vurgulayan aynı öğretmen şöyle devam ediyor:

“Öğrenci beni anlamadığı için dinlemiyor. Ben de anlatamadığım için öğretemiyorum. Ne yapacağımı şaşırıyorum çoğu zaman. Dili anlamama, Türkiyeli öğrencilerin dışlaması, travması olan bu öğrencileri kavgaya yöneltiyor. Bir defa 8 yaşında bir öğrencide bıçak buldum. Biz öğretmenler çaresiz kalıyoruz. Çaresiz kaldıkça da depresyona giriyoruz.”

Çözemedikleri sorunu şiddetle çözüyorlar

Antakya’da bir okulda ikinci sınıf öğretmeninden izin alarak 8 Suriyeli öğrencinin olduğu bir sınıfta bir- iki ders hem gözlem yapmak için hem de çocuklarla konuşmak için derse girdim.

İlk dikkatimi çeken Suriyeli öğrencilerin yan yana, sıraları birleştirerek grup halinde oturması. Sınıfta 6 yaşında da çocuk var, 9 yaşında da. Suriyeli öğrencilerin çoğunluğu okula geç başlıyor, zamanında başlayanların sayısı çok az. Önlerinde defter kalem var ama dersi dinleyen yok. Kendini kurtaracak kadar anlayan ise diğerine Arapça anlatıyor. Rakamları daha kolay anlayabildikleri için matematik dersini daha çok seviyorlar. Çocukların çoğunun yüzünde öğretmenlerin söylediği gibi çizik, yara, morluk var. Başı önüne eğik tek başına oturan Muhammed’in sırasına oturdum. Tahmin ettiğim gibi Türkçe bilmiyor. Tek söyleyebildiği, ‘Hepsi toplanıp beni dövdü’ ve ‘Türkçe bilmiyorum.’ Teneffüste öğretmenle konuştuğumuzda; diğer görüştüğüm öğretmenler gibi en önemli sorunun dil olduğunu, hem Türkiyeli hem de Suriyeli çocukların sorunlarını şiddetle çözmeye çalıştığını anlattı.

Sesten korkuyorlar, altlarını ıslatıyorlar

Adana’da Suriyeli aileler ve çocuklarla ilgili çalışma yapan Gökçe Selam, çalışmalar sırasında gözlemlerini anlatıyor. Arapça bildiği için çocuklarla iletişim kurabildiğini söyleyen Selam, 6-10 yaş arası çocukların dersleri anlamadığı ve dışlandıkları için okula gitmek istemediklerini vurguluyor. Konuştuğu birçok çocuğun ya yüzünde ya ellerinde görünür kısımlarında yara ve izler olduğunu belirten Selam şöyle devam ediyor:

“Bunları gören aileler okula göndermek istemiyor. Çocuklar da istemediği için birçoğunun eğitimi yarım kalmış. Bazen sınıf arkadaşları tarafından dışlanıyorlar bazen de öğretmen tarafından. Çalışmayı, para kazanmayı daha çok önemsiyor bu çocuklar. Aile geçimini düşünüyorlar.”

Adana Sarıçam Kampı’nda çalışma yaparken çocukların uçaklardan korktuğunu fark ettiğini söyleyen Selam, yüksek sesten, uçak sesinden korkan çocukların yaşlarının çok küçük olmamasına rağmen hala altlarını ıslattıklarını anlatıyor.

Herkes kendi gettosunda yaşıyor

Antakya dillerin, dinlerin, farklı renklerin bir arada yaşadığı bir şehir olduğu hep dillendirilir. Fakat bu kültür mozaiği; kentte insanlar birbirine dokunmadan yaşamaları olağan bir şekilde kurulan gettolar sayesinde oluşmuştur. Genelde Arap Alevi ve Hristiyanlar yaşam tarzı olarak birbirlerine daha yakın olduğu için aynı mahallede, Sünniler ve Suriyeli Sünniler kültür olarak daha yakın olduğu için onlar aynı mahalllede, bir elin parmağını geçmeyecek kadar sayısı olan Kürtler aynı mahallede ve bir de “küçük Suriye” diye adlandırılan getto mahalleler var. Bu mahallelerde oturanlar Suriye’deki kültürlerini, dillerini yaşatıyorlar. Derme çatma evleri, bakkalları, manavları var. Esentepe, Aksaray, Emek bu mahallelerin en bilinenleri.

