Laik bir hukuk devletinde görülmesi mümkün olmayan ürkütücü resmi, kopartılan gürültüyü ciddi almak istemiyorum, acaba ‘din sömürüsü’ üzerinden erken seçime mi gidiliyor?’ diye düşünmek istiyorum.
Ama acaba kazın ayağı öyle mi, tereddütlüyüm…
Tereddütlüyüm çünkü yüksek voltajlı bu bağırış çağırışın başka bir hedefi varmış gibi…
Soru şu:
Türkiye Anayasa’ya göre mi yönetilecek, din kurallarına göre mi?
Örneğin;
Bizim İstanbul Hukuk’da okuduğumuz Devlet; ‘yasama,
yürütme ve yargıdır’.
AKP Genel Başkanı ise ‘Diyanet
İşleri Başkanımıza yapılan saldırı Devlete yapılan saldırıdır’ dedi…
‘Devlet benim’ diyen 14. Louis gibi, 2020 yılında
bizde ‘Diyanet Başkanı Devlet’ oldu…
Eskilerde Genelkurmay Başkanı devlet sayılırdı.
Hak, hukuk, adalet ve Anayasa galiba bizzat Cumhurbaşkanı tarafından farklı esaslarda yeniden tarifleniyor. Bu çok vahim.
Somutlaştırayım…
AKP Genel Başkanı ‘Diyanet İşleri Başkanımız dini noktada herhangi bir konuda çıkar hutbelerinde, gerek vaazu nasihatlarinde anlatmakla mükelleftir. Bu Ankara Barosu’nun yetkisinde olan bir konu değildir. Herkes haddini, yerini bilecektir.’
Amenna çok doğru…
Ama ‘Ankara Barosu’nun görev konusu olan Anayasa ile teminat altına alınmış temel hak ve özgürlükleri savunmak da Diyanet’in yetkisinde olan bir konu değildir.’
Gereksiz ve lüzumsuz çatışmaya hiç gerek yok, yeter ki mevcut Anayasa hukuk düzenine herkes uysun ve herkes yerini ve haddini bilsin. Değerlendirme bu ülkenin insanlarına aittir.
Ankara Barosu’nu ‘Diyanet İşleri Başkanı insanlığın bir kesimini nefretle aşağılayıp kitlelere hedef gösterdiğini’ bunun da temel hak ve özgürlüklere ve Anayasa’ya aykırı olduğunu’ ifade ediyor.
Anayasa diyorum, çünkü bütün bu bilinçli karmaşanın gereksizliğini bu ülkenin toplum sözleşmesi olan Anayasa’nın 10. Maddesi ortaya koyuyor:
‘Kanun önünde eşitlik
Madde 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.’
Ama sorun galiba artık siyasal iktidarın Anayasa’yı tamamen yok sayması, hukukun evrensel ilkelerinin son kalmış kırıntılarını da ortadan kaldırmak istemesi…
İşi tırmandıran gerginliği artırmak isteyen tavır bu konuda şüphe doğuruyor.
Çünkü bir devlet memuru olan ‘Diyanet Başkanı Devlet’ ilan edilince bunun somut sonucu da yersiz olmayan bir şüpheye dönüşüyor, ne yapmak istiyorsunuz?..
Üstelik laik, hukuk Devleti ile uyuşmayan bir
tavra karşı ‘anayasayı, hukuku, temel hak ve özgürlükleri’ hatırlatan çıkarsa, ona
da ‘mankurt’ diyeceğiz:
Faşizm
diyeceğiz…
Türkiye’de düşünce
ve ifade özgürlüğü epeydir yok edilmişti…
Şimdi artık sadece ‘devlet’ ilan edilen Diyanet İşleri konuşacak, geri kalan da susacak…
Susmayan mankurt…
Susmayan faşist…
Umarım bu erken seçime gitme paniğidir…
Aklıma gelse de tersini düşünmek istemem, tersi korkunç çünkü…