Bir gecede hayatları değişti

Esentepe Mahallesi’nde oturan bir aileyle görüşme yaptım. Suriye’deyken ticaretler uğraştığını ve hali vakti çok yerinde olduğunu söyleyen Tarık, Antakya’da iş çıkarsa inşaat ustalarının yanında çalışıyor. Tarık’la hikayelerini ve okula giden iki çocuğunu konuştuk. Tarık ve ailesi bir akşam Suriye’de evlerinde otururken çok yakından uçak sesleri duymaya başlarlar. Daha ne olduğunu anlamadan evin için roketatar girer ve can havliyle kendilerini dışarı atarlar. Tarık iki çocuğu ve eşiyle Lazkiye’den Antakya’ya yürüyerek gelir. Aç-susuz günler süren bir yürümeden sonra Antakya’ya varırlar.

Her şeyden korkuyorlar

İlk geldikleri yılların kendileri için çok zor olduğunu belirten Tarık, çocuklarının yaşadığı bir olayı anlattı:

“Bir gün derste uçak sesi duyarlar. Sınıftan kaçıp eve geldiler. İlk zamanlar Türkçe hiç bilmiyorlar. Neden korktuklarını öğretmene de anlatamıyorlar. Şimdi Türkçe’yi öğrendikçe her şey daha iyi oluyor.”

Çocuklarının okula ilk başladığında sürekli okuldan kaçıp eve geldiğini vurgulayan Tarık, “Çocuklarım şiddete meyilli değil. Ama her şeyden çok korkuyorlar. Çok içe kapanıklar. Kendilerini koruyamıyorlar. Çocuklar okula giderken harçlık veremiyorum. Bir gün evde fazla yiyecek yoktu. Sadece çocuklara verdim onlar yesin diye. Fark etti bizim yemediğimizi, verdiğim yemeyi fırlattı yemedi” şeklinde konuştu.

Ünal Özmen: Öğretmen de ayrımcılık yapabiliyor

Ünal Özmen

Öğretmenlere savaş pedogojisi konusunda eğitim verilmediğini belirten BirGün gazetesi yazarı eleştirel pedogoji uzmanı Ünal Özmen, okulun sadece matematik, Türkçe öğretilen bir mekan olmadığını ortak yaşamlarını birbirine bağlayan bir ortam olduğunu vurguladı. Özmen, okulda öğretmenin de bazen ayrımcılık yaptığına vurgu yapıyor:

“Öğretmen nasıl davranacağını bilmiyor. Aldığı pedogojik eğitim yetersiz kalıyor. Öğretmen cinsiyetçi davranabiliyor. İnancına göre kategorize edebiliyor. Öğretmen savaş pedogojisini bilmiyorsa vicdanlı, ahlaki davranmalı.”

Çocuklar başka kültüre ait olduklarının farkında

Suriyelilerin hem siyasi hem de basında malzeme olarak kullanılmasının toplumda algı yarattığını vurgulayan Özmen, çocukların, ailelerin, velilerin, öğretmenlerin zaman zaman bu algı oyununun bir parçası olduğuna dikkat çekiyor. Çocukların çok kötü bir savaşın içinden geldiğini ve gördüklerinden etkilenmemesinin mümkün olmadığını vurgulayan Özmen, siyasilerin, halkın bu çocukları vicdanlarıyla anlaması gerektiğini belirtiyor.

Türkiye’nin Suriyeli çocukları kendi müfredatına göre yetiştirdiğini vurgulayan Ünal Özmen, devamla şunları aktarıyor:

“Türkiye bu çocuklara kendi dilini müfredatını dayatıyor. Çocuk okulda hayatının hiçbir evresinde içinde olmayacağı bir kültürün, dilin parçası yapılmaya çalışılıyor. Okulda başka kültür, evinde başka kültür çocukta öfkeye neden oluyor. Bu çocuklar hiçbir zaman buraya ait olmadığını, başka ülke ve kültürden olduğunun farkında. Türkiye’de yaşayanların da onların dillerine, kültürlerine nasıl baktığını biliyorlar. Kendilerinin sevilmediğini farkındalar. Türkiye okul çağına gelmiş her çocuğa başka bir kültür empoze ediyor. Dolayısıyla sorunu pedogojik değil de şiddetle çözmeye çalışıyor.” ANTAKYA